12 Kasım 2022 17:28

Genç kadınlar için nasıl birlikler, nasıl bir mücadele, nasıl bir politik hat?

Burjuvazinin bütün gericiliği geçmişte olduğu gibi yarın da tarihin mücadeleci güçleri tarafından öğütülecek. Ve muhakkak, mücadele eden genç kadınlar, şiddetsiz, sömürüsüz bir dünyada yerini alacak.

Kaynak: Mehmet Şerif Can

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

İstanbul

 

Türkiye’de ve dünyada her adımda mücadelenin ön saflarında gördüğümüz kadınlar, kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı upuzun bir mücadele birikimiyle yol alıyor. Önümüzdeki yol da hem uzun hem engebeli, hem bir yokuşu hem de bakması nefes kesen uçsuz bucaksız bir düzlüğü aynı anda anımsatıyor. Hâl böyle olunca ayağımıza takılan taşın, önümüze çekilen setlerin, bu kadarı da olmaz dedirten aymazlıkların, inanılması güç kimi tartışmaların çetelesini tutmak da, epey meşakkatli bir iş.

Ama bu meşakkatli işi “iyi” yaptığı düşünülen bir kadın hareketi var.

Bu “kadın hareketi” sahnesinde kimler yok ki… Bir yanda çeşitli kazanımları kabul etmek zorunda kalan burjuvazinin -en somut örneğini her 8 Mart’ta gördüğümüz- “Kadınlar yapar, kadınlar güçlüdür, eşitlik verimliliği arttırır” lafazanlıkları… Öte yanda iktidarlarının bekasını koruma görevini kadınlara “vatani görev” olarak tanımlayıp, üstüne milliyetçilik mukaddesatçılık soslu “kadın” güzellemeleri yapanlar… Ve kadınların esas sorunlarını yalnızca “eril tahakküm ve sömürü” ile açıklayarak, “kadınlarla erkekler arasındaki uzlaşmaz cinsiyet farklılıklarına” indirgeyerek, sorunun tarihselliğinin, toplumsallığının, sınıfsallığının üstünü örtüp çözümsüzlüğü örgütlemekte bir beis görmeyen çeşitli feminist akımlar ve örgütleri...

Hepsi her yerden yaşadığımız sorunların demokratik, sosyal ve sınıfsal yönlerine ilişkin kendi ideolojik tahayyülleriyle bu sahnede yer alıyorlar. “Kadın hareketi tarihi” diye kendi görmek istedikleri tarihi yazıyorlar, harekete kendi renklerini vermeye çalışıyorlar.

Sahnede bir de kadınların ezilmesini, ikincilleştirilmesini tarihsel, toplumsal ve sınıfsal bir olgu olarak ortaya koyan, nedenlerini sınıf sömürüsüyle eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak açıklayan, yani kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak gören, sınıf mücadelesinin de ancak kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini içererek başarıya ulaşabileceğini söyleyen bir hat var: Sosyalist hat! Ve bu hat; bugün bir hak olarak ifade ettiğimiz pek çok şeyin; tüm sosyal ve demokratik hakların geçmişte kazanılmasının tarihi aktörü olarak, kadın hareketinin içinden silinmeye çalışılsa, görmezden gelinse de vardı, var ve var olacak!

Kadınların çeşitli ideolojilerde tayin edilen konumu öyle bir ayna işlevi görüyor ki yansımasında her defasında bir sınıfı ve onun dolaysız çıkarlarını görüyoruz.

Bu aynaya özellikle feminist akımlar ve sosyalist hat açısından biraz daha yakından bakalım.

BİR YANDA “HEPİMİZİN EZİLMİŞLİĞİ AYNI” DİYENLER…

Kadın hareketi esasen kadınların ortak taleplerinden oluşan asgari bir programa, en geniş kadın kesimlerini birleştiren bir platforma sahip olması gereken bir hareket. Dolayısıyla ideolojik, politik, kültürel, ulusal farklılıklar hareketin doğasında var. Kadınların tüm yaşamsal haklarını korumak ve ilerletmek üzere birleştirici, mücadelenin bileşenlerini, öznelerini genişleten, geniş kadın kesimlerine seslenen ve onlarla güçlenen bir kadın hareketi bütün bu farklılara rağmen kitleselleşmeyi en temel, en yakıcı, en ortaklaştırıcı gündemler, talepler etrafında örgütlenerek sağlayabilir. 

Ama dedik ya, her ideoloji, yani aslında her sınıf, kendi rengini vermeye de çalışır kadın hareketine diye. İşte burada kadın mücadelesinin “öznesinin” kim olduğu sorusu çıkıyor ortaya. “Nasıl yani? E kadınlar işte, kim olacak?​” dediğinizi duyar gibiyiz. İşte orada biraz duralım.Elbette ki cinsiyete özgü ezilme, baskı ve ayrımcılık yalnızca sınıfsal konumlara indirgenemez, tüm sınıflardan kadınlar, sadece kadın oldukları için ayrımcılığın ve eşitsizliğin türlü biçimlerini yaşıyor. Ama aynı yaşamıyor! Kadınların ve erkeklerin iki uzlaşmaz kampa bölündüğü ve uzlaşmaz çıkarlarla tarif edildiği feminist bir toplum tahlili, kadınların “ortak ezilmişliğinin” zeminini yanlış bir biçimde tarif ederek “homojen bir kadınlık durumu” anlatıyor. İçinde “sınıf barındırmayan bir kadın hareketi” tahayyülü yaratılıyor, “sınıflar üstü bir kadın hareketi” eşittir “feminist hareket” olarak görülüyor. Bu tanımlamalar, elbette basit bir kullanım farklılıkları değil, doğrudan ideolojik bir tercih. Kadınları “sınıfsızlaştıran”, sınıfsız bir kadın mücadelesi tahayyülü ile sorunun özünü gözlerden kaçıran, “uzlaşmaz çıkarları” sömürü sistemiyle değil, erkeklerle, erkeklikle açıklayan bu “ideolojik tercih”, her defasında kapitalist çıkarlara yedeklenmeye mahkûm olan bir tercih. Üstelik, tarihin bir cilvesi olarak, bahsettikleri “tüm kadınların ortak kurtuluşunu getirecek” bir mücadeleyi de örgütleyemez.“Bütün” kadınların “ortak çıkarlar” etrafında birlikte mücadele etmesi fikri her ne kadar ilk bakışta her ne kadar “birlikten güç doğar” sağduyumuza yakın geliyorsa da o “ortak çıkar” kimin çıkarı ve nasıl belirleniyor soruları önemli. Toplumda egemen olan burjuva ideolojisinin kadın sorununa yaklaşımı, sermayenin çıkarlarını kadınların tamamının çıkarları olarak göstermek, “kadınlar bir bütün” derken kadınların sınıfsal farklılıklarını görünmezleştirmek, onları sorunun gerçek kaynağından ve çözümünden uzaklaştırmak ve sınıfsal egemenliğini koruyan bir hatta yedeklemek ister.

BİR YANDA “HİÇBİRİMİZ BİRBİRİMİZE BENZEMİYORUZ” DİYENLER…

Burjuva ideolojisi bir yandan kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunları derinleştiren adımları her gün örgütlüyor. Kadınların eşitlik fikrine saldıracağı zemini inşa edebilmek için demokratik haklarına saldırıyor. Toplumsal eşitsizliği derinleştirerek, işçi sınıfının yaşam koşullarını ağırlaştırarak bu zemini sağlamlaştırıyor. Diğer yandan da kendisini ideolojik olarak her gün yeniden örgütlemek, sermayenin çıkarlarını “ortak çıkar” haline getirmek zorunda olduğu için de güncel her türden tartışma ve konuyu kendi minderine çekiyor. Bunu bazen “kadınlar bir bütündür” diyerek sorunu tüm sınıfsallığından soyutlayarak yapıyor, bazense “hiçbir birey bir bütünü oluşturamaz, çünkü bütün diye bir şey yoktur” diyerek yapıyor. Bu ideolojik yedekleme süreçlerinde “burjuva ideolojisinin ihtiyaçlarına göre” pek çok farklı başlıkta tartışma türüyor.

Sermayenin çeşitli tonlardaki iktidarları tüm dünyada “aileyi” bu kadar merkezi bir tartışma konusu haline getirirken, dört bir yandan üzerimize “kadın ve erkeğin eşitsiz fıtratı” tartışmaları boca edilirken, kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olma hakkı ellerinden alınırken,  hak talebinde bulunan her kesim “sapkın, marjinal, suçlu” ilan edilirken, en temel kolektif medeni haklar tartışma konusu haline getirilirken… Son dönemde “cinsiyet” açısından en öne çıkan popüler tartışmalara bakacak olursak ne görüyoruz?

Tanımlanamaz kimlikler hakkında yapılan spekülasyonlar, her bireyde “eşsiz” olan “bir kimlik tahayyülü”, “çok kimlikli”, “çok kültürlü” “özneler”in parçalandıkça parçalanması, ezilmemizin, aşağılanmamızın, şiddet görmemizin nedenlerini maddi bir gerçeklik içinde açıklamaktan çok, psikolojik deneyimler olarak teorileştirmek, baskının kaynağını maddi dünyada değil, “fikirler”, “söylemler” dünyasında aramak… Bu “çok kimlikler, kesişen kimlikler” tanınırsa, “fikirler” ve “söylemler” değişirse sorunlarımız da ortadan kalkacakmışcasına soyut tartışmalar…

DİĞER YANDA “ORTAK SORUNLARA KARŞI ORTAK MÜCADELE” DİYEN BİZ

Bu burjuva tahayyüller bir kenarda dursun. Peki bugün kadınların ortak bir hareket etrafında kitlesel bir biçimde örgütlenmesinin dayanağı olan, dünyanın çeşitli ülkelerinde patlak veren ve kitlesel bir hareket işaret fişeğine dönüşen temel sorunlar ne?

Bu soru aynı zamanda bu yükselişin ana dayanağı nedir, genç kadınlar yüzünü mücadeleye dönerken hangi maddi zeminden, hangi somut olgulardan besleniyor, yaşadığımız “feminist bilincin yükselmesi” mi, yoksa “yaşamın maddi koşullarında yaşanan değişimin zorunlu olarak getirdiği somut mücadele dayanaklarının genişlemesi” mi soruları…

Bugün, sermayenin onlarca yıldır uyguladığı neoliberal politikalarının dünya çapında yarattığı yıkım, sefalet, aşırı sömürü ve eşitsizliği onu harekete geçirecek, isyan ettirecek kadar yakıcı hisseden çok geniş kadın kesimleri var. Yükselen ve emekçi karakteri daha belirgin bir biçimde açığa çıkan kadın hareketi gücünü; kapitalizmin ve onun uygulayıcı iktidarlarının yarattığı derin eşitsizliğin, adaletsizliğin, sömürünün, şiddetin, gerici, baskıcı, tahakkümcü politikaların ağır sonuçlarına artık daha fazla katlanmak istemeyen geniş kadın kitlelerinin başka bir yaşam hayali ve talebinden alıyor. Ve bu geniş kadın kesimlerinin en dinamik gücü, beklendiği gibi genç kadınlar…

Hareketin yükselişinin maddi zemini bu.

Bu mücadelelerin maddi zeminine, araçlarına, yöntemlerine ilişkin tartışmalar kendisini yine kimlik politikalarının çıkmazlarına soktuğunda, son kertede kadınların mücadele perspektifinden savrulmasına, burjuvazinin ideolojik tahakkümüne sıkışmasına sebep oluyor. Savruk ve dağınık adımların hakları kalıcı olarak “kazandırmaması”, taleplerin gereğinin yerine gelememesi genel bir yenilmişlik havasını genç kadınların hafızasına yerleştiriyor. Kadınlarla yan yana gelerek bulunduğu yerelde -üniversitesinde, sınıfında, işyerinde, mahallesinde- verdiği mücadelesinin genel sorunlarını değiştiremeyeceğine dair sonuç çıkarmasına sebep olan bu durum, kadın birliklerinin genişlemesinin, mücadele alanlarında yer almasının önüne geçmeye hatırı sayılır düzeyde etki ediyor. Hiçbir kurtuluş programına sahip olmayan bu anlayışlar, harekete geçmeyi adeta zorunlu kılan saldırılar karşısında kadınları etkin, yerellere dayanan, hayatın her alanında güç gösteren bir örgütlülüğe kavuşturamıyor. Genel öfke patlamaları yükselen bir eylemlilik süreci yaşatsa da, istikrarlı bir örgütlülüğe dönüşmüyor.

İstikrarlı, genişlemeye açık, güven veren ve ufku tam kurtuluş olan örgütlenmeler bir zorunluluk. Bu zorunluluğun birçok açıdan sınandığını görüyoruz. Kadın hareketi içindeki kimi yaklaşımlar, kadınların öfkesini boşaltabileceği, özel günlerde yapılan gece yürüyüşü, kent merkezlerinde yapılan çeşitli eylemlerle bu çemberin sınırını dar tutmak istiyor, kimileri kadınların demokratik hakları ve özgürlüğü için mücadelesinin dayanak noktalarını yitirmek pahasına “beklemeyi” öğütlüyor.

Gelen saldırılar etrafını kuşatırken ortadaki çemberde genç kadınlar için tek çözüm çemberin daha da daralmasını engellemek adına kol kola girmek oluyor. Elindeki kazanımları korumak ve geriletilmesini engellemek adına yerellerde kurdukları birlikler, gündelik hayatının içinde yeri olan, takvimsel ya da eylemsel buluşmalarla sınırlı olmayan örgütlülüklerle yan yana gelme deneyimleri de birikiyor. Biz bunu biriktirmeye çalışıyoruz.

Bu birikimin hem her türden burjuva seçenek karşısında gençliğin kendi seçeneğini örgütlemesi için toplam gençlik hareketine mal edilmesi, hem de genç kadınların birliklerinin gençlik hareketinin ilerletici dinamik bir unsuru olmaya devam etmesi hayati bir önemde. Kadınların mücadele örgütlerinin yaşamın her alanında daha geniş mücadele birlikleriyle birbirini güçlendirmesi, burjuvazinin siyasal çıkış arayışlarında öne sürdüğü sınırlı çözümlere, kendi talepleri ve örgütleriyle cevap vermesi bunu sağlayacak.

Buradan içinde bulunduğumuz tarihe hep birlikte bir not düşelim. Burjuvazinin bütün gericiliği geçmişte olduğu gibi yarın da tarihin mücadeleci güçleri tarafından öğütülecek. Ve muhakkak, mücadele eden genç kadınlar, eşit ve özgür yurttaşlar olarak, şiddetsiz, sömürüsüz bir dünyada yerini alacak.

ÖNCEKİ HABER

Hayalin değil gerçeğin peşinde bir kadın: Suat Derviş

SONRAKİ HABER

Adana'da “Aleviler Eşit Yurttaşlık İstiyor” paneli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa