10 Kasım 2022 03:48

İran | Hareketin en kilit parçası devreye girmedi: İşçi grevleri

"Genel grev konusuna yönelik tartışmalar olayın ekonomik etkilerinin altını çizdiği için asıl sınıfsal ve toplumsal işlevini görmezden geliyorlar."

Fotoğraf: Sarkhatt

Paylaş

İran'da İşçi Örgütlenme Eylem Komitesi Raporu

Siyasi isyandan yaklaşık 50 gün geçti. Bu 50 günün içerisinde ne denli bedel ödendiği ve ne kıymetli canların kaybedildiğini hepimiz biliyoruz. Bunun sebebini de biliyoruz: Tarihsel olarak toplumsal hareketlerde her ne kadar halkın çoğunluğu yer alsa da aslında bu hareketlerin ilerleyişinde örgütlü mücadeleyi sahada gerçekleştiren aktif bir azınlık söz konusu. Dolayısıyla bu azınlık gruplar normalde hedef haline gelir, tutuklanır ve öldürülür. O yüzden, bugünlerde sokaklarda kanı dökülen, okulda, yurtta ve iş yerlerinde kaçırılıp tutuklanan her birinin başına bir şey gelmesi isyana yapılan dönülmez bir darbedir. 

REJİM SIRTINI BASKI AYGITINA VERİYOR

Devrimin tıpkı farklı duraklardan geçen bir tren gibi bir süreç olduğunu biliyoruz. Halk isyanı her zaman bu sürecin ilk durağı, fakat devrim istikametine ulaşmak ‘devrimci durum’ durağından geçmeden olamaz. Devrimci durumdan kasıt şudur: “Aşağıdakiler artık var olanı istemez, yukarıdakiler artık var olanı devam ettiremez.” Bugünlerde, bu denklemin birinci şartı mevcut. Yani toplumun çoğunluğu artık ne mevcut duruma ne de mevcut rejime tahammül ediyor. Denklemin ikinci şartına yönelik ise İran rejimi bütün protestolara rağmen hâlâ durumun kontrolünü tamamıyla kaybetmedi. İran rejimi yurt içinden ve yurt dışından büyük ekonomik ve siyasi darbeler aldı ve yıprandı. Ancak sırtını hâlâ kendi baskı aygıtı ve mali kaynaklarına veriyor. İran rejimi bu ‘maddi gücü’ elinde bulundurduğu sürece biz ‘devrimci durum’a varamayız.

FARKLI COĞRAFYALARDA DEĞİŞKEN BİR İLERLEYİŞE SAHİP

Devrimci durumdan uzak olmamızın sebebi, bu isyanın farklı alan ve coğrafyalarda değişken bir ilerleyişe sahip olmasından. Örneğin, ülkenin kimi büyük üniversitelerinde bugünlerde ‘ikili iktidar’ söz konusu. Devlet; üniversiteleri baskılayamıyor, derslerin düzenli olmasını sağlayamıyor ve okulların durumunu normalleştirmekte sorun yaşıyor. Okullarda güvenlik güçleri ve sivillerin saldırılarına rağmen öğrenciler kendi güç ve kurallarını aşağıdan uygulamaya çalışıyorlar: Dersleri boykot ederek, cinsiyet temelli ayrıştırılmış mekanlara sahip çıkarak ve zorunlu örtünmeyi hükümsüz kılarak... 

Örneğin, Sanandej Üniversitesinden gelen bir görüntüde erkek ve kadın öğrenciler cinsiyete göre ayrıştırılmış yemekhanede hepsi bir araya gelerek, ele ele verip masaların üstünde dans ediyorlar. Liselerde de aynı minvalde fakat daha küçük çapta bu örnekler söz konusu: Bir yandan müdürler, müdür yardımcıları ve devlet yanlısı öğretmenler öğrencileri kontrol edemiyor, öte yandan kız öğrenciler kendi iradeleriyle Zorunlu Örtünme Kanunu’na karşı çıkarak dersleri ve okul gezilerini boykot ediyor. Bu gibi durumlarda okulların müdürleri okul dışı baskı güçlerine başvurarak bu ikili iktidarı paydos ederler. Dolayısıyla, liselerde ikili iktidarın sürdürülmesi öğrencilerin tecrübesizliği ve baskıya karşı savunmasızlığı nedeniyle üniversitelere kıyasen daha zor, geçici ve istikrasızdır.

‘PROTESTO’ VE ‘AYAKLANMA’ AŞAMALARINI GEÇTİK

Okullar ve üniversitelere kıyasen işyerleri ve devlet dairelerinde manidar bir sessizlik sürmekte. Geçinmenin toplumun çoğunluğu açısından imkansızlaşmasına ve işyerlerindeki itirazların hemen siyasi protestolara dönüşebilmesine rağmen son iki ay içerisindeki işçi eylemleri; devlet ve işverenler tarafından iki yöntemle engellendi: Birincisi, geciken ödemeleri ödeyerek; ikincisi, işyerlerini fazlasıyla güvenlikleştirerek.

Sokak protestoları konusunda da aynı değişkenlik söz konusu. Örneğin, Kürdistan’ın kimi illerinde tabandan gelen güç o kadar ilerledi ki son haftalarda devlet binaları birkaç kez geçici olarak protestocuların eline geçti. 

Her ne kadar şu an devrimci bir durumda değilsek de kesinlikle artık ‘protesto’ ve ‘ayaklanma’ aşamalarını da geçtik. 2017 ve 2019’daki halk ayaklanmalarının aksine 2022’deki gelişmelere yeni etmenler dahil olduğu için artık bir ‘hareket’ten bahsedebiliriz: Üniversitelerin grevleri, liselerde siyasi ve radikal bir atmosferin oluşu, kadınların belirgin isyanı, itaatsizliği ve kamusal alanlarda zorunlu örtünmeyi hiçe saymaları, eylemlere kimi avukat ve doktorların katılması, (geçici ve kısıtlı olsa bile) siyasi grevlerin öğretmenlere, petrokimyada çalışan taşeron işçilere kadar genişlemesi, esnaf gibi kriz içinde orta sınıflıların katılımı, ilerici semboller ve sloganların yayılması, özellikle kadın hakları konusunda ulusal azınlıklar arasında dikkate şayan dayanışmalar gibi hususlar; bu protestoları iktidarın devrilmesini amaçlayan bir siyasi harekete dönüştürmüştür.

İŞÇİ GREVLERİ DENKLEMİ NASIL DEĞİŞTİRECEK?

Devam eden hareket, farklı parçaları çalışmakta olan büyük bir makineye benziyor. Buna rağmen, bu hareketin en kilit parçası devreye girmemiştir: İşçi grevleri. Genel grev konusuna yönelik tartışmalar olayın ekonomik etkilerinin altını çizdiği için asıl sınıfsal ve toplumsal işlevini görmezden geliyorlar. Genel greve yönelik bu yanlış kavrayışlar uluslararası yaptırımların uygulanmasının ekonomik olarak genel grev yerine geçebileceğini varsayıyor. Halbuki, uluslararası yaptırımların uygulandığı ülkelerde iktidarlar, bütün paraları, baskı aygıtını ayakta tutmak için harcıyor, kamu hizmetlerini kısıtlıyor ve sömürü artıyor. Halbuki genel grevde mesele yalnızca işçi, memur ve askerlerin çalışmaktan imtina etmeleri değil. Tam tersi; mesele fabrikalar, devlet daireleri ve silahların yönetiminin ele geçirilmesi. Buna ilaveten, genel grevden grev komiteleri çıkıyor ve bu komiteler şûra (konsey) denilen bir organın köşe taşı. Bu durumda, resmiyeti olan fakat gücünü yitiren iktidara paralel olarak toplumun tabanında gücü olan fakat hâlâ resmiyeti olmayan bir iktidar oluşuyor. Bu koşulların hiçbiri genel grev dışında gerçekleşemez. Tam da bu noktada sağ muhalefetin genel grevin olgusuna ve işlevine ilişkin sınıfsal olmayan bakış açısı sosyalistlerinkinden ciddi bir biçimde farklılaşıyor.

Devrimciler için genel grev stratejiktir ve hareketin başlangıcından kaç ay geçerse geçsin bizim asıl görevimiz hareketin denklemini devrimci duruma dönüştürmek amacıyla hâlâ aynıdır: İşçi grevlerinin yeşermesi için çaba göstermek. 

Muhaliflerin bir kısmı etkisiz grev çağrılarını bir ara yol olarak kullanmıştır. Halbuki eğer bu enerjinin onda biri işyerlerindeki dayanışma ağlarını genişletmeye odaklansaydı bugün devrimci duruma daha da yaklaşacaktık. Son haftalarda sokakta ve üniversitelerde verilen mücadelenin kazanımları o kadar muhteşemdi ki, bu kazanımları sürdürmek amacıyla belli bir stratejiye sahip olmalıyız.

DEVRİMİN LİDERLİĞİ MESELESİ

Aklıselimde 'siyasi liderlik’ tekil bir birey ya da figür şeklinde tezahür bulur. Halbuki devrimci liderlik her şeyden önce siyasi bir programı öne sürmekten başka bir şey değildir. Ve bu siyasi program ise toplumun ihtiyaç ve taleplerine yönelik verilen sınıfsal ve radikal çözümlerden ve bu doğrultuda bir yol haritası çizmekten başka bir şey değildir. Bundan sonra da bu siyasi programın mücadeleye nasıl dahil edileceği ve nasıl bir örgütlenme yapılması gerektiği gündeme gelir. Sadece ‘konsey hükümeti’ ve ‘konsey yönetimi’ne yönelik sloganların atılması bu siyasi programın yerine geçemez. Zira halk kitlelerinin dokunabildiği ve hissedebildiği bir ‘konsey organı’ hâlâ oluşamamıştır. Dolayısıyla, konsey fikri somutlaşmazsa ancak halk kitlelerinin bir kulağından girip diğer kulağından çıkacaktır. Bunun yerine, siyasi program iki alanı hedef alır: 

1 - Mülkiyet meselesi: Bu sorun devrimci programın merkezinde yer alır ve önemi algılandığında halk nezdinde devrim kelimesine nesnel bir anlam kazandırır. İslam Cumhuriyeti’nin olmadığı bir gelecekte petrokimya, elektrik santrallari, iletişim ve maden gibi büyük sanayinin mülkiyetine ne olacak? Vakıfların başına ne gelecek? Mantıklı olarak mülkiyet konusu havada kalamaz. Dolayısıyla, mülkiyeti ele geçiren her kimse iktidarı ele geçirip egemen bir güç haline gelecektir. ‘İktidar halkındır’ sözü üretim araçları üzerinde kamu mülkiyeti olmaksızın bir şaka gibidir. Dolayısıyla, sınıfsal konuların ve kamu mülkiyetinin gerekliliğini bu hareketin ufkuyla ilişkilendirmek bizim görevimizdir.

2 - Demokratik haklar için mücadele meselesi: Kadınlar ve çocukların hakları, cinsiyet azınlıkların hakları, ezilen ulusal ve mezhepsel azınlıkların hakları, ifade özgürlüğü ve idama karşı mücadele gibi hususlar bu kategoride yer alır.

İran gibi ülkelerde asgari demokratik taleplerin gerçekleşebilmesinin yolu sosyalist bir devrimden geçer. İran’ın kapitalist muhalefet gruplarının tüm kanatlarının herhangi bir demokratik potansiyelden yoksun olduğu açıktır. Ancak halkın çoğu için bu gerçeklik apaçık değildir. Bugünlerde ilk kez demokratik talepleri ön planda olan bir hareket doğduğu için her zamankinden çok demokratik hakları savunan ve savunmayanlar arasında, koyu bir ilerici ve gerici çizgi çizilmekte. Devrimci güçlerin ezilen halkların demokratik haklarını savunmakta öncül ve ısrarcı olmaları, sosyalist bir ufkun pratik savunuculuğudur ve bu da ezilen halkların güvenini kazandırabilir.

Çeviri: Mihri Roodi
Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

RTÜK'ten TV 5'e "Hakan Şükür" incelemesi: Kanal programı yayından kaldırdı

SONRAKİ HABER

EMEP Bursa İl Başkanı Hasan Özaydın: Yoksulluktan canlarından oluyorlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa