Yazar Seda Ünsar: Düşüş, Batı ve Doğu arasında gidip gelen bir aydınlanma romanı
Yazar Seda Ünsar ilk romanı "Düşüş"ü anlatı.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Özgür ÇETİNER
Düşüş (İnkılap Kitabevi) Yazar Seda Ünsar’ın ilk romanı… Alt başlığı ise “Siyaset Ve Felsefe Odasında Aşk Hikayeleri”… Geçtiğimiz günlerde ikinci baskısını yapan kitabını anlatan Ünsar “Düşüş, Batı ve Doğu arasında gidip gelen bir aydınlanma romanı” diyor.
“Düşüş” siyaset ve felsefe odasında aşk hikayeleri içeren varoluşçu bir roman… Altyapısında akademik tezleri de içeriyor. Sartre, Camus gibi varoluşçu yazarlara baktığımızda, hayata dair politik ve felsefi muhalif duruşlarını edebiyat aracılığıyla ifade ettiklerini görüyoruz. Siz de ilk romanınızda felsefe ve siyaseti edebiyat aracılığıyla mı ifade ediyorsunuz?
Bilinçli bir seçim olmasa da sanırım bu soruya evet diyebilirim. Çocukluğumdan beri edebiyata büyük bir ilgim var. Okuma yazmayı öğrendiğim andan beri büyük bir tutkuyla Türkçe ve İngilizce roman okuyorum ve hatta yazıyorum diyebilirim. Ulysses’i İngilizce olarak okuduğumda on dört yaşındaydım. İngilizce olarak Shakespeare, Türkçe olarak Rus klasiklerini ve Jean Jacques Rousseau, Jean Paul Sartre gibi filozofların kitaplarını liseye gelene kadar okumuştum. Varoluşçuluk hayatı açıklayan temel bir felsefe olarak böylece çocukluğuma sızmış oldu. Düşüş’ü konu veya kurgu olarak üzerinde düşünmeden, bir bilinçaltı boşalması gibi yazdım. Bu yüzden aklımda olan, tezlerimden ve akademik hayatımdan yıllardır biriken düşünceler, bir anda kağıda karakterlerin tartışmaları, kendi kendilerine konuşmaları olarak döküldü. Bu anlamda ben bilinçli olarak planlamamış olsam da felsefi ve politik hali edebiyat aracılığıyla ifade etmiş oldum.
"KAPİTALİZM VE EMPERYALİZM ELEŞTİRİSİ"
Romanla ilgili Mahal Dergi’de ve Panzehir Edebiyat’ta çıkan bir inceleme yazısında modern ve postmodern edebiyatın niteliklerini bir arada bulundurduğuna dikkat çekilmiş. Romanı yazma tarzınızı Varlık dergisinde sürreal filmleriyle bilinen David Lynch’e referans vererek açıklamışsınız. Bu durumda siz Düşüş’ü modern mi postmodern olarak mı kategorize edersiniz?
Romanın temel metaforları birbirine ontolojik anlamda bağlı olan özgürlük, bilgi ve erdem olduğundan bu soruya modern edebiyat diye yanıt vermek isterim. Örneğin, Bir Pazar Günü Buhranı bölümünde Ali karakteri San Fransisko’daki evinde gördüğü bir rüyada kendini Holbach’ın evinde bir yemek davetinde buluyor. Bu davet aydınlanma filozoflarıyla beraber Fransız Devrimi’ne giden yolun düşünsel temellerinin atıldığı bir davet. Kayıp Zaman bölümündeyse, rüyasında İslam dünyasının aydınlanma filozofları olan Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt ve Ömer Hayyam’ı görüyor. Bu rüyada İslam’da akılcılığın temelleri atılırken birdenbire beliren Gazali’yle bu temelin nasıl yok edildiğine tanık oluyor. Gazali ile Hume, Gazali ile postmodernizm ve İbni Rüşt’ün Batı’da laikliğe giden yolu açan çifte hakikat teoremi üzerinden cumhuriyet devrimini düşünüyor. Aşk ve Sır bölümünde imparatorluktan cumhuriyete geçiş Neomarksist ve liberal teoremlerin eleştirel bir birleşimiyle analiz ediliyor. Bu ve buna benzer politik, felsefi tartışmalar, Marksizm ve Postmarksizm tartışmaları, postmodernizm ve örneğin emperyalizmin söylemi olarak kimlik siyasası kritiği, romandaki özellikle Doğu ontolojisi için tamamlanması hayati olan modernite fikri ve onun savunusuna işaret ediyor. Yine roman içinde Ali’nin yazdığı 19. yüzyıl Rusya’sında geçen roman da hem üslup hem içerik anlamında klasik, modern edebiyat olarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Öte yandan, fikir olarak olmasa da üslup olarak, sadece romandaki rüyalarda değil, birçok yerde postmodernizm hissedildiğini de söyleyebilirim. En net birkaç örnek, Ali’nin rüyaları ve geçmişi hatırlamalarındaki yarı sürreal anlatım ile S karakterinin yazdığı, metaforlarla kaplı kapitalizm ve emperyalizm eleştirisi olan hikaye olarak verilebilir.
Romanın alt başlığında aşka olan referansa dönelim. Romanın kurgusunda aşk büyük bir yer tutuyor mu?
Büyük bir yer olmasa da önemli bir yer tutuyor. Aşk S ve Ali karakterleri için ters anlamlarda olan bir şey. Şöyle ki S için aşk, platonik bir idea gibi gerçek ve hayatın anlamıyken, Ali için sadece film ve edebiyat başta olmak üzere sanat dünyasında varolabilen bir idea. Bunda Ali’nin romanın açılışında T. S. Eliot referansıyla işaret edilen gölgede (Düşünceyle gerçek arasına, devinimle eylem arasına düşer gölge) yaşayan, çocukluğu ansiklopediler ve filmler arasında geçmiş, düş ile gerçek arasında gölge bir karakter olmasının büyük rolü var. Ali için gerçek hayatla idealar arasında Plato’nun iki dünyası gibi bir ayrım var. S ise bu iki dünyanın birleşimini ya da birleşme arzusunu temsil ediyor.
"ÇAĞLAR ARASI VE TOPLUMLAR ARASI BİR DİYALOG"
Düşüş’te geniş bir yelpazede politik ve entelektüel soyağacı söz konusu. Bu altyapının da temelde bir Batı-Doğu karşılaşması üzerine kurulu olduğu birçok yerde dile getirildi. Bu karşılaşma neyi temsil ediyor?
Düşüş, çeşitli incelemelerde, Batı ve Doğu arasında gidip gelen bir aydınlanma romanı, bir çağ romanı ve toplumsal bir roman olarak değerlendirildi. Bir çağ romanı tespitinde, benim dikkatimi çeken şey, romanın hayatın anlamını ve anlamsızlığını yaşadığı çağda fakat önceki çağlara da uzanarak sorguladığının belirtilmesi. Toplumsallık tespitinde dikkatimi çeken şey ise, Türkiye’yi de içeren fakat asıl evrensele uzanan bir toplumsallıktan bahsedilmesi. Bu iki tespit bence Düşüş’ü çağlar arası ve toplumlar arası bir diyalog olarak konumlandırıyor. Bu diyaloğun üzerinde yükseldiği temel ise işte bu Batı ve Doğu karşılaşması.