Örgütlüysek güçlüyüz özgürlüğümüz için ayaktayız!
Çağrımız, devraldığı ataerkil ilişkilerle birlikte kapitalist barbarlığı tarihin çöplüğüne gönderme; sosyalizm için mücadele etme çağrısıdır.
Fotoğraf: MA
Hazan İLİK
Emek Gençliği MYK üyesi
“Değişecek. Dünya küresinin dağları, denizleri, okyanusları, gölleri, ovaları, bozkır ve çölleri, nehir yatakları, buzulları, kent ve köyleri nasıl değişiyorsa, insan ilişkileri de değişecek.”*
Genç Hayat’ın sayfaları Türkiye’nin dört bir yanındaki genç kadınların kaleminden çıkanlara ev sahipliği yapıyor. Bu sayfaların her bir satırında bugün ihtiyaç duyduğumuz değişimlerin, “Ah keşke” dediğimiz insan ilişkilerinin, hayal ettiğimiz dünya halinin nüveleri, ayak izleri mevcut.
Özgür ve demokratik bir üniversite, güvenli bir kampüs için yan yana gelen üniversiteli kadınların, “Astığım astık, kestiğim kestik” diyen atanmışlara rağmen kendi yaşam alanlarını nasıl koruyup geliştirdiklerinin… Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından genç kadınların sermaye dostu ve kadın düşmanı olan, okulda, sokakta, işyerinde ve her yerde kendini ‘tek adam’ zannedenler karşısında nasıl tek adım bile geri adım atmadıklarının… Yoksulluk, şiddet ve taciz gibi tonlarca sorun içinde bir arada durmanın gücünü tadan genç kadınların yalnızlaştırılmanın, bireyci, bencil ve ‘Önce kendini kurtar’cı anlayışın yerine nasıl da dayanışmacı ve özgeci insan ilişkilerini ördüklerinin örneklerini görüyoruz.
İçinde bulunduğumuz memleket hali bu örnekleri önemsizleştirmeyi ve etkisiz addetmeyi, umudu yitirmeyi örgütlüyor. “Kendi okulumda üç kişiyle bir araya gelsem ne değişir ki?” sorusunu sorduruyor, tıpkı doğanın devinimi gibi toplumsal ilişkilerin de hareket halinde olduğunu gizlemeye çalışıyor. Değişimin olanaklarını görüp gerçeğe dönüştüremeyelim diye.
BİRBİRİMİZDEN GÜÇ ALARAK
Ne giydiğimizden ne yiyip içtiğimizin taciz aklayıcı birer tartışma konusu haline gelmesine, yurt giriş saatinden aile evinde yapılacak işlerin çifte standartlı niteliğine, toplumsal yaşamın her alanında adım adım örgütlenen şiddet sarmalına, daha az ciddiye alınmaktan hafife alınmaya, gündelik yaşamda “küçük küçük” maruz kaldığımız eşitsizliklere… Anne karnından beri başımıza musallat olan ataerkil “kader” karşısında örgütlenmenin hayat kurtardığı bir dönemden geçiyoruz. Faillerin cezasızlıkla ödüllendirildiği, katillerin ardındantaziye mesajlarının** yayımlandığı, kadınların şikâyet başvurularının ciddiye alınmadığı yerde ‘adalet’in yan yana gelen kadınların ısrarı sonucu elde edildiği; faillerin korunduğu,kadınlarınsa yalnız bırakıldığı, hiçbir eşitlik ve sosyal destek mekanizmasının olmadığı yerdebirlik olmuş kadınların birbirine güvenerek, birbirinin desteğini arkasına alarak sesini duyurabildiğini biliyoruz. Yazılı metinlerde yaşama hakkına sahibiz ama ‘ölmemek için’, hayatlarımız için mücadele etmek zorunda olan da biziz. Hiçbir üniversitede cinsel tacizi önleme birimlerinin kurulması önünde resmi bir engel yok ama tacizi önleyicimekanizmaların sağlanması ancak bir araya gelmiş kadınların ısrarıyla mümkün. Bu denklem bize özgürlüğe kavuşmak için, yasalarla ‘garanti altına alınmış’ veya henüz yazılı olmayan tüm haklarımız için zorunlu olarak mücadele etmemiz gerektiğini anlatıyor. Bu mücadelenin, zorunluluğun araçlarını güçlendirmek ve büyütmek ise ekmek ve su gibi bir ihtiyaç artık.
Bu sayfalarda sözü geçen öğrenci kulüpleri, toplulukları, okuma grupları ve genç kadınların mücadele aracı olarak kullandığı her türden birliktelikler… Az veya çok demeden bu birlikleri sınıflarımızdan, bölümlerimizden fakültelere ve üniversite, lise, mahalle geneline yayılacak genişliğe kavuşturmak; genç kadınlara hak bile görülmeyen, lüks addedilen ve gerçekçi bulunmayan psikolojik, kültürel, ekonomik, insanca yaşama isteğine ilişkin her türden talebin arkasında birlikte ve ısrarcı durmak, bizi bekleyen ‘sıradaki daha kötü günler’de nefes almanın aracı olacak, çıkış yolunu aydınlatacaktır.
BİZİMLE YÜRÜ!
Çağrımız elbette bununla sınırlı değil. Bu satırları okuyan tüm genç kadınları yaşadığımız sistemin kadınlar üzerindeki büyük baskı mekanizmaları karşısında bu dünyayı değiştirmeye, sınıfsız ve sömürüsüz yeni bir dünya inşa etmeye, dayatılan “kader” karşısında kendi kaderini yazma sorumluluğunu almış birer özgürlük savaşçısı olmaya, Emek Gençliği’ninyoldaşlığında yerini almaya davet ediyoruz aynı zamanda.
Çünkü Emek Gençliği, genç kadınların güncel, somut ve gündelik talepler etrafındaki mücadelesiyle tek adam yönetimi ve sermaye tahakkümü ile ataerkil ilişkilerden kurtarılmış bir gelecek mücadelesinin örgütlenmesi arasındaki köprünün adı.
Gelecekte, eşit ve özgür olarak yer almanın tüm gereklilikleri, toplumsal hayatın tüm alanlarında eşitliğin hüküm sürmesiyle karşılanabilir. Eşitsizliği yaratan sermaye sınıfınınortadan kaldırılması ancak işçi sınıfının, işçi kadınların mücadelesiyle, sosyalizmin programıyla mümkün.
Tersi, kadının ezilmişliği ve ikincil konumunun yok edilmeksizin sermayenin kârına hizmet edecek biçimler alması ve sınırları sermaye tarafından çizilen, eğilip bükülebilen bir eşitlik anlayışıyla baş başa bırakıyor bizi.
İşte bu yüzden çağrımız, devraldığı ataerkil ilişkilerle birlikte kapitalist barbarlığı tarihin çöplüğüne gönderme; sosyalizm için mücadele etme çağrısıdır aynı zamanda.
Tüm genç kadınları, 25 Kasım’a anlamını veren Mirabal Kardeşlerin faşizm karşısında verdiği mücadelenin ardılları olmaya; İran’da gerici diktatörlük karşısında hayatlarını ortaya koyarak direnen liseli genç kadınların eşit ve özgür bir dünya özleminin sesini büyütmeye;çalınan heveslerimizi, yeteneklerimizi ve yaşama arzumuzu geri almaya çağırıyoruz.
* Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk
**Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığında çalışan Hâkim Serkan Tüzün, eşini öldürdükten sonra intihar etti. Hâkimler Savcılar Kurulu katil hâkim için taziye mesajı yayımlandı.
***“2030 yılına doğru sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda G7 merkezli başlatılan Empower Women (Kadınları Güçlendir) Programı kapsamında belirlenen, işyerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ilkeleri: WE Principles” (Fulya Alikoç, “Bir 8 Mart sorusu: ‘kadın dostu’ kapitalizm mi? eşitlik için sınıf mücadelesi mi?”)