Kırıka: Çeyiz sandığını talan etmeyen Zeybekler
Türkü tüm güzellikleriyle sadece düne ait bir şey adeta. Bugün türkülere yapabileceğimiz iki çeşit muamele var; ya gizlendikleri yerden çıkartıp yeniden yorumlayacak ya da “modernize” edeceğiz. Yeni türkü yakmak mı, yok artık! Yok değil, Kırıka var mesela, az da olsa bunu yapanlardan.
İlk albümü ‘Kaba Saz’dan dört yıl sonra ikinci albümü ‘Yılların Ettiğini’ni rakı masası başta olmak üzere tüm güzel muhabbetlere katık etti Kırıka, kısa süre önce. Yine çoğu, 96’da hayattan göçen Egeli şair Mustafa Kamil Gök’e ait olan şarkı sözlerinin hepsini Salih Nazım Peker bestelemiş. Geçtiğimiz hafta albüm tanıtım konseri veren grupla kuliste buluşuyoruz. Salih Nazım Peker, Orçun Baştürk, Erdoğan Türksever ve Özgür Yılmaz’den oluşan çekirdek kadronun yanında; Bergamalı Nazmi Ürk (trompet) ve oğlu Uğur (klarnet), Yunanistan’dan Nikos Skafidas (keman) ve Tuncay Korkmaz (ağız mızıkası) da sahneyi bekliyor.
ZEYBEK, BLUES, COUNTRY…
Aslen İzmirli ama sırtını Ege’nin zeytin ağaçlarına verip denize açılmış bir tayfa Kırıka. Bergama düğünlerinden Çiçek Pasajı’na, Buenes Aires’ten New Orleans’a uzanan bir müzikal iklimden beslenebilmek için denizden korkmamak lazım zira. Zeybek, rebetiko, tango, blues, çiftetelli ve roman havasını yan yana düşünmek dahi ziyadesiyle saçma geliyorken, Kırıka bu türlerin hepsini birbirinin içine yedirmeyi başarıp geleneği başka geleneklerle harmanlamış her nasılsa. ‘Şehirli halk türküsü’ diyor ait olduğu türe.
Favori türkümün ‘Güzel Dokuz’ olduğunu açıklıyorum. Oradan başlıyor Salih Nazım Peker; “Egeli olduğumuz için en belirgin özelliğimiz zeybek türü besteler. Güzel Dokuz, İstanbul Blues Kumpanyasına selam verdiğimiz bir parça. Usul açısından zeybek ama içinde blues var, country var. Albümde iki kardeş zeybek var, aynı geleneğin altını çiziyor; Başıbozuk Zeybek ve Sarhoş Zeybeği. Trompette Nazmi abi ve klarnette Uğur’un tavırları çok önemli. Batı sazları ile zeybek ve oyun havası çalınan bölgeden, yani Bergama’dan geliyorlar. Nazmi abi ile bir yıldır beraberiz. Bergama trompet geleneğinin içinden yetişmiş, bu geleneğin özünü çalan bir usta. Bu besteleri düğünde de çalabileceğini söylüyor ki bu çok önemli bizim açımızdan. Tam İzmir grubu olduk artık. İzmir müziğinde trompet olacak, klarnet olacak… bağlama zaten var. İki zeybeği de bestelerken Kuzey Ege Zeybeği ve Marmara zeybeğinden ilham aldım. Bizim gelenekle böyle bir ilişkimiz var. Bu ilişkiyi seviyoruz. Türkiye’de çok sevilen türküleri farklı farklı sesler yorumluyor ya da modernize ediyor. Bir noktadan sonra bu biraz bana folklorun, repertuarın suistimali gibi geliyor. Çeyiz sandığı bu, ama oradan beslenip yeni şeyler yapmak gerekir.”
Ankara ve Karadeniz’de de yeni türküler üretildiğini hatırlattığımda Salih Usta, “ama Ege’den çıkmıyor” diyor. “Ege müziği ritmik olarak ağır bir müzik. Hepimiz halayı, horonu uydurabiliriz ama zeybek iddialı bir dans. Zaten birlikte tutunarak oynamak dayanışmacı bir duygu veriyor. Zeybeği iyi teneffüs etmeden oynayamazsınız Kafkas dansı gibi.”
Cazla tango, oyun havası ile rebetiko ve zeybeği birleştiren mühendisliğe hayranlığımı ifade ettiğimde “mühendislik değil fantezi bu, zevk” diye düzeltiyor.
Nazmi Usta’nın “düğünde çalarım” demesi Kırıka’nın geleneği bugünün duygusuyla yeniden ürettiğinin en güzel ifadesiyse de, zeybeğin içine soktukları Amerikan folkunun başat enstrümanı ağız armonikasını duyunca bir “western zeybek” fantezisiyle karşı karşıya kalıyor dinleyici. Bu, geleneğe bağlılığının yanı sıra yersiz yurtsuz bir dünya malı haline de getiriyor Kırıka’yı. Bu düşüncemi paylaşınca espriyi hak ediyorum; “yalancı gelenek işte, yalancı dolma gibi bir şey.”
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA…
Kırıka’nın şehirli halk müziği yaptığından bahsettik. Peki, bizde neden halk türküleri sadece köy kökenli algılanır? Neden İstanbul türküleri “sanat müziği” adlı muamma türün içerisine atıverilmiş de İstanbul ve diğer kentlerin halkının türkü yaktığı varsayılmamıştır acaba?
“Tarihi bir gerçekliğin yanında bu duruma folklor ve milliyetçilik arasındaki bağlantıdan doğru da bakmalıyız. Dünyanın her yerinde folklora merak milli kimlikle oluşmuştur. Bizde de milli kimliğin en temiz en pak olduğu yerin köy olduğu inancı vardı 19. yüzyıl Türk aydınlarında. O nedenle de köye bakma gereği duymuştur. Osmanlıyı düşündüğünüzde şehir neresi; İstanbul. İstanbul’a baktığında Ermeni’yi, Yahudi’yi, başka unsurları görmek zorunda kalacaksın. İstenilen amaca ulaşılamayacak diye bir sıkıntı duyuluyor. Onun için bir hayali köy yaratma durumu olmuş.”
Kentlerde insan sayısı artar ama kentli insan sayısı azalırken Kırıka’nın, dolayısıyla şehirli türkünün tek derdi bu değildi. Türkünün sadece geçmişte olmuş bitmiş olaylar, duygulanımlarla ilişkilendirilmesi, bugünün türküsünün yakılmıyor olmasının belki de en büyük nedeni kendi halk müziğinden etkilenmeyen bir pop müziğimiz olması. “Aslında Anadolu Pop bu işi çözecekti. 72 yılında büyük bir değişim oluyor ve Anadolu Pop ölüyor” diye başlıyor anlatmaya Kırıka, “Eskiden Anadolu Rock grupları düğünlerde de çalabiliyorlarmış mesela. Oyun havası, arkasından Pink Floyd da çalabiliyorlarmış. Popüler müziğimiz ile folklor arasında da çok büyük mesafe var. Yunanistan’da en popüler pop şarkıları zeybetikodur. Kalkarsın ağır zeybeğini oynarsın. Bu güzel bir şey, normali de bu. Amerikan folku da böyledir. Bizde kendi kültürüne mesafeli olma durumunun en büyük nedeni Batı kompleksi tabii. Güzel istisnalar da var ama. Karadeniz müziği mesela. Kazım’ın (Koyuncu) yaptığı işler. Karmate, Marsis... 90’lı yıllarda Alevilerin pop deyişleri oldu. Güzel örnekler çıktı ama şimdi sesi soluğu kesildi. Jiguli güzeldi mesela. Hem folklor hem de bugünü yakalayan bir şey vardı. Gerçek bir şeydi.”
İSPİRTOCU, OYUNCAKÇI, BOYACI…
Kırıka, Mustafa Kamil Gök’ün tek şiir kitabındaki bütün şiirleri bestelemiş. Kırıka’nın hayal dünyasıyla çok uyumlu bu şairin şiirleri bittiğine göre bundan sonraki yolculuğun istikametini soruyorum:
“Bizdeki şarkılarda hep aynı anonim duygular, sıkıntılar vardır. Hiç gerçek duygu yok, daha çok kafiye var. Piyasa müziği anonimi de suistimal ediyor. Bu müziği, sanatı, gitgide insani duyarlılığı öldüren bir şey. Mesela İspirtocu Saim’in aşkını düşünelim (İlk albümden bir türkü), orada somut bir adam var, bir portre çiziliyor. Benim uğraştığım yeni bir insan tipi var. Ahşaptan kuklalar yapan bir oyuncakçının hikâyesi mesela. Bir de Boyacı Niyazi var, bir ayakkabı boyacısının hikâyesi. Bunları yapmaya çalışacağız. Bu iki kişi de vefat etmiş gerçek insanlar. Somut bir insanı, aşkı, acıyı anlatmak istiyoruz.”
TOPLUM OLMAK İÇİN RAKI MUHABBETİ ŞART
Şehir deyince meyhane, meyhane deyince rakı geliyor akla ister istemez. ‘Demlenelim Bu Akşam’ türküsünde, “İçimizdeki ah o gavur rakı ağacı boy atsın, büyüsün” diyen Kırıka’cılara rakı kültürü ile ilişkilerini sormamak büyük hata olacaktı. “Rakı kültürü ile bizim müziğimizin çok doğrudan bir bağlantısı var. Rakı komikleştirilerek sadece eğlence kültürüne hapsedilmek isteniyor ki eğlence kültürü de çok önemlidir. Kuşaklar arası kültürel aktarımın en kuvvetli olduğu yerler rakı sofraları ve düğünlerdir. Sen babandan anandan bir şey yapmayı öğreniyorsun. Toplumsal normlar oralarda çok görülür. Oturup kalkma, yeme içme, oynama, büyüklerinle küçüklerinle, kendi yaşıtlarınla konuşma, karşı cinsle ilişki kurma alanıdır. Bunu hayattan çıkartmaya kalktığın zaman kendi kültürel kimliğini sıfırlıyorsun, toplumsal aktarımın en büyük dinamosu olan yeri bombalıyorsun demektir. Toplum olmaktan vazgeçiyorsun, sürü olmaya doğru gidiyorsun demektir. Bu çok tehlikeli…”
MEYHANE ŞARKILARI ASLINDA HALK TÜRKÜLERİDİR
Köy yaşamı sadece müzikte değil edebiyatta da baskınken şehir, şehirdeki farklı uluslar ve onların folklorlarını bugünden bakarak nasıl keşfedebiliriz? Kırıka’nın ataları kim, başka bir deyişle?
“Yahya Kemal’den başlar. Ahmet Hamdi Tanpınar İstanbul şehir musikisini ve şehir duygusunu çok güzel anlatır. Sait Faik, adalardaki Rumların müzik geleneklerini çok anlatır. Türk sanat müziği dediğimiz şey İstanbul’un ve Rumeli’nin folklorunun saray kültürü ile birlikte incelmesi ile oluşmuş. Bunun da temelinde folklor var. Folkloru nasıl insanların yaşamından ayırabileceksin ki? Pişirdiğin bulgur da folklor, seyyar satıcının bağırmasındaki name de folklor. Geleneğin özü denen adam Tamburi Cemil Bey’dir. Bohçacı kadının arkasından koşup, namelerini notaya almıştır. Bunun kıymetli bir şey olduğunun farkındadır. Klasik müziğin her zaman folklordan etkileşimi olmuştur. Ama suni olarak yaratıldığında; Türk sanat müziği, Türk halk müziği dendiğinde sıkıntı çıkıyor. Elazığ halk müziğini, İstanbul, Rumeli halk müziğini nereye koyacaksınız mesela, o kadar şehirli tavırlar var ki. Bizim bugün meyhanelerde okuduğumuz Türk sanat müziği parçaları şehirli halk müziğidir.”
PİYASA ASSOLİST MÜZİĞİ DAYATIYOR
Kırıka’yla ile ilk kez karşılaşan “solistin sesi duyulmuyor, ne dediği tam anlaşılmıyor” diye düşünebiliyor. “Biz grup müziği yapıyoruz. Sadece solo vokali değil, bası da trompeti de, davulu da dinleyeceksin. Sözleri anlamak için de bir zahmet kitabı açıp okuyacaksın. Emek harcayın biraz” diyor Kırıka. Söz grup müziğine geliyor ister istemez. “İki albümümüzde de beste olduğunu duyunca çok şaşırıyor insanlar. En büyük sıkıntı Türkiye’de grup müziğinin olmaması. Piyasanın dayattığı şey assolist müziği. Onda da şu enstrümanı bu star çalacak, şu okuyacak… sonra mikslenecek. Müzik değil montaj bu ama. Grup müziğini öldüren bir ihale ortamı var. Ben arabeski önce bu noktadan eleştiriyorum, yani üretim şeklinden. Gayri sanatsal, çok çirkin; adam toplama üzerine.
Müziğin kendi sesi yok artık. Başka işlerle bitiyor; televizyon kanallarıyla, patronlarla... Bir başka büyük sıkıntı müziğin kendi medyasının olmaması. Kaldı mı müzik dergisi, nasıl olmaz!
Türkiye’de müzik, görsel hadisenin tufasına çok fazla düştü. Birçok müzik, albümden önce klibi düşünülerek yapılıyor, ona göre beste bulunuyor. Büyük satış kaygısı var. Bu zehirli bir şey, müziği öldürüyor.”
Evrensel'i Takip Et