24 Kasım 2022 09:19

Şah mat

Satranç kelimesinin Sanskritçe "catur anga" kelimesinden geldiği ve bu kelimenin de "dört unsurdan oluşan ordu" anlamına geldiği düşünülmektedir.

Wolfgang von Kempelen 1769 yılında yaptığı satranç otomatı | Fotoğraf: Wikimedia

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Wolfgang von Kempelen 1769 yılında Avusturya Kraliçesi Maria Theresa’yı etkilemek için bir satranç otomatı yapmıştır. Akçaağaçtan yapılmış olan bu otomat 120 cm uzunluğunda, 105 cm genişliğinde ve 60 cm yüksekliğindedir. Üzerinde damalı bir satranç tahtası olan tekerlekli bir kabinetten ve kabinetin önünde oturan bir insan figüründen oluşan bu otomat var olduğu 85 yıl boyunca birçok sorunun, hatta gizemin odağı olmuştur.

Otomat satranç oynamak için geliştirilmiş mekanik araçtır. Oyun başlamadan önce kabinetin kapağı açılarak izleyicilere içerisindeki irili ufaklı kaldıraçlar, makaralar ve karmaşık mekanik sistemler gösterilirmiş. Kurularak çalışan bu otomat karşısındaki gönüllü ile satranç oynamaya başladığında gözleri ile satranç tahtasını tarar, başını arada bir sallayıp taşları eliyle hareket ettirirmiş. Karşılaştığı pek çok rakibini yenmeyi başaran otomat hamlesi bittikten sonra başını da üç kez sallarmış. Otomat ayrıca maç sonunda seyredenlerden gelen soruları satranç tahtasının yanındaki özel bir tepside bulunan harfleri birleştirerek cevaplarmış.

Otomatı satranç oynarken izleyenler yıllarca onun sırrını çözmeye çalışmışlar. Kimine göre otomata kötü ruhlar hükmediyormuş, kimine göre içindeki cüce otomatı harekete geçiriyormuş, kimine göre de mıknatıslar aracılığı ile oluşturulan manyetizma aracılığı ile uzaktan kumanda ediliyormuş. Bu iddialar dönemin gazetelerinde tartışılmış, otomat üzerine makaleler hatta kitaplar yazılmış. Otomatın nasıl çalıştığı ile ilişkili kafa patlatanlar arasında ünlü illüzyonist Houdini ve Edgar Allan Poe’da bulunmaktadır.

Kempelen’in 1804 yılında ölümünden sonra otomata Beethoven’in ortağı ve yakın arkadaşı olan Johann Maelzel sahip olur. Metronomun da mucidi olan bu makine mühendisi aynı zaman da oldukça önemli bir şovmendir. Maelzel’in gerçekleştirdiği belki de en büyük şov 1809 yılında otomat ile Napolyon arasındaki satranç maçıdır. Bu maçta otomat Napolyon’u yenerek ününe ün, gizemine gizem katar.   

Maelzel şovunu yeni ülkelere, yeni kıtalara taşımak ister. Böylece otomat dünya turnesine çıkar. Önce ülke ülke Avrupa’yı dolaşarak gösteriler yapar. Ardından ver elini yeni kıta Amerika. Amerika’da da başarılı bir turne gerçekleştiren Maelzel şovunu Küba’ya taşımak ister. Maelzel Küba’da satranç ustası olan sekreteri ve sırdaşı William Schlumberger’i sarı hummadan kaybeder ve bu ölüm Maelzel‘i Amerika’ya dönmek zorunda bırakır. Çünkü iddia odur ki Schlumberger kabinetin içerisinde iki büklüm olarak mum ışığında mıknatıslar aracılığı ile otomata hükmeden ve şovun sürmesini sağlayan kişidir. Hatta Schlumberger’den önce de otomatın efendisinin cüce satranç ustası Jacques-François Mouret olduğu rivayet edilir.

Schlumberger’in ölümü şovu sonlandırır. Böylece Maelzel Amerika’ya dönmek için yola çıkar. Ancak yolculuk sırasında Maelzel kamarasında ölü bulunur. Muhtemelen Schlumberger gibi sarı hummadan ölen Maelzel denize gömülür.     

