Bir Olay: Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” açıklaması | Bir Kavram: Ulusal sorun
Lenin tarafından ortaya konulan UKKTH, ulusal baskı politikalarının karşısında ulusların nasıl yönetilmek ve yaşamak istediğine özgürce karar verebilme hakkıdır.
Kaynak: Unsplash
Bir olay: Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” açıklaması
AKP’nin düzenlediği “Türkiye Yüzyılı” başlıklı toplantıda, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişle övünüp geleceğe dair hayal sattığı konuşması esas gündem maddesiydi.
Yoksulluğun ve enflasyon karşısında eriyen ücretlerin anılmadığı konuşmasında refahın tabana yayıldığını iddia eden Erdoğan, “İnancından dolayı dışlanan Müslüman’ın, dilinden dolayı ayrımcılığa uğrayan Kürdün, meşrebinden ötürü baskı gören Alevi’nin, haksızlığa maruz kalan bu toprakların evladı Hristiyan ve Yahudi’nin …” yanında olduklarını ileri sürdü. Bu haftaki sayımızda Erdoğan’ın konuşmasından öne çıkan noktalardan birisi olan ve temel bir demokrasi meselesi olan ulusal sorunu ele aldık.
Bir kavram: Ulusal sorun
Feodal üretim biçiminin çözülmeye başlaması ve aristokrat sınıfın yerine yükselen burjuvazinin egemenliğinin geçmesiyle birlikte çok uluslu ve parçalanmışlıkla karakterize olan feodal imparatorluklar, yerini ulus devletlere bıraktı. İlk ulusal hareketler feodal iktidara karşı burjuva ulusal hareketler biçiminde ortaya çıkarken, tarihsel bir kategori olan ulus, meta üretimine dayanan ve dolayısıyla her şeyden önce bir iç pazara ihtiyaç duyan kapitalizmin bir ürünüydü. Nitekim Stalin ulusu, “tarihsel olarak oluşmuş, ortak bir dil, toprak, ekonomik hayat ve kendini ortak bir kültürde bütünleyen ruhsal biçimleniş temelinde oluşan, istikrarlı bir insan topluluğu” olarak tanımlar. Ulusun tarihsel bir kategori olduğunu söylemek, hiç kuşkusuz onun belirli tarihsel koşulların ürünü olduğu gibi bir sonu da olacağını söylemek demektir.
Tarihsel olarak ulus devletlerin de oluşumuyla birlikte, ulusların arasındaki mücadele esasında burjuvazi için bir pazar kavgasını ifade ediyordu. O günden bugüne, tekelci burjuvazinin dünyayı paylaşma mücadelesi kimi zaman açıktan savaş biçimine dönüşürken milliyetçilik de bu noktada çıkarları burjuvaziyle karşıtlık içinde bulunan işçi sınıfını “ulusal çıkarlar” adı altında yedeklemenin, politik istismarın bir aracı haline gelir. Emperyalizm çağında ulusal sorun, sömürge ülkelerde ve çok uluslu devletlerin kendi içindeki bir sorun olarak iki biçimde ortaya çıkar.
ULUSLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI VE KÜRT SORUNU
Ulusal sorunun sınıfsal, sosyal ve politik yanlarının karmaşıklığı, onun karakterine olduğu kadar çözümüne dair de farklı tartışmaları öne çıkarır. Bir ulusun mensuplarının, özgürce yaşama, dilini konuşma, kültürlerini yaşatma, bir ulus olarak resmi olarak tanınma gibi ulusal hak eşitliği temelindeki talepleri baskılanır. Bu baskılanma kimi zaman ezen ulus tarafından asimilasyon ve soykırım politikalarına kadar varabilir. Bu noktada ezilen ulusların üzerindeki sömürü ve baskı politikalarına karşı ulusal hak eşitliği talebi, demokratik bir talep olarak öne çıkar.
Marksizmin ulusal sorunun karakterine ve çözümüne dair yaptığı en önemli katkı, Lenin ve Stalin’in çalışmalarıdır. Bu noktada özellikle Lenin tarafından ortaya konulan Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı, ulusal baskı politikalarının karşısında ulusların nasıl yönetilmek ve yaşamak istediğine özgürce karar verebilme hakkıdır. Bu hak, özü itibariyle ayrı bir devlet olarak örgütlenebilme hakkını da ifade eder. Ancak, ezen ve ezilen ulusların işçi ve emekçileri, eşit haklar ve gönüllü birlik temelinde bir arada yaşamı da örgütleyebilir. Dolayısıyla ayrılma hakkı ve tercih birbirine bağlı ama iki ayrı konudur. Üstelik sosyalistler, ayrılma hakkını her zaman tanımakla birlikte bunu her zaman desteklemezler. Sosyalistler hangi biçimin işçi sınıfı ve emekçiler için daha faydalı olduğuna bakar, o doğrultuda mücadele eder. Ancak örneğin ezilen ulusun işçi ve emekçileri için bunun aksi yönde bir karar verirse bu kararı tanırlar.
Türkiye’de de ulusal sorun yeni bir olgu değildir. Devletin tutumu ve söylemleri yıllar içinde sürekli değişse de ulusal baskılar daim kalmış, sorun demokratik biçimde çözüme kavuşamamıştır. Kürt siyasetçilerin tutuklanması, partilerinin kapatılması ya da sistematik sansür, dilin yasaklanması, kültürün baskı altında tutulması, ulusal kimliğin yok sayılması gibi uygulamalar Türkiye’nin demokrasi sorunu açısından Kürt sorununu en önemli başlıklardan biri haline getirir. Üstelik ulusal hak talepli ortaya çıkan mücadeleler kriminalize edilirken, özellikle son 30 yılda burjuva siyaseti için ulusal sorun, “oy potansiyeli” olarak görülmüştür.
Ezen ulus burjuvazisi, UKKTH’yi gerek askeri gerek farklı politik yollarla ihlal etse de işçi sınıfı bu hakkın tanınması ve demokratik çözümün hayata geçirilmesi için mücadele etmelidir. Zira ulusal sorun, yalnızca ezilen ulusun işçilerinin sorunu değildir. Ulusal sorun, çıkarları ortak olan işçi sınıfının içinde bölünmelere yol açmak için burjuva demagogları tarafından kullanıldığı gibi burjuvazi tarafından politik ve ekonomik baskılar için de kullanılabilir. Bu nedenle Marksizm, UKKTH’yi ilkesel biçimde savunur ve işçi sınıfının çıkarları, her türlü ulusal baskının sona ermesi için bu hakkın savunulmasını her ulusun işçi sınıfının önüne bir ödev olarak koyar.