19 Kasım 2022 04:33
/
Güncelleme: 20 Kasım 2022 10:05

Mustafa Kemal Coşkun: "Saldırı seçim için" deniyorsa iktidarın aleyhine dönüyor demektir

Saldırıların iktidara yarayıp yaramaması mücadelemizle ilgili. “Saldırıları, iktidar çözer” şeklindeki sağduyu muhalefetin söylemleriyle, o söylemleri ne kadar genelleştirebildikleriyle çözülebilir.

Mustafa Kemal Coşkun: "Saldırı seçim için" deniyorsa iktidarın aleyhine dönüyor demektir

Fotoğraf, Mustafa Kemal Coşkun'un kişisel arşivinden alınmıştır.

Serpil İLGÜN

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin gündelik yaşamının en yoğun aktığı yerlerden biri olan İstanbul Taksim’de gerçekleşen terör saldırısının üzerinden geçen günler, ürettiği soruları netleştirmediği gibi daha da bulanıklaştırdı. Hayatını kaybedenlerin yakınlarının bir ömür sağalmayacakları, korku ve endişenin yeniden yükseldiği saldırıya ilişkin iktidar cephesinden yapılan açıklamalar kimseyi ikna etmediği gibi, başta birinci görevi halkın can güvenliğini korumak olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere, yine kimse istifa etmedi. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 zirvesi dönüşünde ironik şekilde “PKK’nın parlamentodaki uzantısıyla birlikte hareket ediyorlar” dediği muhalefet, “Milli birlik ve beraberliği” koruma çağrısına ilk günden destek verdi. Zaten Erdoğan’ın dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istediği milletvekilleri dışında CHP dahil, altılı masa kendi gündemlerine geri döndü.

Cumartesi Söyleşi’sinde bu hafta, Taksim saldırısının kriminal boyutlarından ziyade, sosyal, siyasal yansımalarını ele almaya çalıştık ve KHK ile işinden edilen Barış Akademisyenlerinden Sosyolog Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun’a başvurduk.

Bu tür eylemler bizi sokağa mı döküyor, sokağa çıkamaz hale mi getiriyor? İnternet yasakları nasıl aşılabilir? Korku, şok, endişe duyguları hangi koşullarda etkisizleşir? Altılı masa ortak aday açıklamadığı için mi yıpranıyor?..

Mustafa Kemal Coşkun yanıtladı.

Taksim saldırısının meydana geldiği atmosfer, çelişkili açıklamalar, havada asılı kalan sorular üzerinden saldırıyı sizin nasıl okuduğunuzla başlayalım. Üzerinden zaman geçtikçe soruların azalacağı yerde çoğalması bize ne söylüyor?

Son saldırıyı daha önce yaşadığımız 10 Ekim’le ya da Reina saldırısıyla ve başka bu tür saldırılarla birlikte düşünmeliyiz. Bu saldırıların Türkiye’nin uyguladığı Suriye politikasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. İkincisi, AKP iktidarından çok önce ismini hatırlamadığım bir içişleri bakanı şöyle demişti, “Sokakta kedi ölse devletin haberi olur!” Çok doğru bir şey söylüyordu. Yani, 13 Kasım’daki patlamadan devletin haberinin olmadığını düşünmüyorum. 10 Ekim’i de biliyorlardı. Şöyle bir şey oluyor, haber alıyorlar ama izin veriyorlar. Devlet yaptırdı anlamında söylemiyorum, yapılmasına izin veriyor, önlemiyor. 10 Ekim’de olduğu gibi. Son saldırıyı neden önlemedi? Herhalde Suriye’nin kuzeyine müdahale gibi bir hesapları var.

Nitekim öyle açıklamalar da geldi.

Bana en mantıklı gelen yorum bu. Kürtlere müdahale etmek gibi bir plan olabilir ya da Esad’la anlaşmanın yolu olarak şimdiye kadar destekledikleri İslamcı örgütlere karşı da olabilir, saldırganın Suriye’den gelmesi, Arap olması bunu meşrulaştıracak bir dayanak olmuş olabilir. Ama bunun sonuçları ağır olabilir, şimdiye kadar desteklenen İslamcı örgütlerin okları hemen Türkiye’ye dönebilir bu durumda. Esad’la anlaşmanın bedeli. Diğer yandan belli ki çok acemice bir eylem. Kadın 45-50 dakika bankta oturuyor, bombayı bırakıyor, bombayı patlattıktan sonra evine gidiyor. Sonra Afrin’den geldi deniyor ama Afrin 2018’den beri Kürtlerin elinde olan bir yer değil. Hangi örgüt yaptıysa çok acemice yapılmış bir eylem.

Malumunuz bu tür terör eylemlerinin çoklu yansımaları oluyor. Suriye’ye operasyona zemin hazırlayacağını vurguladınız. Diğer boyutları için ne söylersiniz? “Türkiye karanlık bir tünele sokuluyor”, “beka” söylemleriyle toplum yine iktidar etrafında kenetlenmeye çağrılıyor. Yakın geçmişteki saldırıları ve yol açtığı sonuçları düşünürsek, Türkiye karanlık tünelden çıkmış mıydı?

Hayır, tünelden falan çıktığımız yok, en azından Suriye politikasından beri. 7 Haziran-1 Kasım 2015 dönemini düşünün, Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Bombalar patladıkça oyumuz artıyor” demişti. Sahiden de öyle olmuştu. Neden? Çünkü insanlar korktukça iktidara sarılır. Çözümü onda görürler. Ama son saldırı bundan ziyade Suriye’ye müdahale için kullanılacaktır. Ama seçim geliyor, “İstikrar bozuluyor, istikrarı yeniden kurmamız lazım, Türkiye’ye saldırıyorlar” propagandası için de kullanılacaktır büyük olasılıkla.

Zaten, ekonomik kriz etkisiyle de 2023 seçimlerine güç kaybederek girecek olan iktidarın kazanmak için her araca başvurabileceği değerlendirmeleri içinde 7 Haziran-1 Kasım sürecine benzer bir atmosfer yaratma olasılığı da yer alıyordu. Ancak bu kez aynı sonucun alınamayacağı, toplumun artık bir deneyim biriktirdiği yönündeki görüşlere katılır mısınız?

Olabilir. Bunun ters teptiği örnekler var. Mesela aynı şey 2004 yılında İspanya’da olmuştu. İspanya’da muhafazakar iktidar döneminde benzer bir saldırı oluyor ve saldırı ETA’ya yükleniyor. Sonra ETA’nın yapmadığı ortaya çıkıyor. Sivil toplum örgütleri dahil öyle bir muhalefet gelişiyor ki saldırı iktidardaki sağ iktidarın işine yaramadığı gibi tam tersine seçimi kaybediyor. Dolayısıyla bu propagandanın iktidarın işine yarayıp yaramaması sivil toplum kuruluşlarının, muhalefetin nasıl davrandığına, neler ürettiğine bağlı olarak değişir. Noam Chomsky “Hegemonya denen şey sağduyudur” der. Yani “saldırıları, patlamaları iktidar çözer” şeklindeki sağduyu değişebilir. Nasıl değişebilir? Muhalefetin söylemleriyle, o söylemleri ne kadar genelleştirebildikleriyle çözülebilir. Yani iktidara yarayıp yaramaması bizim mücadelemizle ilgili. O mücadele olmadığı sürece yarar tabii. Buna sivil toplum örgütleri dahil, sosyalistler dahil, altılı masa da dahil, bütün muhalefet bunun altında yatanı gösterdiği zaman tersine de dönebilir.

Saldırıyla ilgili çelişkileri sorgulamak, soru sormak, dolayısıyla Suriye politikalarını da irdelemek teröre, teröriste destek potasına konulsa da yayın yasağı ve internet kısıtlamasına rağmen bahsettiğimiz hafıza nedeniyle bu kez ilk anda daha sorgulayıcı reflekslerin belirmesinden söz edebilir miyiz?

Edebiliriz, çünkü sokaktaki sıradan insan bile bu patlamaya ilişkin “Seçim geliyor ya, ondan” diyor. Daha dün saldırıyı konuştuğum taksici, “Hocam, seçim geliyor” dedi. Toplum da “İktidar seçimi almak için bunu yapıyor” diye düşünmeye başladıysa aslında ortalıkta iktidarın aleyhine bir şey dönüyor demektir. Bu anlamda kötümser olmamak lazım. Tersine de dönebilir sahiden. Evet, iktidar bunu elbette kullanmak isteyecektir, çünkü insanları korkutmak, terörize etmek iktidarın işine yarayan bir şey olabiliyor maalesef. Mesele sadece ekonominin kötüleşmesi değil. İnsanlar 500 tane saikle oy verir, sadece ekonomik durumun kötüleşmesiyle değil. Bunlardan biri de korku ikliminin yarattığı travmayı iktidarın çözebileceğini düşünmek.

Dolayısıyla güvenlik kaygısı, geçim derdinin önüne geçebiliyor?

Tabii, ben zaten “Ekonomik sorunlar var, enflasyon yükseldi iktidar gidecek” denklemini doğru bulmuyorum. Demirel’in lafı var ya, “Tencere iktidarı götürür!” Genel olarak doğrudur ama her zaman direk bir bağlantı yok. Çünkü ideolojik başka faktörler de işliyor. Mesela, 28 Ekim’de Erdoğan tarafından açıklanan Türkiye yüzyılını düşünün. Neden Türkiye yüzyılı kavramı kullanılıyor? 19. yüzyıl Britanya’nın yüzyılıdır, çünkü Afrika’dan Asya’ya sömürgeleri vardı. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem yani 20. yüzyıl, Amerikan yüzyılıdır. 21. yüzyılı da Türkiye yüzyılı diye sunmaya çalışıyorlar. Öyle bir şey yok tabii. Dolayısıyla bunlar tesadüfen yaratılmış şeyler değil, AKP güya Ortadoğu’nun lideri olacaktı, o hayal bitti. Mecburen şimdi içe döndüler, Türkiye yüzyılı seçmenini milliyetçi duygularla bağlamak için seçilmiş propagandalardan biri. Beceriyor mu? Beceriyor. Bunun karşısında onu yıkacak, Chomsky’nin dediği yeni bir sağduyu geliştirecek bir mücadele gerekiyor.

ÖRGÜTLÜ OLMADIĞIMIZ SÜRECE KORKUDAN İKTİDAR YARARLANIR

Bu tür eylemlerin ilk yansıma bulduğu yerlerden biri de baskı ve zor politikalarının daha da kuvvetlendirilmesi. Yaptığı haberden, söylediği sözden, attığı tivitten tutuklamaların yaşandığı, eylemlerin yasaklandığı, ilk elden internetin işlemez hale getirildiği atmosferde bu açıdan neler beklenebilir?

Önce şunu söylemeli, internetin kısıtlanması sadece Türkiye’de olmuyor. İnternetin baskılanmasını en fazla Çin yapıyor mesela. ABD’de de oluyor, Sarı Yelekliler eylemleri sürecinde Fransa defalarca yaptı, şu sıralar İran da yapıyor. İnternetten haber alma işlevini engelliyorlar ve otoriter yönetimlerin bu dönemde en çok başvurduğu yöntem. İşin önemli tarafı şu, bunu destekleyecek bir taban buluyorlar mı? Bizim gibi ülkelerde buluyorlar. İnsanlar “Devletin bekası söz konusuysa böyle şeyler yapılabilir” diyebiliyor. Halbuki bu yöntem bizim Anayasa’mıza da aykırı. Buradaki bir diğer önemli problem de şu, internet, sosyal medyanın artık bir kamuoyu olması, fikrini söylüyorsun, oradan haber alıyorsun, orada örgütleniyorsun. Toplumun muhalif, ilerici kesimleri olarak internete bağımlı kalmamız problem. Haberleşmek için internete bağımlı kalırsanız internet kesildiğinde ne yapacaksınız? Başka yollar üretebilmemiz gerekiyor. Eskiden insanlar derneğe, partiye gidiyordu, bir eylem yapılacaksa oradan öğreniyordu, şimdi her şeyi internetten duyuyoruz. Kesildiği andan itibaren yapacak hiçbir şey yokmuş gibi bir hale bürünüyoruz. Dolayısıyla eski yöntemleri kullanmaya başladığımızda bu durum aşılabilir belki.

İnternetin işlevsizleştirilmesi seçim güvenliği kaygısını da diriltmiş oldu.

Doğru. Bunu aşmanın yolu da örgütlenme. Birbirimizle haberleşme işinin internet dışında başka yollarını düşünmemiz gerekiyor.

Bu tür saldırılarla gündelik yaşam da hedef alınıyor ve korkular, sosyal yaşamdan çekilme, kalabalıklara girmeme gibi refleksler gelişiyor. Girmiş oldunuz ama vurguyu güçlendirmek için soralım, bu duyguları terse çevirmek için basacağımız zemin neresi?

Bir kere örgütlü olmadığımız sürece korkular insanları geri çekecektir. Hatta geri çekmek bir yana iktidara yapışmayı getirecektir. Spinoza diyor ki, insanların, arkadaşlarınızın iyi, olumlu, doğru yanlarını not edip, ona göre davranın. Herkes kötü, olumsuz şeyler yapabilir, onların listesini yapmayın, çünkü öyle bir liste yapıp ona göre davranırsanız kötülük yapmış olursunuz. Bunu devletler ve toplumlar olarak düşünelim. Devletler ve toplumlar sürekli insanların kötü şeylerinin, olumsuzluklarının listesini yapar. Devletin bunu yapmasının nedeni çözümü de kendisinde bulunmasını sağlamaktır. Toplumumuzun bu kadar kötü olmasının nedeni de budur. Örgütlü olmadığımız sürece sonuç budur. O nedenle bunun yolu örgütlü olmaktan geçiyor. Örgüt derken de sadece politik partileri kastetmiyorum, bunlar sivil toplum örgütü olabilir, sendika olabilir vs. Bunlar olmadığı, yani dayanacağı bir yer olmadığı sürece insanların gideceği yer iktidardır.

İKTİDAR KÜRTLERİN TALEPLERİNİ KARŞILAMADAN YANINA ÇEKMEK İSTİYOR

Bombalı saldırının hemen ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun PKK ve ABD adresini verdiği anlatının Erdoğan ve AKP’nin diğer yetkililerince aynı güçte dillendirilmemesi iktidar içindeki klik çatışmasını, dağınıklık görüntüsünü belirginleştirdiği yorumlarıyla karşılandı. Siz böyle bir görüntü görüyor musunuz?

Bunun patlamadan kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Evet, Süleyman Soylu hikayeyi hemen kendi başına yazmaya çalıştı ama Soylu’ya parti içinde çok tepki olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun AKP’nin yarılmasına neden olacak bir sonuç doğuracağını düşünmüyorum. Olacaksa da bu başka nedenlerle yaşanır. Örneğin politikalarının artık işlememesi, MHP ile yaptıkları iş birliği. Çünkü bundan rahatsız olan insanlar var. MHP Lideri Bahçeli geçen hafta “HDP ile görüşülebilir, normaldir” dedi. Bir hafta sonra “Mecliste terörist partiye tahammülümüz yok” dedi. Bu bence MHP içinde de rahatsızlık yaratıyor.

Taksim saldırısına kadar siyasetin gündemi değindiğiniz AKP’nin HDP’ye yaptığı anayasa değişikliği ziyaretiydi. Patlama sonrası, bu ziyaretin yapılmasından demans hastası Aysel Tuğluk’un cezaevinden çıkarılmasına, yeni açılım süreci beklentilerinin yayılmasından Selahattin Demirtaş’ın hasta babasını ziyaret etmesine gelişmeler HDP’ye jest olarak nitelenip, güvenlik çevrelerinin bundan rahatsız olduğu, dolayısıyla bombalı saldırının buraya yönelik olduğu da konuşuldu. Bu zorlama bir çıkarım mı, ne dersiniz?

Bu saldırının Aysel Tuğluk’un bırakılması ya da Demirtaş’ın babasını ziyaret etmesiyle ilgili olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Yeniden bir Kürt açılımı falan olacağını da düşünmüyorum. AKP çok fazla pragmatist bir parti. Bugün evet dediğine yarın hayır diyebilir. Seçimi kazanmak için her şeyi yapabilirler. Bugün ABD’yi düşman ilan eden yarın dost ilan eder. Ve bu tutarsızlıkların bir maliyeti olmuyor. İşin ilginç tarafı da bu. Dolayısıyla HDP ile de görüşür. İktidar seçim yaklaştığı için Kürtleri yanına almak istiyor ama açılım falan yapmadan yani Kürtlerin taleplerini karşılamadan. Bunlar onun tezahürleri. Kürtlerin de bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla patlamanın bununla ilişkilendirilmesi bana doğru gelmiyor. Ben daha çok belirttiğim gibi Suriye politikası ile ilişkilendiriyorum.

Ziyarete CHP’den İyi Partiye altılı masadan verilen reaksiyon için ne söylersiniz? AKP “Terörist dedikleri HDP ile yan yana gelmekle”, HDP de “AKP ile pazarlık yapmakla” itham edildi. Muhalefetin stratejisi seçimi Kürt siyasetiyle mesafelenerek almak mı?

Bir kere Kürtlerle mesafelenerek seçimi alamazlar. Altılı masadan benim anladığım şu, “Ne olursa olsun Kürtler bize oy verecekler” diye bekliyorlar. “Çünkü asla AKP’ye oy vermezler!” 2015’den bu yana iktidar Kürtlere dönük çok olumsuz politikalar yürüttü. O nedenle CHP “Kürtler şu ya da bu şekilde bize oy verecek” diye düşünüyor. Bu adaya bağlı. Burada mesele özellikle CHP’nin “Biz bir şey yapmasak da Kürtler oy verir” diye düşünmesi. Bence Kürtlerin bu politikayı teşhir etmesi ve “Ben sana şu şartlarda destek veririm” demesi gerekiyor.

MESELE "İNSANLAR YOKSUL" DEMEK DEĞİL, SORUNLARA KAMUSAL ÇÖZÜMLER SUNMAK

Muhalefet cephesi bir süredir hafta başında 8. toplantısını yapan altılı masanın giderek daha fazla dağınık ve rekabetçi bir görüntü içine girmesini, dolayısıyla yaydığı umutsuzluğu tartışıyor. Altılı masanın bütüncül bir söylem, strateji kuramaması eleştiriliyor ama zaten bu ne kadar mümkün?

Altılı masanın güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş dışında ortak söyledikleri bir şey yok. Ama Türkiye’nin tek meselesi bu değil ki. Kürt sorunu var, Alevi meselesi var. Ağır bir ekonomik problem var. Fakat bunlarla ilgili bir öneri, bir çözüm yok. Olamaz da çünkü altı değişik fikirden söz ediyoruz. Orada bir de Meral Akşener gibi milliyetçi, faşizan eğilimde bir aktör var. Böyle olunca anlaşmaları çok zor. Dağınıklığın asıl nedeni de bu. CHP zaman zaman işte aile sigortası, adalet, hukuk falan diyor ama bunlar sorunun kaynağına dokunan söylemler değil.

Yoksullaşma yaygınlaşıyor, toplu işten atmalar artıyor, güvencesiz çalışma normalleştirdi, iş cinayetleri durmuyor, daha yeni Hatay’da 14 yaşında mevsimlik işçi olarak çalışan kız çocuğu Dicle Nur Selçuk hayatını kaybetti. Dolayısıyla buraya basmayan refah, demokrasi, eşitlik vaadi oluşturulabilir mi?

Mesele tam da bu. Mesela CHP için söylüyorum, şunu söylemeleri çok mu zor, “hastaneleri kamulaştıracağım.” Sosyal demokrat değil misiniz, sosyal demokrasi bunu gerektirir. “Özel hastane diye bir şey olmayacak! Özel okul diye bir şey olmayacak!” İnsanların ihtiyaçlarına denk düşecek şeyler bunlar. “Bunların hepsini kamulaştıracağım. Kamusal ve parasız olacak!” CHP bu politikayı geliştirse halktan destek alır. İnsanlar çocuklarını okula aç gönderiyorlar. Hastanelere gidemiyor insanlar. Altılı masa bunu yapamaz, orada özelleştirmeyi savunan partiler var ama işin kötü tarafı CHP’de de özelleştirme karşıtlığı yok. Dolayısıyla bunları yapmazsan ekonomi kötü diye insanlar sana gelmez. Bir türlü sosyal demokrat olamayan, işçi ve emekçilerin sorunlarını gündeme taşıyamayan bir CHP var. “İnsanlar yoksul, yoksulluk artıyor!” Bunu herkes söylüyor. Sorunları tartışmak demek bu değil. O sorunlara kamusal çözümler bulmak asıl mesele. Ama İngiltere’de finans çevreleriyle görüşülüyor, yatırım gelsin, para gelsin diye. Maalesef durum bu.

BİR ALEVİYİ CUMHURBAŞKANI YAPACAKLARINI DÜŞÜNMÜYORUM

Atılı masaya dönük eleştirilerde adayın açıklanmasının gecikmesi de var. Kimilerine göre masa aday çıkarmadığı için de yıpranıyor. Diğer yandan kazanacak aday meselesi gündemden düşmüyor. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına İYİ Parti’den itirazlar daha dolaysız dillendiriliyor, İmamoğlu ve Yavaş isimleri yeniden öne çıkarılıyor. Ne dersiniz, Kılıçdaroğlu’nun şansı azalıyor mu?

Altılı masanın bir aday çıkarmamaktan dolayı yıprandığını düşünmüyorum. Hatta aday çıkarmaması ilgiyi altılı masaya çekmeyi sürdürmeye yarıyor da olabilir. Açıkçası ben sosyalist bir insanım, kimi aday çıkaracakları beni çok ilgilendirmiyor ama bir Aleviyi bu ülkeye cumhurbaşkanı yapacaklarını düşünmüyorum. Maalesef böyle. Diğer yandan Kürtlerin kime oy vereceği biraz önce vurguladığım gibi biraz adaya bağlı. 

Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğinin handikap oluşturacağı konusu birkaç ay önce gündeme geldiğinde çoğu çevre “bu devirde hala kimlikten, mezhepten konuşmak ayıp, Türkiye bunu aştı” demişti. Ama siz aşılan bir şey olmadığını düşünüyorsunuz?

Kimlik meselesi maalesef hala önemli bir sorun toplum açısından, hatta sol partiler bile halen bu meseleye eğilimli, yani sınıf meselesinden çok kimlik meseleleriyle uğraşıyorlar. Bu durum Alevi birinin seçilmesini zorlaştırıyor.

Dolayısıyla, ekonomi başta olmak üzere bu kadar ağır sorun varken Erdoğan nasıl oluyor da önemli bir oy potansiyelini koruyor, hatta kaybettiği oyları geri alıyor sorusunun yanıtı içinde bu da var?

Burada birçok saik var. Öncelikle, sundukları milliyetçi söylemi aşmak kolay değil. Buna karşı daha milliyetçi söylem geliştirmek, altılı masanın yaptığı gibi, çözüm değil. Senden daha milliyetçisi var, sana neden gelsin ki insanlar, ona gider. Bir başkası, az önce bahsettiğimiz korku iklimi. Böyle bir iklim her zaman iktidarda kim varsa ona yarar. Belki de en önemlisi burjuvazinin tavrı. AKP’den epey bir yararlandılar ve yararlanmaya devam ediyorlar. Neden ondan vazgeçsinler ki? Ortada onlar açısından bir sorun yok, kendi aralarındaki çelişkiler dışında. Önemli mesele şu: işçi ve emekçileri, kent yoksullarını önereceğiniz politikalarla kendinize çekemiyorsanız başarılı olamazsınız. Bu da biraz önce söylediğim politika ile olur bence. Yani hastaneleri, okulları kamulaştırma, çalışma süresini kısaltma, buna karşılık günlük ücretin artırılması ve benzeri. Altılı masanın böyle bir derdi var mı? Yok. Burjuvazinin çıkarlarına çalışacaksanız ha AKP ha altılı masa, ne fark eder ki işçi ve emekçiler açısından?

Evrensel'i Takip Et