21 Kasım 2022 08:00
/
Güncelleme: 14:41

Tacim ÇİÇEK

Modern anlatının çehresini, yolunu ve yüzünü belirleyen “üç anıt roman”dan söz edebiliriz. 20. yüzyılın ilk yarısında yayımlanan bu üç yapıt şunlardır: Proust’un ‘Yitilmiş Zamanın Ardında’ ki yedi ciltlik bu kitap üslup farklılığı ile olduğu kadar ruhsal çözümlemeleriyle de etkilemiştir kendinden sonraki nice yazarı. Musil’in yarım yüzyıla yakın bir süre üzerinde çalıştığı ve bitiremeden öldüğü ‘Niteliksiz Adam’ başlıklı romanı da ikincisi… Yayımlanmamış taslak bölümlerinin toplamı da birkaç bin sayfa olan bu roman da çok etkili olmuştur yazarlara. Joyce’un ‘Ulysses’i de üçüncüsüdür ama hangisinin daha çok etkili olduğu tartışılamayacak kadar bellidir: Ulysses. Bu konuda oldukça ayrıcalıklıdır sanırım.  Bugüne dek yayımlanmış romanlar üzerine hakkında en fazla yazı, deneme ve eleştiri yapılan yapıt budur maalesef. Edebiyatla ilgili ya da ilgisiz olsun neredeyse herkesin yazarı ve hakkında az da olsa bilgi sahibi olduğu bir metindir Ulysses. Okunması oldukça güç ve okunsa da derinlikli okuma geçmişi olmayan biri okusa da pek anlayamaz gerçekten. Bir benzetme yapacak olursam ki her benzetme hatalı olabilir dendiğinin de bilincinde olarak, nasıl ki Karl Marx’ın Kapital’i alanında uzman olmayanlarca okunsa da anlaşılmayacağı gibi, Ulysses’in de alanında derinlikli alan bilgisi olmayanlarca okunsa da anlaşılmayacağının altını çizmek isterim.

Yazarın tam adı James Augustine Aloysius Joyce’dur.(1882-1941) İrlanda asıllıdır. Yazılarında kullandığı anlatım, biçem ve üslup açısından çok özgündür. Bu yüzden de 20. Yüzyılın edebiyatına yön ve renk vermiştir. En önemli yapıtı da Ulysses’tir. Önce Amerika’da bir dergide dizi olarak yayımlanmış ve hakkında ‘müstehcenlik’ iddiasıyla dava açılınca da yayını durdurulmuştur. İlk kez 1922’de Paris’te kitap olarak yayımlanmıştır. Yazarın savruk ve anlaşılmaz yazısından dolayı yalan yanlış basımları yapılan Ulysses’in aslına uygun basımı ise 1984’te olmuştur. Bizde de Nevzat Erkmen’in çevirisiyle ki eski ve ağır diyebileceğimiz bir dille YKY tarafından 1996’da ilk basımı yapılmıştır. Aynı yayınevi tarafından yapılan şubat 2017 tarihli basımını alan bir şair dostumdan aldığım bu baskıyı bendeki ilk baskıyla gelişigüzel karşılaştırdım ve gördüm ki dil yine aynı dil. Genç okurlar tarafından okunsa bile anlaşılmayacağını ve bir sözlük eşliğinde okumanın da hiçbir zevk vermeyeceğini belirtmeden geçmeyeceğim maalesef.

‘ZOR’ OKUNAN BİR ROMAN

Kanıksadığımız klasik, yani giriş, gelişme ve sonuç merkezli romanlardan oldukça farklıdır. Gerçekten de “zor” okunan bir romandır.  Yazar, karakterlerini gün boyunca takip eden, kafalarından geçenleri sayısız ayrıntılarıyla betimlemiş. Anlatıcı Tanrı ile karakterlerin iç sesleri birbirine karışmıştır ve bu iç sesleri gerçek olan konuşmalardan ayıran tek şey “konuşma çizgileri”dir. Her ne kadar Dublin’de 1904’te yaşayan ortanın altındaki sınıftan kişileri almış, haziran ayının başlangıcındaki bir gün boyunca, sadece neler yaptıklarını değil neleri düşündüklerini de anlatmışsa da yazar, okur açısından o “bir gün” bile belirsizdir.  Joyce’un okurlarını hiç mi hiç uyarmadan yaptığı geçiş yüzünden bir tür bilmece kurgu ile baş başa bırakıyor ve her cümlenin kimin kafasından geçtiğini, hangisinin iç ses; hangisinin gerçek ses ile konuşma olduğunu tahmin etmesini istemiş. Her şey hayat, zaman ve düşüncelerimiz gibi akış halinde yani.

Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış olan bu bin küsur sayfalık romanda önce anlatıcı değişikliklerini özümsemeniz gerekiyor. Hem ana karakter Leopold Bloom’un zihninde kalmaya devam edip hem de olayları Tanrı Anlatıcı, Molly, Stephen ve Gerty’den dinleyebiliyoruz çünkü. Hatta romanın bir yerinde Tanrı Anlatıcı’yla Bloom birbirine karışıyor ve okura içinden çıkılması güç bir okuma serüveni yaşatıyor. Romanın hem en zor hem de en eğlenceli bölümlerinden biri son bölümdür. Burada Molly toplamda sekiz cümle kuruyor ama bu sekiz cümle yirmi dört bin kelime ve bin sekiz yüz satırdan oluşuyor. 

‘KENDİ DESTANINI YARATMIŞ’

James Joyce’un en önemli atıflarından biri Homeros’un ünlü destanı, Odysseia’dır. Joyce, bu destanı ana eksenine koyar ve onu postmodern bir anlatı tekniğiyle yeniden biçimlendirir. Homeros’un kahramanlarını Dublin’de yaşayan yoksul insanların dünyalarındakilerle birleştirir. Joyce, Homeros’un kahramanlarının ruhlarını, bir güne ve o günün insanlarına aktarır. Kendi kahramanlarına destanın kişilerine benzer şeyler ve işler yaptırır. Bu birebir İlyada’nın tersyüz edilmiş hali değildir tabii ki… Bu atıf ve kurgu içinde Homeros’u okuyan her ciddi ve birikimli okur Leopold Bloom’un Odysseia’ya, Stephen Dedalus’un babasını arayan Telemakhos’a, L. Bloom’a hiç mi hiç sadık olmayan Molly’in de (Marion Bloom) sadık Penelopeia’ya karşılık geldiğini anlar. O evden çıkışı, Odysseia’nın başında Telemakhos’un yola çıkışıdır. Stephen’ın sembolik baba arayışı da bir tür Telemakhos’un Odysseus’u arayışıdır. Joyce on sekiz bölümünün tamamına Odysseia’dan bir bölümün ismini vermiştir. Böylece bir tür kendi destanını yaratmış diyebiliriz. Özgün, ilginç ve oldukça da yoğun bir metin biçiminde…

İngiliz Edebiyatı içerisindeki hem “en iyi” hem “okunması en güç” eser olması belki de yazarın başından beri kurgulayıp yazarken planladığı bir sonuçtu. Çünkü James Joyce buna şöyle bir açıklama getirmekten çekinmemiş: “Ulysses’in içine o kadar çok bilmece, bulmaca, gizem ve muamma koydum ki, bu profesörleri yüzyıllarca meşgul tutacak ne demek istediğimi tartışacaklar, insanın ölümsüzlüğü garantilemesinin tek yolu da budur.” (Richard Ellman, James Joyce Biyografisi/Kabalcı Yayınları 2012) Üstadın dediğini başardığını söylemek hiç de yanlış olmaz.  

BİR YAPBOZUN PARÇALARI

Roman bittiğinde başkaları için tüm parçalar yerli yerine oturuyor mu ve bir yapbozun parçaları birleştirildiğinde nasıl ki bir ‘sonuç’ ortaya çıkıyorsa, onlar için de bir sonuç ortaya çıkıyor mu doğrusu bilemem. Benim için tüm parçalar, bir yapbozun parçaları gibi yerli yerine oturduğunda dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım sonuç çıkıyor ortaya. Bir de bu parçaların, ayrıntıların, karmaşanın aslında hikayenin de ta kendisi olduğu…

Şimdi yazıya başlık olan soruya yanıtımı verebilirim: Ulysses tabii ki J. Joyce’u farklı ve özgün bir Homeros yapar ama kendi çizgisinde ve gerçekliğinde asıl Homeros başka o başka…

Evrensel'i Takip Et