Emekçinin Kitaplığı | Kurtuluştan vatana
At üstünde, kağnıyla, ilkel vasıtalarla bazen de yaya yapılan, güzergahı Ankara olan bu yolculuk sırasında gördüklerinden bir Anadolu resmi çıkarır Halide.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Nuray SANCAR
“Benim o günlerde maddi ve manevi durumum mütareke imza edilip de İttifak Kuvvetlerinin İstanbul’a girişiyle hasıl olan umumi hislerden başka değildi” diye başlıyor Halide Edip ve açıklıyor: Yorgun, şaşkın ve canımdan bıkkın bir vaziyetteydim… Anılarının 30 Ekim 1918’den 19 Mayıs 1919’a kadar olan bölümünün girişine. Türk’ün Ateşle İmtihanı başlıyor.
Yüzyılın ilk çeyreği dolmadan bir ihtilal (1908), Birinci Dünya Savaşı, imparatorluk topraklarında birkaç savaş (Trablus, Balkan, Yemen), şimdi de işgal altında olan Osmanlı topraklarında az yetişen aydın bir kadının, kurtuluş savaşına bağladığı kaderinin seyrini anlatırken.
İstanbul’un İngilizler tarafından işgalini takiben bir de İzmir Yunanlar tarafından işgal edilmiştir o sırada. Halide Edip Adıvar işgal protestosu için konferans ve mitinglere başlar. Amerikan Kız Koleji mezunudur ve ilk konferansı Üsküdar Amerikan Kız Kolejinde verir. ‘Galiplerin kuvvet ve sevinçlerinden daha kuvvetli’ ülkesi için ‘Sonunun bir sahanlık değil idam sehpası olmasını’ göze alarak, ‘Bir mukaddes maksat için ölme’yi dileyerek kürsülere çıkar. Fatih’te beyaz sarıklılar, kırmızı fesliler, siyah çarşaflı kadınlardan oluşan bir insan kalabalığının önünde konuşurken ‘Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığına en yakındır’ diye haykırır.
Ve nihayet 6 Haziran 1919’da siyah keder bayraklarının dalgalandığı Sultanahmet Meydanı’ndaki unutulmaz mitinge gelir sıra. İtilaf Kuvvetlerinin ‘Bir dev arı gibi vızıldayan’ tehditkar uçaklarının altında 200 bin kişiye seslenir Halide: Boyun eğmeyeceğiz, esir olmayacağız.
Bu mitingden sonra bir grup arkadaşı ve Adnan Adıvar ile birlikte, kurtuluş savaşına katılmak üzere daha önce gidenlere dahil olmak için Anadolu’ya yolculuk başlar. Manikürlü tırnaklarını keser, Robert Kolejde okuyan iki oğlunun güvenliğini sağlar ve yola koyulur. At üstünde, kağnıyla, ilkel vasıtalarla bazen de yaya yapılan, güzergahı Ankara olan bu yolculuk sırasında gördüklerinden bir Anadolu resmi çıkarır Halide. Yorgun ve yoksul, canından bıkkın; ama en küçük bir kıvılcımda tutuşmaya hazır.
İşgalci güçler Halide Edip’i tutuklamak için olabileceği her yere baskınlar düzenlediğinde o Ankara’ya doğru yaklaşmıştır. Orada Mustafa Kemal’in başında bulunduğu karargahta cepheden gelen bilgileri haberleştirmek, dış basına haber bültenleri göndermek, basınla ilişkileri düzenlemek, çok iyi bildiği İngilizcesiyle diplomatik çevirmenlik yapmak gibi görevleri üstlenir. Zamanla Anadolu Ajansına dönüşecek basın karargahını da o yönetir.
İşgal altındaki İzmir’in ‘dağlarında’, Ege bölgesinde ‘Robin Hood esatirini’ hatırlatan direniş hareketi oluşmaya başlamış, Anadolu’nun bazı bölgelerinde kendiliğinden oluşan küçük gruplar işgal altındaki memleketi savunmak için silahlanmaya başlamışlardı. Bunlar silah teminiyle uğraşıyor, işgal güçlerini gelişigüzel saldırılarla yıpratmaya çalışıyor, bir yandan da direniş hareketini baltalamaya çalışan padişah yanlısı güçlerle çatışıyorlardı. Kimi çeteler Yunan güçlerine katılmışlardı.
Ankara’da oluşan karargah ise bu süreci planlı, düzenli bir harekata çevirmenin yanı sıra kurtuluştan sonraki müstakbel devletin dayanaklarını da oluşturmaya çalışıyordu. Mevcut güçler daha savaş sırasında sonrasındaki rejime hazırlanmaktaydı. Halide Edip’le konuşan Ankaralı bir kadın şöyle demişti: ‘Fakat biz neden Ankara’da İstanbul İngilizlerin elindedir diye ümitsiz bir savaşa girdik. Biz onları yenip atabilir miyiz? Ankara’nın yarısı Çanakkale’de şehit oldu, ne faydasını gördük? Bırakın her yer kendi hesabını dövüşsün…’ Cephedeki durum ile halkın savaşlardan yorulmuş zihni, feodal toprak rejiminin parçalı yurtluk anlayışıyla örtüşen bölgeciliği aşıp da Kurtuluş Savaşı kurmaylarının Misakımilli ve vatan kavramlarıyla buluşamamıştı. Toplumun derinliklerinde savaş hâlâ kendilerine ait bir ölüm kalım meselesi değildi.
Kurtuluş Savaşı sadece bir savaş değildi bu bakımdan; sürerken ve kazanıldığı andan itibaren sistem ve rejimle birlikte zihnin de dönüşüme uğraşacağı bir dönüm noktası. Acılı ve sancılı.
Halide Edip bunu görmüştü ve sadece önünden akıp giden sele bakmadı aynı zamanda bir sonraki evrede bu selden ne kalacağının işaretlerini de verdi. Onun Mustafa Kemal ile görüş ayrılığının belli belirsiz hatları da o zaman ortaya çıktı. Zira bir gazeteci ve romancı olmasının ona kazandırdığı derin sezgi, hayatın hayhuyunda kaybolup gidecek işaretleri yakalamasını kolaylaştırıyordu. Resmi tarih Mustafa Kemal ile görüş ayrılığının temelinde onun Amerikan mandacılığı taraftarı olduğunu iddia etse de mesele daha derindir. Şöyle not düşer: ‘Mustafa Kemal Paşa geçmiş günlerden uzun uzun bahseder, hemen herkesi acı, fakat parlak bir surette tenkit ederdi. Onu dinlerken memlekette yarayacak hiçbir şahsiyet olup olmadığı hakkında insanda şüphe uyanırdı.’
Yeni rejim daha savaş bitmeden ‘Kudretin bölünmemesi’ temelinde inşa edilmeye başlamıştı. Bunun popüler tercümesi de ‘Kudretin halkın elinde olması’ biçimini alacaktı. Halide Edip Adıvar Mustafa Kemal ile bir diyaloğunu yansıtır: M. Kemal şöyle başlar:
‘Ben hiçbir tenkit, hiçbir fikir istemiyorum. Yalnız emirlerimin ifasını”
‘Benden de mi?’
‘Sizden de’
‘Milli maksada hizmet ettiğiniz sürece size itaat edeceğim...’
Bu diyaloğun sonunda Halide Edip şöyle yazar: ‘O akşam çok düşündüm. Hep aklımdan Mustafa Kemal Paşa’nın vaktiyle kudretin bölünemeyeceği hakkındaki sözleri geçiyordu. Fakat kudret eline geçerse istediğini yapacağından da emindim. Bununla beraber onun ne kadar elzem bir mevkii olduğunu bildiğim için bu hissimi bertaraf etmeye karar verdim…’
Çerkes Ethem’in güçlerinin dağıtılmasının arkasından, paralel mücadele yürüten ‘çeteler’in de sonu göründü. Halide, anılarına tarihin bu sayfasına ‘Başıbozukların sonu ve Yeni Ordu’ bölüm başlığını attı.
Ve sonra Dumlupınar, Birinci ve İkinci İnönü sonra İzmir ve sonrasında… Yeni Türkiye’nin yeni ve sert mücadelelerine…