Amerika’ya sahipsiz olarak ulaşan otomat 1838 yılında açık artırmaya çıkarılır ve yeni sahibine satılır. Yeni sahibi Edgar Allan Poe’nun doktoru John Mitchell’dir. Şov yönü Maelzel kadar güçlü olmayan Mitchell bir kulüp kurar ve kulüp üyelerine mekanik otomatın sırlarını ücret karşılığında göstermeye başlar. Tıpkı aynanın sırrı kazınınca büyüsünün bozulması gibi, otomatın sırları anlamla buluşmaya başlayınca üzerindeki gizem bulutu dağılmaya başlar. Böylece etrafındaki meraklı bakışlar her geçen güz azalır ve Mitchell otomatı Philadelphia’da Çin Kültürü Müzesine bağışlar. Yıllarca müzede emekli yaşamını sürdüren otomat 5 Temmuz 1854 günü çıkan yangınla 85 yaşında yanarak kül olur.  

Seksen beş yaşında yanarak kül olan bu otomatın adı “Türk”tür. Kempelen otomatını sırtında kaftanı, başında kavuğu ile bıyıklı bir Osmanlı Türk’ü olarak biçimlendirmiştir. Her ne kadar biz Türk ismini dünya satranç tarihine henüz yazdıramamış olsak da satranç tarihinin belki de en tartışmalı, en gizemli olaylarından birinin kahramanına bizden bağımsız olarak “Türk” ismi verilmiştir.   

Türkçede satranç olarak adlandırdığımız oyunun kökeninin Hindistan’a dayandığı rivayet edilmektedir. Satrancın tarihinin milattan öncesine dayandığı söylense de Hindistan’da günümüz kurallarına yakın bir hal alması VI. yüzyılda olmuştur. Satranç kelimesinin Sanskritçe “catur anga” kelimesinden geldiği ve bu kelimenin de “dört unsurdan oluşan ordu” anlamına geldiği düşünülmektedir. Şah ve vezir ordunun unsurları dışında bırakıldığında atlar, filler, savaş arabaları (Kule ya da kale) ve piyadeler savaşın dört unsurunu oluşturmaktadır.

Satranç, muhtemelen Hindistan’dan baharatlarla birlikte Arap Yarımadasına ulaşmıştır. İslam kültüründe hızlıca yaygınlaşan satranç VIII. yüzyılda da Müslümanlar aracılığı ile Endülüs ve Sicilya üzerinden Avrupa’ya girmiştir. Ancak Avrupa’da yaygınlaşması İslam kültüründe olduğu gibi hızlıca olamamıştır. Çünkü kilise satranca karşı İslam kültürünün bir parçası olması gerekçesiyle şiddetli tepki göstermiştir. Hatta satranç oynayanları 1061 yılında aforoz etmiştir.

İşte satranç taşlarının Avrupa ülkelerinde isim değiştirmesinin kökeni de bu olaya dayanmaktadır. Satrançtan vazgeçmeyen Avrupalılar şah yerine kral, vezir yerine kraliçe, fil yerine piskopos, at yerine şövalye, piyade yerine de piyon ismini kullanarak kilise tarafından aforoz edilme gerekçesini ortadan kaldırmıştır. Oyun taşlarının isimleri değiştirilmesine değiştirilmiştir ancak oyunu bitirebilmek için Farsça şahın hareketsiz kılınması anlamına gelen “şah mat” (checkmate) halen zorunludur.

Avrupa ülkeleri bu toprakların satrançla tanışmasından yüzlerce yıl sonra tanışmış olmasına ve kilisenin baskısına maruz kalmalarına karşın 64 kareden oluşan damalı tahtada bizden çok daha ilerilere hamle yapmıştır.

Bizler o damalı tahtada başarılı hamleler yapamamış olsak da ülkemizi bir damalı tahtaya çevirerek “çok başarılı” hamleler yapabilmekteyiz. Örneğin beyaz taşlarla oynayan oyuncunun patlayan bombalarla yaptığı açılış, uçan atların sınır ötesine kadar ulaşan sıcak nefesi ile damalı tahtada hakimiyet kurmaya çalışmaktadır. Ardından piyadelerle damalı tahtanın sınırına sağlayacağı destek şahın ve vezirin elini güçlendireceğe benziyor. Beyazın bu oyun planı rakibine savunma dışında bir strateji bırakmayacağa benziyor. Eğer siyah taşlarla oynayan oyuncu bu oyunda savunma durumunda taktik konum alıp karşı hücuma geçemezse oyunu kaybetmesi kaçınılmaz görünüyor.

Bakalım oyunun sonunda şah mat çekilerek şah çaresiz bırakılabilecek mi? 

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI