Ahmet Kaya’nın mezarını getirip ne yapacaksınız?
“İçindekiler”de bu hafta AKP’lilerin Ahmet Kaya’nın mezarını getirerek ne yapmak istedikleri, editörlerin “görünmez” emeği ve yıllar evvel gazetemizde yer bulan “Evrensel Çocuk” sayfası var.
Hakan GÜNGÖR
AKP Genel Başkanı Erdoğan, Ahmet Kaya için “Nakli kubur (Yani mezarının taşınması) teklifimiz masadadır. Çünkü bu topraklar, onun toprağıdır. Yeter ki aile bu konuda kararını versin” dediğinde kendi kendime AKP bu mezarı getirip acaba ne yapacak diye sordum.
AKP’liler, sahi, ne yapacaksınız Ahmet Kaya’nın mezarıyla?
Mezarlık bahçesine ofis kurup, Ahmet Kaya mezarı manzaralı bu ofiste mi alacaksınız Aynur Doğan, Metin-Kemal Kahraman, Niyazi Koyuncu, Mikail Aslan, Apolas Lermi, Melek Mosso’nunkilere benzer yeni konser yasağı kararlarını?
Mezarda çıkan otları bir yandan kesip bir yandan da Sezen Aksu’ya olduğu gibi “O dilleri kesmek görevimiz” açıklamaları mı yapacaksınız?
Bir yandan o mezarı sulayıp bir yandan aldığı ödülü TTB’nin tutuklu başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya adadığı için Özcan Alper’i hedef alan güya oyuncuyu makamlarınızda ağırlamaya devam edip kahvesini suyunu mu ikram edeceksiniz?
“Yahu bu mezarın etrafına bir parmaklık yapmak lazım” deyip sonra yaptığı şakayı gerekçe gösterip hapse attığınız Gülşen gibi başka sanatçıları da mı demir parmaklıklar ardına atacaksınız?
Mezar başında Kürtlerden oy almak için seçim konuşmaları yapıp bir yandan da Amed Şehir Tiyatrosunun Kürtçe “Don Kixot” oyununda yaptığınız gibi yeni yasaklar mı getireceksiniz?
Mezarlıkta cep telefonlarınızdan Ahmet Kaya’nın “Beni burada arama/ Arama anne/ Kapıda adımı/ Adımı sorma”sını dinlerken gözleri dolan Erdoğan videosunu açıp bir yandan Şair İlhan Sami Çomak’ı hapiste tutmaya devam mı edeceksiniz?
“Ahmet Kaya, Erdoğan hapse girerken onu uğurlayanlardan biriydi” diye onu yad edip, bugün Saray’a yakın olan İbrahim Tatlıses, Demet Akalın, Muazzez Ersoy ve Mazhar Alanson gibilerini projelere mi boğacaksınız?
Bir elinizi Ahmet Kaya’nın mezar taşına koyup diğer elinizle başka sanatçıları mı hedef göstereceksiniz?
Neyse ki Ahmet Kaya’nın ağabeyi Mustafa Kaya açıkladı:
"Biz, bu ülkede demokrasi olmadığı sürece Ahmet’i getirmeyeceğiz. Ne zaman demokrasi olur, özgürlükler tekrar kullanılabilir, o zaman söyleriz artık ‘Ahmet’i getirelim’ diye. (…) Ahmet’in vasiyeti buydu. ‘Ben öldüğümde ülkede kardeş kavgası olduğu sürece beni sakın getirmeyin’ demişti.”
Ahmet Kaya elbet döner. Ama biz Türkiye’de Ahmet Kaya’ya saldırılan Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninde yaşananlara benzer şeyleri her gün tekrar tekrar yaşarken değil.
EDİTÖRLER NEDEN SADECE YAZIM YANLIŞLARINDA HATIRLANIR?
Adalet Çavdar, Burcu Arman ve Merve Akıncı Almaz’ın bir e-bülteni var, adı “Okur Bülteni”.
Her hafta gelen e-postayla okuyabildiğimiz bültende yazarlarla, editörlerle söyleşiler, kitap yazıları, haftanın öne çıkan kitap ve şarkıları yer alıyor. Bu haftaki bültende Editör Nimet Kirşan’la yapılan bir söyleşi vardı.
Kirşan bir editör olarak motivasyonlarını, “Yaptığı en büyük editoryal hatayı”, hemen her editörün yapmak zorunda kaldığı, ücreti mukabil editörlük işinde hazırladığı “en saçma” kitabı (Adını değil ama konusunu vererek) anlatıyor.
Kirşan editörlüğe dair şöyle bir tespit yapıyor:
“Yazar, ekmeğin hamurunu yoğuran ve ona şekil veren kişiyse editör de ekmeği pişiren kişidir. Hamur ne kadar iyi olursa olsun ekmek kötü pişirilirse yenmez ve işe yaramaz. Ben de editörlüğü ekmek gibi görüyorum. Bir kitabı son haline getiren, onu okurun ellerine sunan, kitabın en önemli aktörlerinden birisidir editör. Kitap hatasız çıksın diye uğraşır ve kendi yazmış gibi o kitabı sahiplenir.”
Kirşan haklı. Aslında okurların büyük bir çoğunluğu editörlüğün nasıl bir görünmez ama kıymetli emek olduğunu bilmez. Kitap kapağında görülen isimlerin dosyalarının gönderildiği gibi basıldığını zanneder. İş öyle değildir. Bir dosya yayınevine gelir. O dosya baştan sona, satır satır hatalarla dolu da olabilir. Bunlar kurgusal hatalar olabilir, mantık hataları olabilir, bilgi yanlışları olabilir, yazım yanlışları olabilir… Editör de bu hatalar kalabalığını ayıklamaya, düzenlemeye çalışır. Cümle cümle tüm dosyayı düzeltmek de (Baştan yazmak mı demeliyim yoksa) gerekebilir.
Editörleri ve redaktörleri genelde bir harf hatası, yazım yanlışı olduğunda anımsarız. Bu, kitabın bir editörü olduğuna dair en önemli efekt olsa gerek, çünkü temiz bir akışta kimsenin aklına editör gelmez. Çoğu zaman, yazım yanlışlarını gören bir okur, “Bu nasıl editörlük, hiç mi okumamış” der.
Ama işin özü çok başka olabilir. Çünkü editörlerin çalışma koşullarını bilmeyiz. O kitap çok kısıtlı bir süreyle ona verilmiş ve “Hızlıca ama temiz okuyalım” talimatıyla teslim edilmiş olabilir. Hem çok hızlı hem çok temiz… Nasıl olacak?
Dahası bir editör aldığı dosyada dünya kadar yanlışı temizleyebilir ama yine de kusurlar kalabilir. Dosyanın ilk halini göremeyeceğimizden ne kadarını temizleyebildiğini asla bilemeyiz. Üstelik “okuma körlüğü” diye bir şey de vardır. Tüm o yanlışlarla uğraşırken bir noktadan sonra, “okuma körlüğü” yaşamaya başlar, gözünüzün önündeki hatayı görmez olursunuz.
Dedim ya, ilk soru “Hiç mi okumadı”dan önce, “Editöre, redaktöre yeterli vakit verildi mi? Çok fazla düzelti gerektiyse, bir başkasına son okuma yaptırıldı mı?” olmalıdır.
Örnek mi? Belki bu yazıda da hatalar kaldı, belki ben çok daha fazlasını yaptım, editörüm bunları temizlemeye çalışırken bazıları da kalıverdi… Kim bilir…
“Okur Bülteni” ekibi edebiyatın görünmez emekçisi editörlere de alan açarak önemli bir iş yapıyor.
Bültene bu adrese girip e-postanızı ekleyerek üye olabilirsiniz.
“EVRENSEL ÇOCUK” SAYFASINI HATIRLIYOR MUSUNUZ?
Gazetemizin ilk yıllarında bir dönem “Çocuk” sayfamız vardı. Şu an Evrensel’de sağlık ve eğitim editörü olarak çalışan Vural Nasuhbeyoğlu hatırlattı. Nasuhbeyoğlu, o dönemde hem bir üniversite öğrencisi hem de gönüllü Evrensel dağıtımcılarından biriydi. Çocukların “Çocuk” sayfası günü gazeteyi nasıl beklediğini, dağıtımcı arkadaşların yolunu nasıl gözlediğini anlatınca sayfalara tekrar göz attım.
Gülsüm Cengiz’in hazırladığı sayfada, çocuklar için küçük bilmeceler, bilgiler yayımlanıyordu; üstelik çocukların gönderdiği resim, şiir ve notlar da vardı.
16 Şubat 1996 tarihli “Çocuk” sayfasında iki imza dikkatimi çekti.
İlki M. Eren Bozbaş’ın şiiri. Henüz çocukken yazdığı “Ayrım Yapanlara” başlıklı güzel şiiri şöyle:
“Dili başka başka diye/ Bizden değilsin demek/ İnsan hakları konusunda/ En büyük haksızlık demek/ Hele cins ayrımı:/ Bu erkek, şu dişi;/ Saçma geliyor bana/ İnsandır bence kişi/ (…) Irk ayırt etmem/ Beyaz, siyah, sarı diye/ Benim renklerim gökkuşağı/ Dağlardan denizlere// (…) Ayrım yapan yanlış kişi/ İnsan hakları ihlalinde/ Karşısında bulacaktır beni”.
Peki çocukken “Ayrım yapanların, insan hakları ihlalinde bulunanların karşısına çıkacağını” söyleyen Bozbaş bunu yaptı mı? Evet, yapıyor da… M. Eren Bozbaş hem Hayat TV’ye emek veren isimlerden oldu hem de gazetede zaman zaman çektiği fotoğraflar yer aldı.
Dikkatimi çeken bir diğer imza Duygu Ayber’e ait. Ayber, sayfaya, yaptığı bir resmi yollamış.
Resmi yayımlandığında Ayber henüz 7-8 yaşında. Bu, gazetede ilk görünüşü ama son değil. Çünkü Ayber sonraki yıllarda gazetemizin muhabiri oldu. Kentsel dönüşümle ilgili haber ve röportajlarında ya da Ekmek ve Gül için yaptığı haberlerde resimde çizdiği evi ve gülümseyen kadını hatırladı mı bilmem. Ama çocuk dünyasından hayal ettikleri için mücadele edenlerden biri de o oldu.
Sayfaya yazan çizen çocukların ve o gazeteyi gönüllü dağıtan gençlerin gün gelip o gazetede yer bulması, haber ve fotoğraflarının yayımlanması çok değerli bir süreç. O sayfaya emek vermiş herkese teşekkür etmek de bize bir borç.
Evrensel'i Takip Et