İsdemir grevinin romanı: Korlaşan Ateş
“Korlaşan Ateş” romanını anlatan Er; “Kitapta grev süresince yaşananları anlattım. Grevi ölümsüzleştirmek istedim. Emek dünyasında yer alsın kaybolmasın istedim" diyor.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Halil İMREK
İskenderun Demir Çelik fabrikasından emekli olan aynı zamanda İSDEMİR Çalışanları ve Emeklileri Derneği Başkanı Nurullah Er, 1989 yılında İSDEMİR’de yaşanan ve 137 gün süren grevin romanını yazdı. “Korlaşan Ateş” romanını anlatan Er; “Kitapta grev süresince yaşananları anlattım. Grevi ölümsüzleştirmek istedim. Emek dünyasında yer alsın kaybolmasın istedim. Bu kitapta var olan şey grevde yaşananlardır, işçi ve fabrika hayatıdır” diyor.
"İŞÇİ DÜNYASINI YANSITMAK İSTEDİM"
Nurullah Er, askerliği yaptıktan sonra lise mezunu olarak İskenderun Demir Çelik fabrikasına giriyor. O dönemi şöyle anlatıyor: “İSDEMİR, bölgemizde kurulan büyük bir fabrikaydı. Fabrikanın kuruluşu, bölgenin ekonomik sosyal kültürel yapısını değiştirdi. Ben işe girdiğim ana kadar ne fabrika görmüş ne sanayi biliyordum. Koskocaman bir demir çelik fabrikasına girince, sanayiyi, endüstriyi tanıdım. Bir sanayi kültürü gelişti. İşçi mücadelesine, sendika mücadelesine ilgili hale geldim. Demir Çelik bir kamu kuruluşu, sendika o günlerde epey güçlü. İşyeri temsilcisi, delege oldum. Fabrikayı tanıdığımız, işimizi yaptığımız kadar emeğimizi de tanımam gerektiğini kavradım. O yıllardaki birikimi ve ’89’da İSDEMİR’de yaşanan grevle ilgili günlükler tuttum. Belki bir gün yazarım diyordum. Kitapta İSDEMİR fabrikasını anlattım. Üretimi, grevi, direnişi, sömürüyü anlattım. Bütün çatışma ve çelişkilerin fabrika hayatında cereyan ettiğini ve insanlığın gelişimine de kaynaklık eden emeğin değerini anlatmaya çalıştım”
"EKMEK KAVGASINI YAZDIM"
1980’li yıllara kadar kendilerinin, Avrupa standartları seviyesinde ücrete sahip işçiler konumunda olduklarının altını çizen Er, 12 Eylül darbesi ile sürecin tersine çevrildiğini söylüyor. ’88-89’lu yıllara doğru gelindiğinde işçilerin asgari ücret seviyesinde ücret almaya başladığını aktaran Er, “Çelik işçisi kitlesel meşru eylemlerle, buna karşı koydu, susturmaya çalıştılar, buna rağmen işçileri teslim alamadılar. Çünkü bu emek mücadelesiydi, ekmek kavgasıydı. İşçiler çalıştıkları halde çocukları açlık çekiyordu, yokluk çekiyordu. 4 Mayıs sabahı ilkbahar mevsiminde İSDEMİR’in Doğuş kapısına ‘Bu iş yerinde grev var’ pankartını astık ve bu grev 137 gün sürdü. Emek dünyasında mal olan bu grevi bir bellek oluşsun, yazılı bir belge haline gelsin diye yazdım. Bu çalışmayı ‘Korlaşan Ateş’ adlı kitapla kalcı hale getirdim. Kitapta grev süresince yaşananları anlattım. Grevi ölümsüzleştirmek istedim. Emek dünyasında yer alsın kaybolmasın istedim. Bu kitapta var olan şey grevde yaşananlardır, işçi ve fabrika hayatıdır” şeklinde konuşuyor.
"BİR TON DEMİR PARASI"
Yazdığı romanın bugüne dair, sendikalaşma, grev ve mücadele ile haklarını alınabileceğinin mesajını verdiğini dile getiren Er, “Hükümetin, Başbakan Özal’ın, Bakanların grevin başarısız olması için uğraşlarını, işçilerin grev sürecindeki değişimlerini, aileleri ile sürece katılmalarını, kısacası derslerle dolu süreci işçilerin hafızasında yer etsin diye bugüne taşıdım. Beni etkileyen ve grevin fitilini ateşleyen bir olayı anlatmak istiyorum. Fabrikada sözleşme ile ilgili toplantı vardı. Bir toplantıda bir işçi kalktı eli yüzü kömür siyahı. Kok bölümünde çalışıyordu. Bir tek gözleri ışıldıyordu. ‘Başkan bize maval anlatma, bizim hikaye dinleyecek halimiz kalmadı. Darbe olduğundan beri hep böyle konuşuyorsunuz. Yek ekmeğe muhtaç olduk. Bizim ceklerle, ciklerle işimiz yok. Bir ton demir parası istiyoruz’ dedi. Gidelim arkadaşlar demesi üzerine bütün işçiler peşi sıra gitti. Bunları kitapta anlattım. Grev orada başladı diyebilirim” diyor.
"GENÇ İŞÇİ KUŞAKLARI BİLSİN…"
Er sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu kitap benim için çok önemliydi. Hem grev döneminde pratik mücadele içindeydim hem de günlük tutuyordum. Belki günün birinde yazarım diyordum. İSDEMİR grevi, ’80 yılında yaşanan en uzun ve en büyük grevdir. Büyük destek gördük grev boyunca. Ama kazanınca herkesi yüksek bir zam alınca unutuldu. Ben unutulmasın bugünkü başta İSDEMİR işçileri olmak üzere genç işçi kuşakları bilsin diye yazdım. Turgut Özal, işçilere grevle bir şey elde edilemeyeceğini, grevin modasının geçtiğini söylüyordu. Ama 137 gün süren grev işçilerin kazanımı ile bitti. Hükümet MESS’i devre dışı bırakarak direkt sendika ile görüştü ve işçilerin taleplerini kabul etti. İşçiler yüzde 300 lira zamma tekabül eden 1 ton demir ücretini aldı. İşçiler ‘Grevle hak alınmaz’ iddialarını çürüttüler. Kendi güçlerini tanıdılar, 12 Eylül darbesinin ellerinden aldığı hakları geri kazandılar. Bu kültürün yaşatılması, o grevin unutulmaması için yazdım. Emek dünyasına o yıllardaki işçilerin en büyük hediyesi, mirasıdır. Emek ve demokrasi adına buna sahip çıktım, unutulmasın diye yazdım.”
"HER İŞÇİNİN BİR HİKAYESİ VAR"
“Bugün neden işçi dünyası yeterince romanların, öykülerin konusu olmuyor” diye sorduğumuz Er, şunları söylüyor: “Bir şeyin yaratılması için onun bilinmesi gerekir. Edebiyatı yaratacaklar başta aydınlar ya da işçi dünyası içinden çıkmış kişiler. Aydınlar işçinin çalışma koşullarını yeterince bilmiyor, işçinin yaşadıklarından bihaber. Aydınların ilgisizliğini değiştirecek güçlü bir işçi hareketi de yok. Türkiye’de çok ciddi bir şekilde köy romanı yazıldı. Köy romanının yaygın yazılmasının esas sebebi köy enstitüsü öğrencilerinin Anadolu’ya yayılması ve Anadolu’daki yaşantıyı görmelerinden kaynaklandı. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Mehmet Başaran Anadolu’yu tanımasaydı bu kadar güzel köy eserleri bırakmazdı. Öncelikle tanımak gerekir, bilmek gerekir. Sanayi işçileri edebiyatta zayıf yer bulmuş. Oysaki bir edebiyat yaratacak olaylar, hikayeler, mücadeleler var. İşçi dünyası, emeğin dünyası, Her işçinin, her fabrikanın bir hikayesi var. Özellikle bu kitabı yazarken işçilerin köyden çıkıp gelmeleri, üretimin bir parçası olunca yaşadıkları değişimi, dönüşümü ve hakları için mücadele ederken farklı bir işçi haline gelmelerini yansıtmaya çalıştım.”