15 Kasım 2022 04:49

CTP Milletvekili Doğuş Derya: Doğu Akdeniz gerilimi federal çözümü baltalıyor

Bugün kuruluş yıl dönümü olan KKTC'de, son günlerde yapımına başlanan cumhurbaşkanlığı külliyesi ve yerel seçimler gündemde. Adanın sorunlarını CTP Milletvekili Doğuş Derya ile konuştuk.

Fotoğraf, Doğuş Derya'nın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bugün kuruluş yıl dönümü. KKTC'de son günlerde yapımına başlanan cumhurbaşkanlığı külliyesi ve yerel seçimler gündemde. Adanın kuzeyindeki sorunları, külliyeye dair tepkisi üzerine Türkiye’de iktidarın ve iktidara yakın basının hedef gösterdiği Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Doğuş Derya ile konuştuk.

Adanın uluslararası statüsünün olmaması sebebiyle yaşanan sorunlara dikkat çeken Derya, "Bir devlet eğer uluslararası hukukun ve denetim mekanizmalarının dışında kalırsa, orada kara para aklama, insan ticareti ve benzeri bazı suçlara karşı uluslararası düzeyde mücadele etmek zorlaşır” diyor. Kıbrıs sorununun federal yapıyla çözülebileceğini anlatan Derya, “Aslında halklar federal çözüme ikna olmuş durumdalar. Fakat Doğu Akdeniz’deki gerilim, süreci baltalıyor” diyor. Derya’nın sorularımıza yanıtları şöyle;:

Türkiye’de iktidar basınında hedef gösterildiğiniz iki konudan biri KKTC yurttaşları arasında da tartışma konusu olan külliye/saray yapımı ile ilgili olmuştu. Önce 2021 yılında Erdoğan tarafından “müjdelenen” külliye ve millet bahçesi yapımı Kıbrıs için gerçekten bir ihtiyaç mı, Kıbrıslı yurttaşların bu yönde bir talebi var mı?

Külliyeden önce o kadar çok şeye ihtiyacı var ki Kıbrıs’ın. Çok uzunca bir süredir zaten Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı olarak ekonomik zorluklar yaşayan ve izolasyonlarla kuşatılan bir yer adanın kuzeyi... Kıbrıs’ın kuzeyinde yaptığımız üretimi ihraç edebilme olanaklarımız kısıtlı. Çünkü tanınmayan bir yerde yaşıyoruz. Son bir buçuk yıldır Türk lirası kullanıyor olmaktan dolayı çok derin bir ekonomik kriz içindeyiz. Türkiye’de verilen yanlış ekonomi kararları Kıbrıs’ı da etkiliyor ve çok hızlı bir yoksullaşma ile karşı karşıyayız. Bağımsız araştırmacıların verilerine göre Türkiye’deki enflasyon yüzde 185’lere çıktı; bu oran Kıbrıs’ta enflasyon yüzde 200’ü aştı demek. Çünkü Kıbrıs ekonomisi Türkiye ekonomisinin arkasına bağlanmış küçük bir sandal gibi. Türkiye biraz sarsıldığı zaman burası alabora oluyor. Üretim maliyetleri çok yükseldi, üreticiler zor durumda. Küçük işletmeler zaten kapandı. Tarım ve hayvancılık durma noktasına geldi. Hastaneler dökülüyor. Okullarda çok fazla ihtiyaç var. Yani bizim aslında külliyeden önce başka birçok şeye ihtiyacımız var.

Tabii bu "Türkiye gelsin, bizim ihtiyaçlarımızı karşılasın, sonra külliye yapsın" demek değil. Biz toplum olarak külliye istemiyoruz. Külliye, ne bizim demokrasi kültürümüze ne siyasal sistemimize ne de ihtiyaçlarımıza uygun. Kıbrıs’ın kuzeyi aslında kendi yerel kaynakları kendi kendine yetebilen bir ekonomi olabilecek durumda. Eğer sürekli olarak müdahale edilmezse, kendi yerel gelirlerimizle kendi ayaklarımız üzerinde durabileceğimiz çok örnek var. Özellikle CTP olarak hükümette olduğumuz dönemlerde bunu başardık. Fakat hem demokrasimize hem de ekonomimize sürekli bir müdahale var. Yanlış ekonomi politikaları dolayısıyla sınıflar arasındaki uçurum büyüyor. Sosyal ve ekonomik yapımız düzenli olarak dizayn edilmeye çalışılıyor. Uluslararası hukuk dışında kalan bir yer olduğu için de adanın kuzeyi birçok organize suçun mekanı olarak kullanılabiliyor ve bunların yarattığı ciddi bir sıkışıklık var.

KIBRISLI TÜRKLERİN İRADESİ YOK SAYILIYOR

Eleştirilere ve itirazlara rağmen külliye inşaatına başlandı…

Geçtiğimiz yıl, 20 Temmuz’da Sayın Erdoğan, Kıbrıs’ın kuzeyine gelmiş ve KKTC Meclisinde bir konuşma yaparak şu anda kullanılan Cumhurbaşkanlığı konutunun bir gecekondu olduğunu, o yüzden yeni bir külliye yapmaya karar verdiklerini açıklamıştı. KKTC’de hiçbir siyasinin, Ersin Tatar Bey dahil, böyle bir talebi olmadı. Zaten halk bu kadar ekonomik sorunla boğuşurken, gençler göç ederken, işletmeler kepenk indirirken, buradan herhangi bir siyasi çıkıp da “Külliye istiyoruz” demez. Hatta Ersin Bey bir TV programında “Külliye benim talebim değil” demişti. Böylesine bir yapı, parlamenter demokrasi ile yönetilen bir ülkeye uygun olmadığı gibi, mimari karakteri itibarıyla da Kıbrıs’a hiç uygun değil. Zaten kaçak olarak başlayan bir inşaat… KKTC makamlarının hiçbirinden gerekli izinler alınmadan, bir gecede şirketin biri gelip kazma kürekle Lefkoşa’nın ciğeri olan bir ormanlık alana daldı. İnşaat planlamadan… İnşaat encümeninden ve belediyeden hiçbir izin alınmış değil. Çalışanlarının çoğu Pakistan’dan yurt dışından olan işçiler, malzemeler sanırım Türkiye’den getiriliyor. Orada bir şirketle anlaşıldığını, ihalesiz olarak bir anlaşma yapıldığını Türkiye basınından okumuştum. Hâlâ izinsiz, vizesiz bir şekilde inşaatı gece gündüz devam ettiriyorlar.

DOĞAL GAZ PAZARLIKLARI TOPLUMUN İHTİYAÇLARINI GÖRÜNMEZ YAPTI

Peki, itirazlara ve tepkilere rağmen niye yapılıyor?

Şöyle açıklayım; Kıbrıs konusunda 1970’lerden beri bir Türk tezi olarak masada görüşülen federal çözüm modelinden vazgeçmeye çalışıyorlar da ondan. Federal çözüm tezi, 1970’lerde bir Türk tezi olarak masaya geldi ve çok akıllı bir modeldi. Çünkü bugün dünyada çok etnisiteli, çok dilli, çok dinli coğrafyalarda en ideal model olarak zaten yürürlükte. Hatta bugün dünya nüfusunun yüzde 40’ı federal devlet modelleri altında yaşıyor. Bugüne dek BM gözetiminde yapılan Kıbrıs müzakerelerinde federal çözüm aslında üzerinde en çok uzlaşılan ve dünyanın kabul ettiği model olarak hayat buldu. Fakat 2017’de Crans Montana zirvesinde bir kırılma anı yaşandı. Crans Montana zirvesine Kıbrıslı Türklerin ve Rumların liderleri yanında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de garantör ülkeler olarak katıldı. Bu zirvede Rum lider Anastasiadis, Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliğini, bir Birleşmiş Milletler parametresi olan siyasal eşitliğini, tartışmaya açmaya kalktı. Ayrıca Türkiye de güvenlik ve garantiler konusunda Kıbrıs Rum tarafının öne sürdüğü bazı yeni önermeleri kabul etmedi. Bundan dolayı 2017 Crans Montana zirvesi çöktü.  Daha sonra Türkiye, Kıbrıs konusunda bir politika değişikliğine gitti. Artık federal bir model görüşmeyeceğini, iki devletli eşit egemenlik görüşeceğini söyledi. Bu yeni pozisyon tabii Türkiye’nin şu anda Doğu Akdeniz’de yaşadığı doğal gaz mücadelesi ile ilgili bir durum. Yani şu anda Kıbrıs sorunu, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlardan çok daha ötede bir yerden şekillenen bir sorun. Doğu Akdeniz’de bugün doğal gaz arayan yabancı şirketlerin menşei olan ülkeler de meselenin içinde belirleyici. O yüzden Türkiye doğal gaz pazarlıkları dolayısıyla bir miktar Kıbrıs konusunu askıya aldı, bizim toplum olarak ihtiyaçlarımız görünmez oldu. Şimdi, aslında eski bir tez olan “iki devletlilik” üzerinden bir pozisyon ortaya koyarken bunun bir sembolü olarak da aslında bu külliye yapımına giriştiklerini söylüyorlar. “Devletin egemenliğinin göstergesi”, “demokrasinin göstergesi” diyorlar ama adanın kuzeyine her anlamda defacto bir koloni muamelesi de yapılmaya devam ediliyor.

Peki sizin öneriz ve itirazınız nedir?

Biz de diyoruz ki çağdaş devletlerde demokrasi, anayasaya, yasalara bağlılıkla gerçekleşen şeylerdir. Binalarla gerçekleşen şeyler değildir. Bu binaları adayı kalıcı olarak bölmenin sembolü olarak yapıyorsanız, toplumumuz adanın bölünmesini istemiyor. Kıbrıs’ın birleşmesi sadece ada halkları için değil, Türkiye ve Yunanistan halklarının da çıkarına olacak ve bölgeye istikrar ve iş birliği getirecek. Bunun yanında Kıbrıs Cumhuriyeti bir Avrupa Birliği üyesi ve Türkiye’nin AB üyeliği süreci için de adanın federal çözüme kavuşması en hayırlı şey. Bizim ihtiyacımız külliye değil barış. Külliye aslında son yıllardaki müdahalelere bakıldığında sadece devede kulak… Yani protokoller aracılığıyla Kıbrıs’taki siyasal yapı, kurumsal yapı dönüştürülmeye çalışılıyor.

Nisan ayında imzalanan iktisadi iş birliği protokolüne ilişkin neler söylersiniz?

Adı “İktisadi ve Mali İşbirliği Protokolü” ama ekonomi konuları dışında birçok alanda sosyal mühendislik yapılmasını içeren yığınla maddesi var. Örneğin toplu yürüyüş ve gösteri hakkının kısıtlanması, sendikal hakların budanması, yurttaşlık politikasının nasıl yapılacağı, aile politikaları başta olmak üzere sosyal politikaların nasıl yapılacağı, ülkede özel harekat timlerinin yetiştirilmesi, ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması gibi… Yani Kıbrıs demokrasisi ve kurumsal yapısıyla hiç alakası olmayan bir şeyler ihraç edilmeye çalışılıyor. Doğrusunu isterseniz Türkiye’de inşa edilmiş otoriter rejimi yavaş yavaş Kıbrıs’a da göndermeye çalışan bir zihniyet var.

ADA İLE EŞİTLİK İLİŞKİSİ YÜRÜTÜLMÜYOR

Hedef gösterildiğiniz bir diğer açıklamanız da Erdoğan’ın eylül ayında BM Genel Kurulu'nda yaptığı KKTC’yi tanıma çağrısıyla ilgili. Çağrıyı neden hamaset olarak değerlendirdiniz? Bir yandan garantörlük, bir yandan tanıma çağrısı ne kadar tutarlı?

Yanlış bilinen bir durum var: Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin veya Kıbrıslı Türklerin garantörü değil. Türkiye Cumhuriyeti, 1960’ta Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin ortak devleti olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörüdür ve garanti ettiği şey, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal bütünlüğü ve toprak bütünlüğüdür. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü garanti ederler. Toprak bütünlüğünü garanti etmiş olduğu bir ülkenin bölünmesi üzerinden bir pozisyon ortaya koyması Türkiye’yi uluslararası hukuk açısından tutarsız bir duruma sokar. Zaten bir süredir Türkiye’de dış ilişkiler, dışişleri, diplomasi arzu edilen bir durumda değil. Yani dış politikada sıfır sorundan sıfır komşuya gelmiş bir noktada Türkiye. Şimdi Kıbrıs’ta bölünmeyi savunmak demek, Türkiye’nin iç politikası açısından da tutarsızlık. Niye? Çünkü kendi ülkesinde bölücü hareketlere karşı pozisyon aldığını söyleyen bir devletin bir başka ülkenin bölünmesi için pozisyon alması oldukça istikrarsız bir duruş.

Eğer “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyın” diyorsanız, bu ülkenin bir Türkiye vilayeti değil, ayrı bir ülke olduğunu, kendi siyasi partileri olduğunu, kurumları olduğunu, sivil toplum örgütleri olduğunu, kendi başına ayrı bir ülke olduğunu kabul etmeniz ve öyle bir eşitlik ilişkisi içerisinden bağlantı ve iletişim kurmanız gerekiyor. Oysa biz özellikle 2020 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, demokrasimize açık açık yapılan müdahalelere şahit oluyoruz. Yani cumhurbaşkanlığı seçimlerine yapılan müdahaleler, gazetelerde yayımlandığı için söylüyorum… Türkiye kökenli seçmene özel çalışmalar yapıldı, yönlendirmeler yapıldı sırf Ersin Tatar lehine oy vermeleri için. Bunu da geçtim, daha sonra Ulusal Birlik Partisinin, yani şu anda hükümette olan partinin kurultayına müdahale edildi. Bu dönemde iki tane başkan adayı geri çektirildi.  Daha sonra UBP kurultayında yüzde 60 oy alan Faiz Bey istifa ettirildi ve o kurultayda sonuncu sırada çıkan Ünal Üstel Bey, (Kendisi jet skandalı benzeri birtakım şaibeli işlerle de anılan bir kişidir) şu anda Başbakan. Kısacası cumhurbaşkanının, başbakanın hatta bakanların kim olacağına dışarda karar veriliyor. Buraya doğrudan bürokratlar geliyor ve bakanlıklar içerisinde yapılan işlerle müdahale ediyorlar.

"NÜFUS YAPIMIZA DÜZENLİ BİR MÜDAHALE VAR"

Adanın kuzeyinde nüfusa müdahaleler var mı?

Nüfus yapımıza düzenli bir müdahale var. Bakın bir örnek olsun diye söyleyeceğim: 2020 yılında cumhurbaşkanlığı seçiminin için ikinci turunda, Mustafa Akıncı ile Ersin Tatar arasındaki oy farkı yaklaşık 4 bin 500 idi. Sadece 2021 yılında 5 bin yeni vatandaşlık verdiler. Bilgileri şeffaf olarak yayımlamadıkları için tam rakamı bilmiyoruz ama 2022 yılında da yine 5 bin yeni vatandaşlık daha verdiklerini duyuyoruz. Yani seçimlerin sonucunu etkileyecek bir vatandaşlık politikası söz konusu. Bizi eğer dünyada itibarlı bir şekilde görünür kılmak istiyorlarsa, önce bu toplumun iradesine ve verdiği kararlara saygı duymak gerekiyor… Dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi'nde yapılan çağrının çok bir kıymetiharbiyesi yoktur… Kıbrıs Annan planından sonra bir Avrupa Birliği ülkesidir. Adanın kuzeyi de Avrupa Birliği müktesebatı askıya alınmış bir Avrupa toprağıdır. O yüzden dünyanın kabul etmeyeceği bir tezi söylemenin, doğrusunu isterseniz, hayatta bir karşılığı yoktur. Toplum olarak dünyanın kabul etmeyeceği bir tezin rehini olmaktan dolayı mutsuzuz. Çünkü Kıbrıslı Türkler olarak kendi ülkemizde misafir konumuna düşürülüyoruz; ülkemiz, topraklarımız, ayaklarımızın altından kayıyor. Doğrusunu isterseniz yurt hakkımız gasbediliyor.

"HALKLAR FEDERAL ÇÖZÜME İKNA OLMUŞ DURUMDALAR"

Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğünü nereye taşır? 15 Kasım’da kuruluşunun 40. yılına girecek olan KKTC neden çözümsüzlüğe mahkum ediliyor? İki bölgeli federal Kıbrıs talebi neden kabul görmüyor?

Federal yapı kabul edilmiyor argümanına çok katılmıyorum çünkü Annan planı döneminde biliyorsunuz Kıbrıslı Türklerin yüzde 65 oranında bir desteği vardı federal yapıya. Bugün yapılan anketler de federal çözüm konusunda her iki toplumun da istekli olduğunu gösteriyor. Yani şunu hemen söyleyeyim, dokuz ay önce Güney Kıbrıs’ta LS Prime Market Research and Consulting Ltd’nin yaptığı ankette Kıbrıslı Rumların yüzde 52’si "federal çözüm" diyor; yüzde 11’i de "gevşek federasyon" diyor. Yani federal çözüme adanın güneyinde toplam yüzde 63 oranında bir onay var. Benzer oranlar adanın kuzeyi için de geçerli. O yüzden aslında halklar federal çözüme ikna olmuş durumdalar. Fakat Doğu Akdeniz’de gerilim, süreci baltalıyor.

Yeri gelmişken söyleyeyim: Bir kere Türkiye’nin Doğu Akdeniz enerji denkleminden dışlanmasını doğru bulmuyorum. Avrupa’ya bir doğal gaz transformasyonu olacaksa bu transformasyonun en fizibil yolu Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasıdır. Hatta bunu Anastasiadis’in kendisi de kabul ediyor. Fakat Türkiye’nin 1989 UNCLO Anlaşması’nı imzalamış olmasından dolayı kara suları bağlamında ortaya koyduğu iddia, şu anda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinin de içine giren, dolayısıyla bu anlamda bir ihtilaf yaratan bir noktada. Sıkıntılardan biri bu…

İkinci sıkıntı, Kıbrıslı Rumlar adanın kuzeyinde Türkiye’nin giderek egemen olduğunu gördükleri için ve adanın kuzeyini bir Türkiye vilayetine dönüştürmeye çalıştıklarını gördükleri için kurulacak olan bir federal devletin Kıbrıslı Türklerle değil de Türkiye’yle olacağı endişesini taşıyorlar. Ve böyle bir federal devlet kurulması durumunda Türkiye’nin Kıbrıslı Rumların da iç işlerine müdahale edeceği ile ilgili derin kaygılar var. En azından sohbetlerde ifade ettikleri endişelerden biri bu ve bunu söylemem gerekiyor.

Bir üçüncü nokta da Türkiye hükümetinin AB’ye yaklaşımı…  Biliyorsunuz AKP’nin ilk iktidar olduğu dönemlerde Avrupa Birliği gündemi, hükümetin ajandasının ilk sıralarındaydı. Ama 2011’den sonra, yani 'Restorasyon sürecine girdik' dedikleri andan itibaren, Avrupa Birliği başta olmak üzere Batılı demokrasilerden ve ekonomilerden kopan ve giderek yüzünü daha çok doğu, Ortadoğu coğrafyasına dönen bir Türkiye çizgisi izlenmeye başlandı. Avrupa Birliği üyeliği de şu anda Türkiye hükümetinin çok gündeminde değil. Bu da Avrupa Birliği ülkesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti açısından bir endişe nedeni tabii.

"İKTİDAR PARTİSİ LEHİNE MÜDAHALER VAR"

25 Aralık’ta yerel seçimler var. Kıbrıs’ta hemen her yıl bir seçim yapılıyor, hükümetler krizlerden çıkamıyor. Buna yol açan temel faktörler neler?

Şu anda bazı ekiplerin gelip yerel seçimlerde iktidar partisi lehine belli bölgelerde çalışma yaptığını duyuyoruz, görüyoruz. Birkaç ay önce adına “belediyeler reformu” dedikleri ama reforme etmekten ziyade deforme etmeye yönelik bir başka emrivaki ile karşılaştık. Son 5-6 aydır bununla uğraşıyoruz. Adanın kuzeyinde bulunan belediye sayısını indirmeye çalışırken aslında yine Avrupa yerel özerklik şartına hiç uygun olmayan ve Türkiye’deki gibi belediyeleri merkezi otoritenin denetimi altına almaya kalkan bir çalışma yürütüldü. Üstelik de şu anda halihazırda çok iyi durumda çalışan, borcu olmayan, çalışanlarının sigortalarını ve maaşlarını düzenli ödeyen, hizmet kapasitesi yüksek belediyeleri kapattılar.

Ekonomik koşullar, Kıbrıs halkı için de oldukça zorlayıcı bir halde ve kaynaklar yoksullara, dar gelirlilere ulaştırılmıyor. Kıbrıs’taki sınıfsal eşitsizliğin giderek artmasına siyaset bir çözüm sunabiliyor mu? Bu açıdan partinizin vaadi ne?

Bir kere, bir devlet eğer uluslararası hukukun ve denetim mekanizmalarının dışında kalırsa, orada kara para aklama, insan ticareti ve benzeri bazı suçlara karşı uluslararası düzeyde mücadele etmek zorlaşır. Çünkü uluslararası kurumlarla iş birliği yapamıyoruz. Adanın tanınmıyor olması, adayı bu anlamda organize suçlar için biçilmiş kaftan haline getirebiliyor. Bizim yaklaşımımız zaten Kıbrıslı Türklerin uluslararası bir entite olarak dünyada yerini alabilmesi için federal çözüm anlaşması yapılması. Federal çözüm, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ortadan kalkması demek de değil. Tam tersi, bayrağıyla, kurumlarıyla, adı Kıbrıs Türk Federe Devleti olacak şekilde uluslararası statü kazanması demek. Uluslararası hukuk nezdinde yerimizi alabilmemiz, birçok sorunun çözümü için ilk adım olacak.

Türkiye’nin gönderdiği paranın Kuzey Kıbrıs ekonomisine etkisi nedir?

Türkiye’de şöyle bir yanlış bilgi hakim: Diyorlar ki, “Kıbrıs’a parayı biz gönderiyoruz. Biz parayı göstermezsek maaşları bile ödenemez, aç kalırlar, sefil olurlar".  Türkiye KKTC bütçesinin sadece yüzde 25’ine katkı yapar. Bu katkının bir kısmı borç olarak verilir. Bir kısmı da -mesela adada bulunan Türk askerinin giderleri için gönderilen para- hibe olarak yazılır. Hibe olarak gönderilen paraların miktarını ve nereye harcanacağını Türkiye belirler. O yüzden KKTC’nin kendi yerel gelirleri ile kendi ekonomik süreçlerini yönetmesi söz konusudur. Ancak şunu da söyleyeyim: Örneğin 2021 yılında Türkiye Cumhuriyeti adada bulunan Türk askerinin maaşları ve ihtiyaçları için göndermesi gereken parayı tam olarak göndermedi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamları, iç borçlanmaya gidip Türk askerinin maaşlarını ödedik. Buna da hiçbir itirazımız olmaz ama şunu söylemek istiyorum. Hani Kıbrıslı Türklere "besleme" demişti ya Sayın Erdoğan, halk olarak kalbimiz epey kırılmıştı o dönemde… Biz pandemi sürecinde kendi reel sektörümüze kaynak yaratmak için borçlanmadık, tarımcıya, hayvancıya, esnafa hibe desteği vermek için borçlanmadık ama Türk askerinin giderleri için borçlandık. Şikayet etmek için söylemiyorum ama hani o “Para göndermezsek bitersiniz” laflarını edenler bilsin diye söylüyorum.

ÖNCEKİ HABER

Boğaziçi akademisyenleri arkalarını 459’uncu kez rektörlük binasına döndü

SONRAKİ HABER

Sayıştay raporları: Kayyum yönetimindeki belediyelerde borç katlandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa