17 Kasım 2022 04:22

Yaşar Nabi Nayır, Rıfat Ilgaz’ın adını neden karaladı?

Yaşar Nabi Nayır’ın Rıfat Ilgaz’ın adını sansürleyişi, Erdal Öz’den “erotik bulduğu” bölümünü tekrar yazmasını isteyişi, Can Yücel’in şiirini anımsatan İstiklal saksılarını kaldırışı...

Fotoğraf: Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi arşivi

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Sansür konusunda iki kelam etsem gündem dışı bir konuda yazmış olur muyum? Sanırım hayır, çünkü mekanizmaları halen işlerken sansür Türkiye’de hiçbir zaman “gündem dışı” bir uygulama olmuyor. Zaman zaman devletin sansür tarihi de konuşuluyor, yeni örnekler haber ve tartışma yaratıyor. Ama bir eksik var. Türkiye’de sansür, devletin uyguladığı, bir de yazarın maruz kaldığı ya da onu otosansüre götüren koşullar üzerinden konuşuluyor. Ama bir aktör daha var: Yayıncılar.

Konu aslında durduk yere aklıma gelmedi.

Sennur Sezer’in 1995’te Erdal Öz’le yaptığı bir röportaj var. Sennur Sezer röportajın bir yerinde şunu söylüyor:

“‘Odalarda’ ilk yazılıp da Varlık Yayınları’na gönderildiğinde, Yaşar Nabi, bir bölümü ‘erotik’ bulup yeniden yazılmasını istemiş. Söz buraya gelince, yazar ve yayıncı olarak erotizme bakış açısını öğrenmek istiyorum.”

Erdal Öz, süreci anlatmıyor, yanıtından Yaşar Nabi Nayır’la aralarında yaşananın devamını anlamak pek mümkün değil.

“Erotizm, edebiyatın hiç vazgeçemeyeceği özelliklerden biri. Ama ben erotizmi pornografiden çok uzak tutuyorum.”

Bu röportajı okuyalı epey oluyor. Ama sonra Rıfat Ilgaz’ın “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra” kitabını okurken bu röportajı ve Yaşar Nabi Nayır’ın tavrını tekrar anımsadım.

Rıfat Ilgaz anılarında, eser sahibi olduğu Hababam Sınıfı’nı TRT’nin yayımladığını, ama yayımlanırken kendi adını sansürlediklerini hatırlatıyor, sonra devam ediyordu:

“Böyle bir yok sayma olayına Babıali’de de rastlamıştım, Tan Basımevinde yazı dizerken. Varlık dergisi, Tan’da basılırdı 1950’lerde. Yeni sayısı için yeni yazılar gelmişti dizgi evine. Şefik Usta, ‘Bak Rıfat Bey’ demişti, ‘Yaşar Nabi Bey ne yapmış!’ İsviçre’den gelen söyleşiydi elindeki. Bir Türkolog, sevdiği şairler arasında benim de adımı sayıyordu. Gelgelelim bu beğeniye, Varlık sahibi zat, izin vermemiş, adımı kurşun kalemle bastıra bastıra karalamıştı. (…) Bir dergici aydın kişi, nedenini ancak kendisinin bildiği bir gerekçeden ötürü üstünü karalıyordu tümüyle!”

Hal böyle olunca şunu düşünmemek mümkün değil:

Yayımladığı kitaplar nedeniyle hakkında davalar açılan, tutuklanan yayıncıları biliyoruz. Peki sansür mekanizmasını kendi yayınlarında uygulayanlar?

Sansürün en yoğun şekilde devreye sokulduğu yıllarda devletle yazar arasında konumlanan yayıncılar neler yaptı? Devlet mekanizmasının işleyişi karşısında nelerin altını çizdi, neleri basmadı…

İşte buna dair incelemeler, tanıklıklar, dosyalar okursak işte o zaman sansürü tüm yönleriyle konuşmaya başlamış olacağız.

Kim bilir, Yaşar Nabi Nayır’ın 1933’te kurduğu ve halen yayımlanan dergisi Varlık, bir gün böyle bir dosya hazırlar belki…

‘TUTUKLAYIP ‘SAKSILARI’, ATTILAR DİPKAPALIYA’

İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen bombalı saldırının ardından alınan tedbirlerden biri caddedeki bank ve saksıların kaldırılması oldu. Bu tedbirin tam olarak neden yapıldığını, bank olmamasının neye yarayacağını anlamak güç.

Haberi Bianet, “İstiklal Caddesi’ndeki patlamanın ardından beton saksılar kaldırıldı; gözaltı sayısı 48’e yükseldi” deyince Pınar Özdemir şunu yazdı: “Böyle okuyunca sanki beton saksılar gözaltına alınmış gibi geliyor. Aklıma Can Yücel’in ‘Sardunyaya Ağıt’ şiirini düşürdü.”

Can Yücel meşhur şiirinde “tutukluların saksıda esrar yetiştirme ihtimaline karşı” (Asıl sebep tutuklular üzerinde baskı kurmaktı elbet) elleriyle büyüttükleri sardunyanın gardiyanlarca alınmasını konu ediyordu:

“İkindiyin saat beşte/ Başgardiyan Rıza başta/ Karalar bastı koğuşa/ İkindiyin saat beşte/ Seyre durduk tantanayı/ Tutuklayıp sardunyayı/ Attılar dipkapalıya/ İkindiyin saat beşte”…

Bu şiirin yayımlanma öyküsünü, artık neredeyse “İçindekiler”in daimi konuğu haline gelen ve sıklıkla atıf yaptığım Adnan Özyalçıner’den dinlemiştim.

Can Yücel şiiri tutukluyken yazıp “Yeni a” dergisine gönderiyor. Ama tutuklu Yücel’in şiirini imzasıyla yayımlamak mümkün değil, müstear isim bulmak geliyor. Babası Hasan Ali Yücel’le Can Yücel’in adlarını birleştirip Hasan Can adını buluyorlar ve şiiri bu imzayla yayımlıyorlar.

Bir yanda saldırıda hayatını kaybedenler, yaralananlar, geriye kalan yas, acı, öfke, travmalar… Bir yanda esas faillerin aslında kim olduğu sorusu… Tutuklanan saksılar da öbür yanda.

“Yeşil ölümle dalaşta/ İkindiyin saat beşte”.

ROBOTLAR BİR GÖKDELEN İNŞAATININ TEPESİNDE MOLA VERECEK Mİ?

Arif Koşar’ın “Robotlar İşimizi Elimizden Alacak mı? - Teknoloji, Emek, Gelecek” kitabını epeydir bekliyorduk. Kitap Kor Kitap etiketiyle ve dikkat çekici bir kapak görseliyle yayımlandı.

Arif Koşar, kitabında “Teknolojik yenilikler ve otomasyon toplam istihdamda bir azalmaya yol açma eğiliminde mi, değil mi? Çalışma ya da işin sonuna mı geldik? Teknolojik gelişmeler sonucunda işçi sınıfı küçülen ve giderek marjinal hale gelen bir toplumsal kategori mi?​” gibi sorulara yanıt veriyor.

Kapakta, “Bir Gökdelen Tepesinde Öğle Yemeği” adlı ikonik fotoğraftan esinle hazırlanmış bir görsel var. Rockefeller binasının 69. katında yemek yiyen işçilerin fotoğrafında şimdi bir de robot görünüyor.

Peki, Koşar’ın kitabındaki görsele ilham olan bu fotoğraf nasıl ve neden çekilmişti?

1932’de çekilen fotoğraf New York Herald Tribune’de yayımlanmasından bu yana tarihin en çok konuşulan fotoğraflarından biri oldu.

Fotoğraf gerçekti, görünenler binanın gerçek işçileriydi. Ancak fotoğraf o an rastlantıyla çekilmiş değildi. Aslında bu çekim, yakında tamamlanacak olan binanın tanıtımı için kullanılmak üzere planlanmıştı.

İşçilerin 69. katta, yerden 256 metre yükseklikte çekildiği bu mola fotoğrafını kimin çektiğiyle ilgili bir kesinlik yok. Çünkü o gün binaya bu tür çekimler yapması için birden fazla fotoğrafçı gelmişti.

O yıllarda daha ziyade “işçilerin cesareti” üzerinden konuşulan fotoğraf, artık hiçbir güvenlik önleminin olmamasıyla anılıyor. Binanın yapımında çalışan binlerce işçinin adlarını bilmediğimiz gibi, yapım sürecinde (Görünen o ki tedbir de alınmamışken) hayatını kaybeden işçi oldu mu, bu sorunun yanıtını da bilmiyoruz.

Son olarak, bu isabetli görseli seçen ve kapağı tasarlayan kişinin Hürrem Karaoğlu olduğunu belirtelim ve bu yazıyı yazarken siparişini verdiğimiz kitabın gelmesini bekleyelim.

ÖNCEKİ HABER

Kocaeli'de cinsel istismar sanığına 26 yıl 3 ay hapis cezası

SONRAKİ HABER

Hamile eşini öldüren Ayhan Yılmaz için ağırlaştırılmış müebbet istemi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa