Yazar Necati Tosuner: Yaşamımı böyle biçimlediysem inatçı, uslanmaz olmama borçluyum
Yazar Necati Tosuner "Salgında Öyküler" isimli kitabını anlattı.

Necati Tosuner (Fotoğraf: Kadir İncesu)
Kadir İNCESU
Necati Tosuner, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan yeni kitabı “Salgında Öyküler” ile çıktı okurlarının karşısına… Bir kısmına tanık olduğum yaşamından derin izler taşıyan öyküler yer almakta… Adı üstünde salgın döneminde yazılan öyküler, diye düşünülebilir. Çıkış noktası öyle gözükse de hatırlattıkları, duyumsattıkları, hissettirdikleri neredeyse onun bütün bir ömründen izler taşıyor.
Tosuner, “Salgında Öyküler”de pandemi döneminin bir panoramasını çiziyor. Okur, yaşamın o “an”dan ibaret olmadığını da görüyor. Yaşanılan o “an”ın kişiyi nereye götürdüğü de önemli oluyor. İnsana hücum eden istenmeyen düşünceler, anılar, onların yarattığı duygular, sonrasında ortaya çıkan tepkiler… O duygu ve düşünce yoğunluğundan kurtulmak zor. Tosuner de bunun için yazmayı tercih ederek, yüzleşiyor yaşamla.
Pandemi sürecinde de görüştük Necati Ağabey ile. Daha çok da telefonda… Evine de gittik Mehmet Ali Işık ile… Dışarıya pek çıkmazdı, gerekmedikçe. Bu dönemde de neredeyse sokağa hiç çıkmadı. Malum yasaklar nedeniyle, pencereden baktı hayata. Her ne olursa olsun yazmayı bırakmadı, ben okumakta bile zorlanırken o dönem. Hiçbir şey kıramadı direncini. Yazdıkça güçlendi. Yazmayı bırakırsa, bugüne kadar verdiği çabaya yakışmayacağını da düşünmüş olabilir.İşte Tosuner yine bir aradayız. Oksijen makinesinin de yer aldığı salon ve çalışma odasında… Duvar tarafında bir koltuk var tek kişilik. Orada oturup dışarıya bakabilirsiniz. Her yeri göremeseniz de pencere açıksa dışarıdaki sesleri duyabilirsiniz. Odanın bir tarafında bilgisayarın olduğu büyük masa var. Bütün duvarlar kitaplıkla kaplı. Kapının yanında 37 ekran tüplü bir televizyon. Her zaman da haber programları izlenmez ki… Odanın ortasında, çevresinde dört sandalyenin olduğu bir masa, pencerenin önünde ise saksılar… Masada misafire ikram edilecek atıştırmalıklar bulunur mutlaka. Sallama çay veya kahve ile su ısıtıcısı mutfak tezgahının üzerindedir. Çekinmeyin, canınız ne isterse…
Masanın bir ucunda ben, diğer tarafında Necati Ağabey. Mehmet Ali de bizi dinliyor. M. Ali’ye kitabı okuyup okumadığını, sorusu olup olmadığını soruyor. Mehmet Ali, “Hatay’ı özledin mi?” deyince “Hatay yalnızca Demir ve Işık ailesinin değil, yazan çizen büyük bir ailenin Hatay’ıydı,” diyor. Bir gün Hatay meyhanesinde buluşmak için sözleşip başlıyoruz, bizi nereye götüreceğini bilemediğimiz derin bir sohbete…
Necati Tosuner (Fotoğraf: Kadir İncesu)
“Düş Gibi Bir Düş Gerçek Gibi Bir Gerçek” adlı öyküsündeki “Okudum senin yazdıklarını, alnımı çattım. /Okudum ağladım, okudum güldüm./Okudum içime ışık oldu./Gözlerimi kapadım da sen bana sarıldın, oğlum!” dizeleri, annenin yazdığını düşündüğün bir şiir mi?
Evet. Annemin okuması yazması yoktu, ciciannemin de yoktu. Böyle okuması yazması az olan insanların bir diyeşet aktarma, söylediklerinde bir kafiyeleme merakı var. Benim yakın çevrem bunlar, birinci tanık olarak biliyorum. Annem, pandemideki algoritma gereği o yeşillikte oturuyor. Ben de bayram için kutlamaya gitseydim, annem benim yazdıklarımı okumuş olurdu. Algoritma onu gerektiriyor. O yüzden o şiirsellik… Halk usulü, halkın kültürel beğenisi yansısın, orada olsun istedim.
“Gözlerimi kapadım da sen bana sarıldın, oğlum!” derken…
Hayal ettim. Bir şey düşlerken gerçek dünyadan korunmak için gözlerimizi kapatırız. Gözlerimi kapatırsam düşleyeceğimi gerçekmiş gibi duyumsuyorum.
"OYSA İNSANLAR GÖRMEMEK İÇİN GÖZLERİNİ KAPATIR"
Gözlerimizi kapadığımızda gerçek gibi hissedersek yazdığımızda ne hissederiz Necati Ağabey?
Ben kendi yazdığımdan söz edebilirim. Ama şu, gerçek olmayanı yazmak onu gerçek kılabilir. Bir şey gerçektir, onu anlatmak istiyoruz. Onu gerçek olmadığı biçimde yazarak o yaşanılmışı gerçekmiş gibi var kılabiliriz. Yazarlığın birçok yeri buna dayanır. O yüzden beş yazarı şu pencereden baktırsalar hadi otur yaz deseler, beş tane başka öykü çıkar. Aynı yer, aynı zaman dilimi.“Bir Tutkunun Dile Getirilme Biçimi” kitabımın son bölümünden okuyayım: “Gözlerim kapalı/ soyunur gibi,/ bakarım/ pencereden dışarı/ görmeye gerçeği.// Görülmez gerçeği./ Ellerim kapılmış/ yoğurur,/ sözcükten sözcüğü/ biçimler/ var kılar gerçeği.// Var olmayan gerçeği.”Yaşlılık tanımıdır aslında. Sen de geldin bam teline vurdun. 27 yıl önce yazılmış.Benim dünyamda bu var, bir şeyi görmek için gözlerini kapatmak da gerekir. Oysa insanlar görmemek için gözlerini kapatır.
Leman Tosuner ve Necati Tosuner (Fotoğraf: Kadir İncesu)
Günümüzle yalnızlık ile kurduğun bağ mı bu öyküler?
Yapmak isteyip de yapamazsan yalnız kalırsın. Herkes için geçerlidir bu. Can sıkıntısı denilen şey yalnızlığın bir görülme biçimidir. Arkadaşların bir yere gitti, sen gidemiyorsun. Ailede herkes evlendi sen evlenemiyorsun. Bunu çoğalt. Hepsi geliyor yalnızlığa. Kendini avutma biçimi vardır, yağmur yağdı herkes ıslandı gibi. Herkes evlere kapandı diye insanlar kendilerini avutamadılar. Herkes saate bakıyordu, sokağa fırlıyordu. Hiç sokağa çıkmayanlar da…
Sende durum nasıldı Necati abi?
Bende de durum aynıydı. Ama çocuklarla dedeler birbirine düşman olacaktı neredeyse. Çocuklar pencereden bakıyor, şu dedemler gelse de biz gitsek diyorlardı. Bayram şekeri reklamı gibi, herkes pencerenin önündeydi. Bekliyorlar, biri gelecek ki bayram şekeri ikram etsinler ona.
"YAŞANILMIŞ OLANI ANLATMANIN BİR BİÇİMİ"
“Pazar Günü Erkenden Ben Onu Bekliyordum”un hikayesini anlatır mısın? “Yorgun bir sevgili duruşu: Sessiz ve altyazısız.” cümlesiyle zamanı durduruyor gibisin Necati abi…
Yakınlarda, Leman birinin yardımıyla postaneye gitmiş. Oradan çıkınca da bana geldi. O geldi, zııır kapı. Kim geldi? Kargo. Salgında Öyküler yayımlanmış. Hemen öyküyü açtım.Çünkü o günü beraber yaşadık, o gitti ben bunları yazdım. Yazdığımı biliyor ama kitaba girdiğini bilmiyor. Öyküyü yavaş yavaş okudum. O da dinledi beni. Benim pencerenin önünde bekleyişim, onun yavaş yavaş gelişi, pencerenin altında durup Necati orada mı diye bakışı…“Sonra göründü onun uzaktan yavaş yavaş gelişi. Coşkunluklardan bir coşkunluk seç bakalım… Hemen pencerenin bir kanadını açıp, ben buradayım yaptım. Gelip karşıda durdu, bana baktı oradan. Saçlarında güneş. Yorgun bir sevgili duruşu: Sessiz ve altyazısız.”Bunu yazarken gözlerim yaşarmadı, ama o gün Leman’a okurken Leman, “Teşekkür ederim,” dedi. Orada “Sessiz ve altyazısız” anlatması ‘tarifsiz’ demenin bir deyişi. Yaşanılmış olanı anlatmanın bir biçimi.Ankara’da yaşayan beni çok iyi tanıyan öykücü arkadaşım Esme Aras kitabımı okuyup beğendiğini belirterek, “Üzülürsünüz diye ben size söylemedim, ‘Yorgun bir sevgili duruşu: Sessiz ve altyazısız,”ı okuyunca ağladım hocam,” dedi. O öykünün bitişini de severim ben… “Bir gün ki, mapushane görüşmesi gibi oldu, -doyumsuz. Getirdiği morsalkım kaldı bardakta, masa üstünde.”
“İnadım inat, boyumdan büyük büyük düşlerim,” sözünü yaşam felsefen olarak değerlendirebilir miyiz?
Evet, o inat işe yarıyor. İş anneme geliyor yine. Bahçe içinde bir evde oturuyoruz çocukken. Bahçenin teline bir eşek bağlamışlar, yeni doğmuş bir sıpası var. Komşu kadınlar, “Şundan bir süt içirsen çocuğa iyi gelir,” diyorlar. Abim de tıbbiyeye gitmekte. Üstelik böyle bir aile… Şimdi çocuk salıncaktan düşmüş, sırtında kambur oluşmaya başlamış. Eşek sütü içirilecek ve çocuğa iyi gelecek. Evet, o yüzden inatçı oldum ben. Hep derler ya eşek sütü içti. İçirdiler. Anlattıkları için biliyorum.
"BENİM İNADIM RIFAT ILGAZ’DAN DAHA KUVVETLİDİR"
Necati Abi, Rıfat Ilgaz da direngenliğini annesinin sütü yetmediği için çocukken içtiği keçi sütüne bağlıyormuş…
Eşeğin inadı keçiden kötüdür. Benim inadım Rıfat Ilgaz’dan daha kuvvetlidir. Bu yazarlık tanımına girmediği için çekinmeden söyleyebilirim. Eşek sütü işe yaradı. Bugün 78 yaşımda bunu söylüyorum, eğer ben yaşamımı böyle biçimlediysem, birçok konuda ısrarcı, inatçı, uslanmaz, akıllanmaz olmama borçluyum.
Evrensel'i Takip Et