ÇHD davasında sona doğru: Mahkeme başkanı avukatlara kısıtlama getirdi, jandarmaya ‘salonu boşalttırdı’
ÇHD üyesi avukatların mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek yargılandığı davanın karar duruşması dördüncü gününde devam etti. Mahkeme başkanı avukatların tamamını dinlemedi.
Fotoğraf: MA
ÇHD üyesi avukatların mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek yargılandığı davada sona gelinde. Davanın pazartesi günü başlayan karar duruşmasının bugünkü duruşmasında söz alan avukatlar delillerin sahte olduğunu anlattı, 10 yıllık yargılamadaki usulsüzlükleri sıraladı.
5 avukat beyanda bulunduktan sonra mahkeme başkanı savunma için 5 avukata söz verdiğini, başka avukata söz vermeyeceğini söyledi. Avukatlar karar itiraz edince de jandarmaya ‘salonu boşalt’ talimatı verdi, kendisi de salonu terk etti. Davada 11 Kasım Cuma günü karar çıkması bekleniyor.
“HER HALÜKARDA MAHKUMİYET KARARI VERİLMEYE ÇALIŞILIYOR”
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve derneğin üyesi 21 avukatın "terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak” suçlamasıyla yargılandığı davanın, pazartesi günü başlayan karar duruşması dördüncü gününde avukat beyanları ile devam etti.
Silivri Hapishane Kampüsü duruşma salonunda görülen duruşmada ilk olarak Avukat Fikret İlkiz konuştu. “Bu dava hakkında söylenecek en yeni şey, bu dosyada yeni söylenecek hiçbir yeni şeyin olmadığıdır” diyen İlkiz, davada eskiden olup bitenler dışında hiçbir şey bulunmadığının altını çizdi.
Yargılanan avukatların mesleki sebeplerle yaptığı açıklamalar iddianamenin her yerinde ‘örgüt yöneticiliği’ suçlamasına delil olarak sunulduğunu ifade eden İlkiz, bahsi geçen suçlamaların ancak ‘propaganda’ suçuna gerekçe olabileceğini söyledi ve ekledi: “Peki savcılık önümüze ne getiriyor? Bunları örgüt yöneticiliği suçuna gerekçe yapıyor. Savcılık biliyor ki, iddia konusu eylemler 6352 sayılı yasa kapsamında kalıyor. Bunlardan mahkumiyet dahi verilemez ama bunların örgüt yöneticiliği suçuna delil sayılması istenmiş. Yani yasa kapsamında kalacak olması önemli değil, her halükarda bunlardan bir şekilde mahkumiyet kararı verilmek isteniyor. Üstelik bu kapsamda kalan iddialar, dosyadan ayrılarak başka bir esasa kaydedilmiş, buna rağmen iddianamede var. Propaganda iddiasıyla dava açmanız, ısrarla bu davaları sürdürmenizin hiçbir anlamı yoktur. AİHM, bunun bir yasa bile olamayacağını açık şekilde ortaya koymuştur. Bu suçlamalar, bir ‘bastırış’ malzemesidir.”
“KENDİNİZE GÖRE USUL, KENDİNİZE GÖRE CEZA KANUNU OLUŞTURUYORSUNUZ”
İlkiz, Kozağaçlı’nın 19 Aralık katliamı döneminde Ceza Tevkifevleri Genel Müdürü olan Ali Suat Ertosun’un sorumluluğuna ilişkin basın açıklamasından ceza aldığını ve AYM’nin bu karara ilişkin ihlal kararı verdiğini de hatırlatarak, “Kendinize göre bir usul, kendinize bir ceza kanunu oluşturuyorsunuz yani. Bize sorumluluk hatırlatmaya kalkıyorsunuz ya; dönün Ceza Kanunu'na bakın: Hakkını kullanan kişiye ceza verilmez. Kapattığınız avukat meslektaşlarımızın özgürlüklerini iade edin. Tek bir kararınız, 1000 yıl sonra bile, yargıç teminatının örneklerinden olacaktır. Burada yargılanan avukatların tarihidir bu yargılama. Ancak hüküm kuranın tarihi yoktur. Sizin tarihinizi bile biz yazarız” diye konuştu.
İlkiz’in ardından Avukat Hasan Fehmi Demir söz aldı. İddianamenin ‘kumpas’ bile denilemeyecek bir iddianame olduğunu söyleyen Demir, “Kumpas içinde hileyi zorunlu kılar, değerli ile değersiz karıştırılır. İddianamede ise değerli hiçbir şey yok, kumpas olamayacak kadar kaba yalan” ifadelerini kullandı. “Neden kaba yalan olduğunu iki olayla size anlatayım” diyen Demir şunları anlattı: “2013'teki ilk iddianame 600 küsür sayfa. 2017'deki iddianame ise 500 küsür sayfa. Çok laf yalansız olmaz. Toplam 1100 sayfa olamaz mı iddianame? Olur, ama 1100 sayfalık iddianamenin 3 sayfalık mütalaası olmaz. 1100 sayfalık iddianame 5 sayfalık mütalaa, 3 sayfalık ek mütalaa ile özetlenebiliyorsa, iddianamenin geriye kalan sayfaları yalandır.”
GÜRLEK’İN TANIK SORGUSUNU HATIRLATTI: SİZ BÖYLE BİR SORGU GÖRDÜNÜZ MÜ?
Davanın seyriyle ilgili beyanlarına devam eden Demir, “18. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dava sürerken gidip 37. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davayı açtılar. Soruşturma aşamasında savcı ile görüştük, dedi ki bize, ‘o iş öyle değil, çok yeni delillerim var.’ Bir baktık ki, aynı tanıklar, aynı dijitaller, üzerine birkaç tane tanık ekleyivermişler. Bunu gören 18. Ağır Ceza Mahkemesi birleştirilerek görülmesini istiyor davayı. 37. Ağır Ceza Mahkemesi hemen reddediyor, itiraz merci reddediyor, 37. Ağır Ceza Mahkemesi de koşa koşa karar veriyor. İki yıl boyunca bu birleştirme talebi, itiraz süreçleri devam ederken koşa koşa nasıl karar verilmiş 37. Ağır Ceza Mahkemesinde? Siz de şimdi dosyayı karar çıkarmaya çalışıyorsunuz. İddianamelerde toplam 21 tanık gösterilmiş, mahkemenizde dinlenen hiç yok, biri bile dinlenmedi. Talimatla dinlenen iki tane var. Geri kalanların hiçbirini ne bize sormuşsunuz ne siz dinlemişsiniz. Tüm iddianame bunun üzerine kurulmuş. Tutarsız ihbarları nedeniyle görevden alınan istihbaratçı İ.Ö. isimli tanık var örneğin. Savcı talep etmedi ama o dönemki heyet başkanı Akın Gürlek resen getirip gizlice dinledi. İtirafçı B.E'yi de Gürlek dinledi. B.E’nin örgüt üyeliği davası birleşiyor ve davada mahkeme başkanı Akın Gürlek. Gürlek aynı zamanda B.E'nin itirafçı olduğu soruşturmada Sulh Ceza'da ilk sorgusunu alan hakim. Yani 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde onu üçüncü kez görüyor. Akın Gürlek, itirafçı B.E'yi şöyle sorgulamış: ‘Sanıkları tanıyorsun, değil mi?’, ‘Ayda bir toplanırlar, değil mi?’, ‘Pozisyonlarını biliyorsun, kod adları da var, değil mi?’. Bunların tamamını duruşma zabıtlarına dayanarak okuyorum. Böyle yönlendirmiş, böyle sorgulamış tanığı. Siz kıdemli bir hakimsiniz, hiç böyle bir şey gördünüz mü acaba? Tanık dinlemek böyle yapılmaz. Ceza Muhakemesine tamamen aykırı iş yaptı. Ayrıca SEGBİS'le dinlenirlerken yanlarında ne hakim ne de savcı bulunuyor. Böyle tanık dinleyemezsiniz. Hakimin yasaklılığına, ne zaman işe bakamayacağına geri dönelim. Akın Gürlek, İtirafçı B.E'yi sorgulamış, tutuklamış, diğer dosyada yargılamaya devam etmiş, başka dosyada tanık olarak dinlemiş. Mümkün değildir.”
BELÇİKA-HOLLANDA BELGELERİ, ORİJİNALLİĞİNİN TESPİTİ İÇİN BİR TÜRLÜ ATK’YE GÖNDERİLMEDİ
Dosyanın en önemli delilleri kabul edilen ve üzerinde oynandığı ortaya çıkan Belçika- Hollanda belgelerine dair de konuşan Demir, “Dosyadaki evraklara göre, en geç Ocak 2007 tarihinde Türkiye'ye gönderilmiş olmalı. Dolayısıyla 2007 tarihinde ellerinde diyebiliriz bu dijitaller. Aradan 15 yıl geçtikten sonra ilk defa huzura geliyor ve siz hiç şüpheye düşmüyorsunuz. Bu belgeleri getirdikten sonra Adli Tıp Kurumu'na (ATK) göndereceğinizi söylediniz. Adli Tıp'a sorulacak soruları hazırladık, size gönderdik. Talebimizi reddettiniz. Bu belgelerin orijinalliğinden şüphem yok, dediniz. Uzmanlık alanınız dahi olmayan bir konuda bunu söylediniz” diye konuştu.
Mahkumiyet gerektirecek hiçbir akla uygun suçlama, hiçbir hukuka uygun delil bulunmadığının altını çizen Demir “Arkadaşlarımızı yeterince özgürlüklerinden mahkum bıraktınız” diyerek tahliye ve beraatlerini talep etti.
“DİJİTAL DELİL GRUBU AÇIKÇA SAHTEDİR”
Ardından beyanda bulunan Avukat Derviş Emre Aydın, adli bilişim uzmanı gözüyle ATK raporunu incelediğini belirterek bir slayt sundu. ATK’ye giden dosya hakkında taleplerinin reddedildiğini hatırlatan Aydın ATK’nin incelemesine dair, “Dosyadaki belgeler ile orijinali olduğu söylenen 6 adet harddiski karşılaştırıp hiçbir eşleşme olmadığını söylemişler. Raporun son başlığında, sizin bahsettiğiniz 7. sayfada da bir başka CD içerisindekilerle dosyadaki belgeler arasında eşleşme olduğu söylenmiş. Başka dijitallerde yok bu CD'de var: Bize düşen de bu CD'nin nereden geldiğini araştırmak oldu. Bu CD'ye ilişkin ne zaman oluşturulduğunun tespitini yaptığımız zaman 2005 yılı olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Kısmi eşleşme olduğu söylenen evraklar 23 Kasım 2005'te oluşturulmuş. ATK bu tespiti yapabilirdi, yapmamış. Yani savcılığın iddia ettiği gibi 2004'te ele geçirilmemiş bu CD, 2005 tarihli ilk işlem, başka işlemleri de görüyoruz” dedi.
Bu CD’nin buraya nasıl geldiğini sorguladıklarını belirten Aydın, “Hollanda 1 adet DVD yolluyor; savcı 1 adet DVD istiyor; Ramazan 6 adet HARDDİSK, 4 adet DVD, 1 adet CD gönderiyor; Adli Emanete 6 adet Harddisk, 3 adet DVD ve 2 adet CD kayda alınıyor, ATK eşleşmeyi son CD'de buluyor. Bakın, emanete alınan dijital delil grubu orijinal değildir. Açıkça sahtedir” diye konuştu.
Aydın son olarak şunları söyledi: “İlginç bir eşleşme bulduk yaptığımız araştırmada. ‘FETÖ'cülerin istihbaratta uyguladığı ilginç bir pattern (model) varmış. Hrant Dink dosyasında gördük. 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki gerekçeli kararda, ‘Ramazan Akyürek'in örgütün çıkarına çalıştığı, sahte evrak tanzim ettikleri, yardımcı istihbarat elemanları çalıştırıp çalışma kapsamının dışına çıkarttıkları, kullandıkları kişilerin soruşturma dosyalarını da gizlemeye çalıştıkları’ yazıyor. Bizim dosyadaki İ.Ö. ile birebir aynı. O dönem Emniyet İstihbarat tamamen bu modeli kullanıyormuş anladığımız üzere. Ve gizlemek için de ekstra bir şeyler yapmışlar. İ. Ö. anlatıyor, hapishaneden alıp Ali Fuat Yılmazer ile görüştürmüşler. 33. Ağır Ceza Mahkemesinin iddianamesinde de gerekçeli kararında da var bu. Talimatı aldıkları kişiler belli. Bu ajanların nasıl kullanıldığını kim ortaya çıkarabilir? Avukatlar. Avukatlar bu dosyaları didiklediklerinde bunlar ortaya çıkacaktı" dedi.
“ARADIĞINIZ DELİLLER SAHTE DİJİTALDE BİLE YOK”
Daha sonra Avukat Oğuzhan Topalkara'nın beyanlarına geçildi. Hollanda ve Belçika belgelerinin bu dosyanın esası olduğunu ve kararın sahte ve çürük olan bu belgeler üzerine inşa edileceğini söyleyen Topalkara, mahkeme heyetini bu nedenle reddettiklerini hatırlattı. Topalkara, sahte delillerin nasıl üretildiğini ve iddianamenin bunların üzerine nasıl kurulduğunu kurguladığı örneklerle açıkladı. Topalkara şunları söyledi: “Bu belgelerle ilgili çok önemli bir şey var. Hiçbir zaman güvenmedikleri ellere bırakmamışlar. Mahkemeler 9 kere yazmış, hiç göndermemişler bile, yıllarca. Bir kere birisi fotokopi yollamış. Onu gönderen kim, İsmet Bozkurt. Sayın savcının mesai arkadaşıydı, yakın zamanda tanıdık biz kendisini. ‘FETÖ’ borsacısı çıktı. Bir kere mi temiz el görmez bu Hollanda-Belçika belgeleri?”
Topalkara belgelerle ilgili şöyle devam etti, "Siz ne buldunuz, biz ne bulduk, ona bir bakalım bir de. Adem Özcan’ın (firari savcı) iddianamesine bakalım biraz. Halkın Hukuk Bürosu'nun örgüt ile bağını ortaya koyduğunu söylediği belgeyi rakamıyla yazmış Adem Özcan. 300 kalem evrakta aradık: Sahte dijitalde bile yok. Siz Kozağaçlı ile Timtik'i en az 6 yıldır tutuklu tutuyorsunuz bu evrakla, Özgür Yılmaz’a hüküm verdiniz sayın Başkan. İddianamede yazmış yine savcı Adem Özcan, ‘yurtdışına rapor gönderiyormuş avukatlar’. Numarasını da vermiş evrakın, aradık, sahte dijitalde bile yok sayın Başkan. Yok, yok, yok. Avukatların örgüt ile bağlantısı olduğu fikrini kurduğunuz evraklar yok sayın Başkan.”
“ÇÖKEN ÇATININ ALTINDA MI, DIŞINDA MI KALACAKSINIZ?”
Mahkemenin alacağı kararla sahte belgelerden ibaret çürük iddianamenin sorumluluğunu alıp almayacağının belli olacağını söyleyen Topalkara, “Hollanda Belçika belgeleri bundan ibarettir, şimdi çöktü bu dosya. Altında Ramazan mı kalacak? Siz yıkılan bu çatının altında nerede kalacaksınız, kararınızla onu vereceksiniz sayın Başkan. Ramazan'ın, Fikret'in, savcı Adem'in yanında mı yoksa dışında mı?” diye konuştu.
“KARARLARI ALAN BİRÇOK HAKİM ŞU ANDA TUTUKLU”
Avukat Several Ballıkaya ise şunları söyledi: “Hiçbir usul kuralına uyulmaksızın bu soruşturmalar yürütülmüştür. Örneğin, meslektaşlarımız avukat olmalarından ötürü, avukatlara uygulanması gereken soruşturma usullerinin hiçbirine riayet edilmemiştir. Adalet Bakanlığından izin alınması zorunlu olsa da, bu izin alınmamıştır. İstisna halinin dosyada bulunmadığı da açıktır. İzin sürecine tabi yürüseydi, izin alınana kadar ifade dahil hiçbir usul işlem yapılamayacak, soruşturma devam etmeyecekti. Ancak soruşturma tamamlanmış, şart tamamlanmadan dava açılarak kovuşturma aşamasına geçilmiştir. Meslektaşlarımız hakkındaki tüm iddialar avukatlık faaliyeti, yani görevleriyle ilgiliydi. Dosya kapsamında yapılan tüm iletişimin dinlenmesi ve teknik takip kararları yasadışıdır. Bu kararları alan birçok hakim şu anda tutukludur.”
22 AVUKATIN SANIK OLARAK YARGILANDIĞI DAVADA 5 SAVUNMA SINIRLAMASI
Avukatların beyanda bulunmaya devam etmesi bekleniyordu ancak mahkeme Başkanı 22 avukatın sanık olarak yargılandığı dosyada tüm sanıklar müdafi olarak 5 avukata söz verdiği gerekçesiyle başka bir avukata söz vermeyeceğini belirtti. Avukatların, her bir sanık için 3 müdafi hakkı olduğu itirazlarını dinlemeyen mahkeme başkanı salonu boşaltması için jandarmaya emir vererek salonu terk etti.
Davanın cuma günü görülecek duruşmasında karar verilecek.
Çağdaş Hukukçular Derneği, "Savunma hakkımızı gasp eden mahkeme başkanı kanuna aykırı emirle Jandarma'ya müdahale emri verdi. Kabul etmiyoruz! Susmadık, susmayacağız!" dedi.
November 10, 2022
10 YILLIK ÇHD DAVASINDA NELER YAŞANDI?
10. yılına yaklaşan ÇHD’li avukatlara yönelik yargılamada ilk dava 2013 yılında başladı. 20 avukatın sanık olarak yer aldığı İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması yapılan dosyayı hazırlayanlar 15 Temmuz 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra ihraç edilen, tutuklanan ya da firar eden savcı ve emniyet görevlileri idi. Avukatların yargılaması sürerken 2017’de ikinci bir dava daha geldi. İstanbul 37’nci Ağır Ceza Mahkemesi görülen davada deliller aynı idi. Bu kez dava açılan avukat sayısı 22’ydi ve bunların 14’ü tutuklu yargılanıyordu. Dahası görülen davada sanık olarak yer alan bazı avukatlar ilk davada da sanıktı. İkinci davada yargılama bir yıl sonra başladığında, avukatlar da bir yıldır tutukluydu.
5 gün süren duruşmada mahkeme heyeti oy birliğiyle tahliye kararı verdi. Aynı gece savcı karara itiraz etti ve tahliye edilen avukatlar hakkında aradan 24 saat geçmeden tekrar tutuklama kararı verildi. Tahliye veren hâkim de başka bir mahkemeye gönderildi. Mahkeme başkanlığına da hâkim Akın Gürlek getirildi. Gürlek, avukatlar hakkında iddialarda bulunarak tutuklanmalarını sağlayan tanık Berk Ercan’ı soruşturma aşamasında tutuklayıp yargılama aşamasında da tahliye etmişti.
Pek çok usulsüzlüğün yaşandığı yargılama sürecinin karar duruşmasında avukatlara dava açılmasında kilit rol oynayan ve ‘silahlı yağma’, ‘bıçaklı saldırı’ gibi suçlardan hükümlü olan gizli tanık İ.Ö.’nün 141 ayrı davanın gizli tanığı olduğu ortaya çıktı. Öyle ki İ.Ö. o duruşmada ‘Ben çok mahkemede tanığım, bu hangi mahkeme bilmiyorum’ bile diyebildi.
Tutuklu avukatların ve müdafilerinin katılmadığı 20 Mart 2019 tarihli duruşmada kararı açıklayan mahkeme 18 avukata toplamda 159 yıldan fazla ceza verdi. Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, Eylül 2020’de 14 avukat yönünden mahkûmiyet kararını onadı, avukatlar Barkın Timtik, Selçuk Kozağaçlı ve Ezgi Çakır yönünden ise bozma kararı verdi.
Selçuk Kozağaçlı ve Barkın Timtik’in İstanbul 18’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘örgüt yöneticiliği’ suçlamasıyla yargılandığını, 2017’deki dosyada ise ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla yargılandığını anımsatan Yargıtay, dosyaların birleştirilerek değerlendirilmesine hükmetti. Böylece yargılama ilk dosyada birleşti.
Dava kapsamında tutuklu yargılanan Avukat Ebru Timtik ise adil yargılanma talebiyle başladığı ölüm orucunun 238. gününde hayatını kaybetmişti.
SAHTE DELİLLERLE HÜKME GİDİYOR
2013’te yapılan operasyon sonrası başlayan davada 15 Kasım 2021'de mütalaa sunuldu. Mütalaada savcı, yargılanan tüm avukatların “terör örgütü yöneticiliği”, “terör örgütü üyeliği” ya da “terör örgütü propagandası” suçlarından cezalandırılmasını talep etti.
Dosyada cezalandırılması istenen avukatların isimleri şöyle: Selçuk Kozağaçlı, Barkın Timtik, Oya Aslan, Taylan Tanay, Günay Dağ, Betül Vangölü Kozağaçlı, Güçlü Sevimli, Gülvin Aydın, Güray Dağ, Efkan Bolaç, Serhan Arıkanoğlu, Mümin Özgür Gider, Metin Narin, Sevgi (Özer) Sönmez, Alper Tunga Saral, Rahim Yılmaz ve Selda (Kaya) Yılmaz, Naciye Demir, Özgür Yılmaz, Şükriye Erden.
Avukatlara yönelen suçlamaların dayanağı olarak ise takip ettikleri davalar, müvekkilleri ve mesleki faaliyetleri, hapishane ziyaretleri gösterildi. Suçlamaların delili ise itirafçı tanık ve gizli tanık beyanları ile 2004-2006 yılları arasında Hollanda ve Belçika’dan Türkiye’ye getirildiği söylenen ‘örgütsel dokümanlar’dı.
Davanın en önemli dayanağı kabul edilen ve yıllardır ulaşılamayan Hollanda-Belçika belgelerine geçtiğimiz ocak ayında mahkemeye ulaşmıştı. Mahkeme başkanının 25 Ocak 2007’den bu yana hiç açılmadığı söylediği belgeler incelenmesi için Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.
Söz konusu belgelerle ilgili rapor ise eylül ayında görülen duruşmasında dava dosyasına girmişti. Rapora göre, CD ve DVD’lerin herhangi bir müdahaleye uğrayıp uğramadığı araştırılmadı. Mahkeme, dosyaya gelen ATK raporunun yeterli olduğunu söyleyerek avukatların süre taleplerini de reddetti.
1 Nisan 2004'te Hollanda ve Belçika ülkelerinde yapılan uluslararası operasyonda ele geçirildiği belirtilen dijitaller, 2007 yılında dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek'in imzasıyla adli emanete alınmıştı. Akyürek şu anda, Gülen yapılanması üyeliği, resmi evrakta sahtecilik ve resmi belgeyi yok etme suçlarından hükümlü.
Davanın 11 Kasım’da görülen duruşmasında ise 6 harddisk, 3 DVD ve 1 CD olarak alınan belgeler, Ramazan Akyürek tarafından savcılık makamlarına teslim edilirken 6 harddisk, 3 DVD ve 2 CD oluverdi.
Avukatlar son konusu dijitallerin içerisinde Spiderman, Leon gibi popüler filmler, Ahmet Kaya, Burhan Berken gibi sanatçıların şarkıları da yer alıyor. 1 Nisan 2004'te ele geçirildiği belirtilen dijitallerin içinde, ele geçirilmesinden 22 gün sonra 23 Nisan 2004'te vizyona giren Kill Bill: Volume 2 filminin yer alıyor olmasına dikkat çekti.
Öte yandan mahkeme sanık avukatlarının tahrifat incelemesi yapılması talebini, “Başka dosyada sahtecilik ve kumpas işlerine bulaşmış olmaları, bu dosyada da yaptıkları anlamına gelmez, bu dosyaya özel inceleme yapmak gerekir” diyerek reddetmişti. (İstanbul/EVRENSEL)