06 Kasım 2022 05:05

Araba Sevdası

Bu pahalı eşyaya (araba) emekçilerin başkaları adına sevinmelerini bekleme hali Recaizade Mahmut Ekrem’in kaleminden nasıl anlatılabilirdi acaba?

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Paylaş

Nuray SANCAR

İlk romanlar bizde gazete tefrikası olarak yazıldı. Bunların başarılı olabilmesi için bir yazarın heyecan dozunu aynı düzeyde tutması ve okurun ilgisini sürekli ateşlemesi gerekiyordu. Bu tefrikalardan bir kısmı zamanımızda da hâlâ aynı değerdedir. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası tefrika roman türünün başarılı ilk örneklerinden sayılır ve 1896’da Serveti Fünun’da yayımlanmıştır. Roman olarak basılması ise 20. yüzyıldan bir yıl öncesine 1899’a denk gelir. 

Bu kitapta olaylar olayları kovalamaz, okur gerçekte hiçbir şey yapmayan ama oradan oraya dolaşmaktan yorulan roman kahramanının izindedir. Bu, kitabın bir meselesi olmadığı anlamına asla gelmez. Tersine, gülünç sonuçlar veren bir modernleşme ve batılılaşma kavrayışı gibi önemli bir konuyu işler. Bu konu başlangıç romanlarının da esinlendiricisidir ama ondan sonra da bereketini kaybetmemiştir. 

Kitabın konusu tanzimatla birlikte yenileşme eğiliminin güçlendiği bir zamanda geçer. Zenginlerle yoksulların mesire yerlerinde karşılaştığı; amaçsız gezinmelerin kadınlarla erkekler arasındaki hevesleri tutuşturduğu, hayallerin gerçekle yer değiştirdiği seyirlik millet bahçeleriyle mesire yerleri yeni hayatlara dair imgelerin üretildiği yerlerdir o sırada. Okur, kalabalıkların yığıldığı bir mesirede bazen telaşlı bazen aheste turlayanların arasında Bihruz’u takip ederken bu imgelerin hareketini de takip eder. Düşmüş aristokrasinin ürettiği yeni burjuva değerlerin harcı biraz da buralarda karılır.

KÖKSÜZ KALABALIKTAN BİRİ

Ahmet Hamdi Tanpınar Araba Sevdası için “Muayyen iktisadi şartlar etrafında teşekkül etmiş köksüz bir kalabalığın romanıdır” diyor. Bir parça haklıdır. Çünkü romanın kahramanı mirasyedi, züppe ve özenti Bihruz Bey, kalabalık denen maddenin usaresi, özü, çekirdeği-veya artık her neyse- onun bütün özelliklerini bünyesinde taşıyan malzemesidir. Ama mesire meydanlarına akın eden; görülmek istemiyormuş gibi yapıp görülmek isteyerek piyasa yapan kadınları da Bihruz’un yanına eklemek gerekir. O öyle bir dönemdir ki genişleyen açık havadaki kamusal alanlar insanların birbirleriyle ilişkilerine biçim verdiği yerler olmuştur.

Bizi bu kitapta ilgilendiren sadece geçmişin halleri değil o zamanki toplumsal iklimden günümüze miras kalan kültürel hırslar ve canlılığını koruyan değerlerdir aynı zamanda. Babadan zengin, marka tutkunu Bihruz’un bir mesire yerinde pahalıca bir arabada gördüğü Periveş Hanım’a aşkından bize kalan, o zamanlar Landon denen ve atla çekilen bu pahalı arabaya duyulan, daha sonra da otomobile aktarılan manadır.

Periveş Hanım ile yanındaki arkadaşının bindiği, gerçekte kiralık arabanın onlara ait olduğunu zanneden Bihruz’un aşkı Periveş’ten çok arabayadır. Periveş’i arabaya yakıştırdığı imgeye hemen ortak eder. O yüzden sevdiği iyi eğitimli, soylu, nazik, anlayışlı, hassas bir genç kadındır. Ama bunun gerçekle alakası yoktur. Cümlelerine Fransızca sözcükler serpiştirmeden konuşamayan Bihruz’un düşünme setleri gibi duygulanım setleri de bozuşmuştur.

“Otomobil bireye birbirinden ayrılmış yaşam alanlarını birleştirmede yardımcı olan, ayrıca bireysel devingenliği konfor ve statü temsiliyle uyum içine sokan zorunlu bir devinim nesnesiydi” diye yazıyor Wolfgang Ruppert, Bisiklet, Otomobil, Televizyon (Gündelik Eşyaların Kültür Tarihi) kitabında Bir başka yerde de bu araç sayesinde kılavuz imgelerin dolaşıma girdiğini söyler. Bunu Bihruz kişisinin ruh halindeki fırtınaları anlatarak teyit eder Recaizade Mahmut Ekrem de. Araba sahibi olan kişi, toplumun zihninde hazır bir kalıp haline gelen imgeyi giyinir.

Hayali sevgiliyi görmek için günlerce mesire mesire dolaşan, millet bahçelerindeki iğne atılsa yere düşmez kalabalıkta bir kez gördüğü o yüzü arayan, durmadan onu hayal eden Bihruz’un gülünçlüğü bu akıl almaz tutkunun ona yaptırdıklarından gelmez. Onun bir hayal aleminde yaşıyor olması bir sonuçtur. Düştü düşecek aristokrat sınıfın modernleşme arzusundaki köksüzlük, asalak ve hazır yiyici bir kuşağın gerçeklikle çarpık bir ilişki kurmasına yol açtığı için Bihruz baştan aşağı, bugünkü deyimle bir fenomendir.

Mesela Periveş’e vermek üzere yazdığı mektup bir Fransızca kitabından tercümedir. İçine koyduğu şiir ise Arapça, Farsça karışımı Osmanlıcadandır. Türkçeyi kaba bir dil olarak gördüğünden kullanmaya pek tenezzül etmez. Ama Osmanlıca şiirdeki onu en çarpan sözcüğü yanlış tercüme ettiğini mektubu sevgiliye verdikten sonra fark eder; ona ‘karayağız delikanlı’ diye hitap etmiştir.

Bu roman birçok duyguyu bir anda yaşatır. Bihruz gibi modası geçmiş bir soylunun üstüne bir elbise gibi geçirmeye çalıştığı modernlikten doğan sakillik, burnundan kıl aldırmazlıkla iç içe geçmiş düşkünlük, çok bilmişlik havasını anında bozan çabuk kandırılma hali, sürekli bedbahtlık ve bahtsızlık… ama o zamanın bir kahramanıdır ve yalnız değildir. Çamlıca’daki seyirlik tepede herkes bir Bihruz’dur bir bakıma. Kifayetsiz muhteris hıncahınç bir kalabalık ne aradığını bilmeden salınmaktadır.

DİL YARASI DÜŞÜNCE SETİ

Yüz yıldan fazla zaman geçmiş olsa da Bihruz’un insanlarla arasındaki ilişkiyi düzenleyen anlam dünyası aslında hâlâ davetkar. Taşıta yüklenmiş imgenin sosyal ilişkileri etkileme gücü devam ediyor. Hatta biz de çoktan beri siyasi bir içerik de kazandı.

Günümüzde otomobille ‘yerli milli’ bir statü hayali pazarlanabilir durumda. Fakat mevcut enflasyon koşullarında, asla sahip olamayacakları bu pahalı eşyaya emekçilerin başkaları adına sevinmelerini bekleme hali Recaizade Mahmut Ekrem’in kaleminden nasıl anlatılabilirdi acaba? Ya da konfor ve statü vaadinin simgesi iki anahtar -ki biri ev biri otomobil- hayal taciri iktidarların eskimeyen nesnesi haline nasıl geldi’nin edebiyatı nasıl yapılır?

Bir de bu arızayı hangi dille düşünmeli? Bu muzır soruyu yine Bihruz yüzünden sormak durumundayız. Sarışın sevgiliye Farsça mı Arapça mı olduğunu anlamadığı, sayısız sözlük karıştırıp da anlamından emin olamadığı şiiri gönderip Kalem’deki arkadaşlarıyla tartıştıktan sonra başına kaynar suların dökülmesine sebep olan ‘siyeh çedre’, Türkçenin küçümsenmesinin vebalidir. Bihruz kişisinin, atalarının mezar taşlarını bile okuyamayacak kadar düşünme setleri paramparça olmuştur. Zaten o yüzden bu sakarlıklar, hayal aleminde yaşamalar, ne yaşadığını anlayamamalar…

Düşünce dil ile kuruluyorsa, Bihruzgiller’in dil yarası acınacak sonuçlara yol açmaktadır.

İtiraz mı ediyorsunuz?

Durun! TOGG’yi durduramazsınız.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Borçka'da tartıştığı polisi vuran fail de polis çıktı

SONRAKİ HABER

Emekçi halk, zenginleri önceleyen iktidarlara karşı durmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa