Harput Bülbülü’ne özlemle
Özkan Zülfikar, Harput Bülbül'ü lakaplı Enver Demirbağ'a dair yazdı.
Fotoğraf: Demirbağ Ailesi albümünden alınmıştır. (Kaynak: Süleyman Yapıcı)
Özkan ZÜLFİKAR
Enver Demirbağ 1935 yılında Elâzığ’ın Palu ilçesinde dünyaya gelir. Babası da müzikle ilgilidir. O yıllarda evlerinde 100’den fazla plak olduğu söylenir. Gramafon olan evlerden de biridir Demirbağ Malikanesi. Çocukluk yaşlarında müzikle tanışır Demirbağ. Ancak yangınla da 1945’li yıllarda tanışır. Palu’da yaşanan yangında evlerini kaybeden Demirbağ, bir süre sonra da babasını yitirir. Enver Demirbağ ile kendisi gibi ses sanatçısı olan kardeşi Mehmet (Paşa) Demirbağ, Palu’nun Sekrat köyünde dayısı Ali Bey’in konağına yerleşir. Dayı Ali Bey yeğenlerin seslerini ve müziğe ilgilerini fark eder ve yine döneminin en iyi üstatlarından biri olan Köğenkli Hafız Mustafa Süer’den ders almalarını sağlar. İki kardeş 15 yıl süren eğitimleri ile yöredeki birçok etkinlikte türküler okur, gazeller söyler.
Demirbağ, Sekrat’taki konaklarında “elezber” okurken çevre köylerdeki herkes işini, gücünü bırakıp dinlemeye gelirmiş. Sonraları Demirbağ Elâzığ’a gelir. Plaklar doldurmaya başlar. 70 adet albümü olduğu bilinir. Artık Harput müziğinin aranan sesidir. Öyle ki döneminin dünyada ki 5 tenorundan biridir. Birçok usta isim kendisine “hocam” diye hitap eder. TRT tarafından kaynak kişi olarak da gösterilmeye başlar. Enver Demirbağ sesi kadar mütevazılığı ile de tanınır. Kendisini ‘Sanatına adamış bir zat’ olarak tanımlar. Mesela döneminde TRT Halk Müziği Daire Başkanlığından defalarca “kadrolu sanatçı” teklifi alır. Ancak hiçbirini de kabul etmez.
‘Harput Bülbülü’ Enver Demirbağ. Rivayet odur ki, bir ağaç gölgesinde uzun hava çığırırken bülbül konmuş bir dala. Karşılıklı ötüşmüşler. Namı ordan gelmiş. Elâzığ’ın baş döndüren klarnet sesiyle 45’lik bir plağında; “Aman aman / Yüksek kayadır gönül / Aney aney / Derttir beladır gönül / Ah ahh / Nerde bir güzel görsem / Hele gurban / Takılır kalır gönül / Ağamın elinden, yavrumun dilinden nere gidim derdinden.” Sözleriyle dinleyenlerini ‘mest’ eder. Demirbağ 9 Kasım 2010’da yine bir yangında hayatını kaybeder.
SON RÖPORTAJ
2007 yılında Evrensel gazetesinin Elâzığ Kent Eki’ni hazırlarken Elif Görgü ile ziyaret etmiştik. Konuşamaz, yürüyemez bir haldeydi. Televizyonda Muzaffer Ertürk dinliyordu. ‘En çok kimi dinlemeyi seversiniz’ diye sormuştuk. Eliyle bir ‘mükemmel’ işareti yaparak, TV’de “Yığıki’nin dört etrafı bahçalar gülüm amman bahçalar/ Yar oturmuş pencerede saz çalar…” söyleyen Muzaffer Ertürk’ü göstermişti. Elif Görgü’de “Üstatla en son röportajı biz yapıyor olabiliriz” demişti. Gerçekten de Demirbağ, ‘konuşmadan’ son röportajını bizimle yapmıştı.
Çocuk yaşta Harput müziği icracıları ve hafızlardan, Harput müzik geleneği ve makamlarını öğrenir Demirbağ. Gelenek ve ağız öğrenmek kolay olmasa da asıl önemli olan duyguların gönülden gönüle nasıl aktarılacağıdır. “Bülbül güle mi geldin/ Laldın oğul dile mi geldin/ Gördün oğul gülden vefa yok bile bile mi geldin/ Bilmem nere gidim dönüp yare gidim” sözlerinde olduğu gibi, ‘meşk üstadı’ söylerken tüyler diken diken ya da o meşhur ‘Ahçik’ sevdasını yorumlarken sanki bir tiyatro oyunu, sinema filmi, yeni bitmiş bir kitap… Aşk, acı, elem, ızdırap, sürgün, göç, katliam bir bir hissedilir ‘bülbül’ün sesinden. “Ahçiğ’i yolladım urum eline/ Eser badı saba zülfün teline/ Gel seni götürem islam eline/ Serimi sevdaya salan o ahçik/ Aman o ahçik canım o ahçik/ Vardım kiliseye baktım haçına / Gönlümü bağladım sırma saçına/ Gel seni götürem islam içine/ Serimi sevdaya salan o ahçik/ Vardım kiliseye haç suda döner/ Ahçiği kaybettim yüreğim yanar/ Ben dinden dönersem el beni kınar/ Serimi sevdaya salan o ahçik”
Türküde Ermeni bir kadınla Türk bir erkeğin aşk hikayesi vardır. Farklı dinlere mensup iki genç. Kavuşamazlar. Nedeni ne kan davası ne başka biriyle evlenme, evlendirilme ne de başka bir film sonu gibi değildir. Ermeni kadının ailesiyle sürgün edilmesi. Yollarda başına ne geldiği belli olmayan bir sürgün. Dönem açısından değerlendirince yüzlercesinin yollarda katledildiği bilinen gerçek. O gerçeklik içerisinde bu sevda da gerçektir.
Üstad Demirbağ’ın, bir yangınla girdiği müzik serüveni, 9 Kasım 2010’da yine bir yangınla son buldu. Felçli yatağında elektrikli sobanın tutuşturduğu koltuğunda can verdi. Kimseden beş kuruş yardım almamış, teklif edilen devlet sanatçılığını reddetmiş, elini kulağına atıp bir el ezber’le geçmiş ömür. “Yara benden yara benden/ Yalvarın yara benden/ Sinemde dağı hicran vay anam vay”
Saygı ve özlemle.