Hüzün Üçgeni: Sınıfsız sömürüsüz bir dünya mümkün mü?
Güney Birtek, "Hüzün Üçgeni" filmine dair yazdı.

Görsel, Hüzün Üçgeni filminin afişinden alınmıştır.
Güney BİRTEK
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda;
beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Kızılderili Atasözü
Avrupalı modern toplumun iletişim sıkıntılarını ve davranış biçimlerini irdeleyerek sinemada hiciv anlatı stilinin çağdaş yönetmenleri arasında sayılan Ruben Östlund, yeni filmi Hüzün Üçgeni (Triangle of Sadness) ile Cannes Film Festivali’nde ikinci kez Altın Palmiye alarak büyük bir başarı sağladı. Yönetmeni, ilkin Avrupalı orta sınıf bir ailenin iletişim sorunlarını ele aldığı Turist (Force Majeure, 2014) filmiyle tanımış olsak da dünya çapındaki başarısını; çağdaş sanatın toplumsal değişime etkisini ve sanatın ne olduğunu sorguladığı eleştirisel Kare (The Square, 2017) filmiyle elde etmişti.
Birbiriyle bağlantılı üç perdeli hikayeden oluşan Hüzün Üçgeni, hiciv komedi anlatı stiliyle sınıflar hiyerarşisini ters yüz ederek uygarlığı yeniden yorumlayan bir film. Fiziksel güzelliği/yakışıklılığı sayesinde belli bir statü elde eden manken sevgililerin hikayesi üzerinden şekillenen filmin birinci bölümünde, bireylerin sosyal statülerinde cinsiyetlerine göre nasıl davranışlar sergilediği mercek altına alınıyor. Film, kadın erkek ilişkilerini toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden sorgulamaya çalışıyor. Örneğin lüks bir mekanda gelen hesabı erkeğin mi yoksa erkekten daha fazla kazanan kadının mı ödemesi gerektiğini tartışmaya sunan yönetmen, ikinci bölümde sınıflar hiyerarşisini “lüks gemi” üzerinden metaforlaştırıyor. Lüks gemide çalışan işçilerin zenginleri memnun etmek için ellerinden geleni yapma mecburiyeti filmin sarkastik yapısında sallanmaya başlarken son bölümde paranın gücünü elinde tutan egemen sınıfın, paranın artık işlemediği bir bölgeye (ıssız ada) düşmesiyle yaşama nasıl yabancı kaldıklarını görüyoruz. Ruben Östlund, seyirciye, sermayenin hiçbir anlam ifade etmediği bir dünyada yaşanırsa doğal yaşamla uyumlu, yetenekli ve avcı insanın ilk çağlarda olduğu gibi lider olabileceğini hatırlatıyor. Lüks gemide tuvalet temizleyicisi olan kadın karakter, ıssız adada doğayla kurduğu yaşamsal fonksiyonları ve yetenekleriyle kapitalist dünyada hizmetçiliğini yaptığı insanların lideri olabiliyor. Filmin hiyerarşik çatışması da bu katman üzerinden kuruluyor. Artık bu yeni yaşamda zenginin değil, doğayla uyumlu ve yetenekli insanın güçlü kaldığını görüyoruz.
“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” diyerek sınıfsız sömürüsüz bir dünyanın mümkün olabileceğini söyleyen Karl Marx’ın bu sözü filmin politik zemininin iskeletini oluşturuyor. Filmin tematik yapısı, kapitalizmin arşa çıktığı günümüz dünyasında sınıfsız sömürüsüz bir dünyanın ne kadar mümkün olabileceğini sorguluyor. Ruben Östlund, gücü kim ele alırsa alsın, bireyin bir zaman sonra gücü korumak için zorbaya dönüşüp benmerkezci davranacağını söylüyor. Fakat bu durumu apolitik karakter üzerinden kuruyor. Filmin içinde Karl Marx’ın sözleri geçtiği için Marksist perspektiften filmi yorumlamaya çalışayım. Marksizm, kökenini diyalektik üzerinden kurduğu için değişime dönüşüme açık bir ideolojidir. Geçmişteki hatalar, sosyalizmin bundan sonra da öyle olacağı anlamına gelmez. Marx’ın çok beğendiğim bir sözü var, “İnsancıl olan hiçbir şey bana yabancı olamaz” der. Filmde, Ruben Östlund’un bana göre yakalayamadığı yahut Marksizmi yanlış yorumladığı bir açık var. Film, sonucuyla, gücü ele geçirenin yozlaşacağını söylüyor fakat bunu apolitik bir karakter üzerinden kuruyor. İnsan kolektif bilinçle, örgütlenmeyle güç kazanan bir canlı. Tarihsel süreçten bilinir ki; bu kolektif bilinç birlikte hareket etme güdüsünü güçlendirerek dayanışma ve paylaşma ruhunu yükseltir. Evet apolitik, monarşist ya da Marksizmi yeterince temellendirememiş birey güce sahip olduğunda yozlaşır. Bunun da tarihsel izahı iktidar zehirlenmesi olarak bilinir. Gücü örgütlü bir toplumun ele alabileceğini düşünürsek işte o zaman filmin sonucundan uzaklaşırız. Ruben Östlund, gücü bireyin inşası üzerinden kurduğundan kurtuluşun olamayacağını öngörüyor. Filmin eleştirisel hicvine ironilerle süslü umutsuzluklar inşa ediyor. Politik eleştiri sadece birey (apolitik) üzerinden inşa edildiği için varılan sonuçta eksiklikler görüyorum. Çünkü yönetmenin ele aldığı tema insanlığın neden sınıfsız sömürüsüz bir dünyada eşit olamayacağı üzerinden kurulmuş. Fakat güç toplumsal bir harekete dönüştüğünde Marksizmin devrimci diyalektik süreci bu fikri, bu sonucu çürütebilir kapasiteye sahip. Film sınıflar üzerinden neden-sonuç ilişkisi kurarak insanın güce tapmasını ve kapitalizm olmadan yapamayacağına sarkastik bir eleştiri sunmaya çalışıyor fakat karikatürize edilmiş apolitik karakterleriyle ele aldığı mühim meseleyi ne kadar doğru bir terazide ölçüyor, orası tartışılır.
Evrensel'i Takip Et