Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç: AKP sonrası Kürtleri dışlayan bir dizayn var
İktidarla düzen muhalefetinin Kürt sorununu güvenlikçi politikalarla ele alınması konusundaki fikir birliğinin salt gelecek seçimle ilgili olmadığını düşünmek için Kürt halkının çokça deneyimi var.
Yüksel Genç | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Serpil İLGÜN
2015’ten beri sürdürülen ve son aylarda hem bir seçim vaadi, hem de dış ilişkilerde bir koz olarak dillendirilen Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerine yeni bir hava harekatı kararı, Taksim saldırısından saatler sonra gerekçelendirilmişti. O nedenle saldırıyla ilgili PKK/PYD failliğini daha da çürüten yeni gelişmelerin de, tutuklanan Ahlam Albashir’in üç kardeşinin IŞİD için savaşırken öldüğü, dördüncü bir kardeşin ise Suriye Afrin’de Türkiye’nin desteklediği Esad karşıtı muhalif gruplardan birinde komutan olduğu yönünde bilgilerin de önemi kalmamıştı.
Düzen muhalefetinin de tam desteğini alan hava operasyonu sıcaklığını korurken, operasyonun kara harekatıyla da “taçlandırılacağı”, neşeyi de barındıran bir öz güvenle müjdelendi. Grup toplantısında bu müjdeyi yenileyen AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplantı sonrasında gazetecilerin sorularını yanıtlarken, bu süreklileştirilecek harekatın hedefini de açıkladı: “Tel Rıfat, Münbiç ve Aynel Arab (Kobanê) gibi çıbanbaşı yerlerden başlayarak adım adım halledeceğiz. Bizim için en uygun vakitte karadan da teröristlerin tepesine bineceğiz!”
Peki operasyonlar, Kürt sorununun demokratik çözüm taleplerine verilen şiddet yanıtı Diyarbakır’da nasıl tartışılıyor? Operasyonlar sürerken, HDP’ye anayasa ziyareti gibi gelişmeler üzerinden yaratılan “açılım” beklentilerine nasıl bakılıyor? Kara harekatı, Kürt halkının sorununun demokratik çözümüne verdiği desteğe nasıl etki eder?
Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç’le konuştuk.
Karşı birçok işaret taşımasına rağmen Taksim’deki bombalı saldırının failinin PKK/PYD olarak gösterilmesi ve akabinde Irak ve Rojava’ya başlatılan hava bombardımanının Diyarbakır’a nasıl yansıdığını sorarak başlayalım. Gelişmeler nasıl tartışılıyor?
Her iki olayın Diyarbakır’a yansımalarıyla ilgili birkaç şey söylemek gerekir. Birincisi, Taksim’de patlayan bombalamanın PKK ya da PYD ile bağlantılı bir güç tarafından yapılmadığı burada çok genel bir kanaat ve bunun sadece HDP seçmeninin değil, kentin genel kanaati olduğunu belirtmeliyim. Harekata karşı bir huzursuzluk söz konusu. İkincisi, seçim sürecinde iktidarın Kürt meselesine dair güvenlikçi söylem ve politikaları önceleyerek, muhalefeti de çok hızlı biçimde etrafında hizalayabildiğini bir kez daha deneyimlemiş olmak, iktidar dışında alternatif arayan seçmeni yeniden düşünmeye sevk etti. Sosyo Politik olarak saha araştırmamız sürüyor ama görebildiğimiz kadarıyla AKP karşıtlığı üzerinden ya da AKP’den kopup da muhalefete oy vermek isteyen seçmende ciddi bir geriye çekilme durumu söz konusu. Bu geriye çekilmeden iktidar da yararlanıyor görünüyor çünkü eylül ayında yaptığımız çalışmada, AKP’nin yüzde 12 bandında kendisinden kopmuş olan seçmenin iki puan kadarını geri kazandığını ölçmüştük. Ama bu son durumla ne olacağını göreceğiz.
Kürt sorununu terör sorunu olarak gören ve bu konuda istikrarlı biçimde el arttıran AKP’nin bölgede oylarını geri almaya başlaması nasıl açıklanabilir?
Büyük kısmı kararsızlar hanesinde durmakla beraber, son aylarda AKP iktidarının özellikle dış politikada geliştirdiği ilişkiler, muhalefetin iktidarın kurduğu gündem dışına taşmayan ve oraya çok hızlı hizalanan durumu, seçmenin küçük bir kısmını evet, yeniden AKP’ye döndürdü. Ancak bu durumun AKP’den en büyük kopuk gücün Kürt seçmen olduğu gerçeğini değiştirmediğinin altını çizmek gerek.
Şunu da belirtmekte yarar var; AKP seçmenleri içinde blok olarak çekilen seçmen grubu olarak Kürt seçmenlerin önemli bir kısmı uzun süre kararsız kaldı, muhalefet partilerini izledi. Hem Kürt sorununun çözümüne yaklaşım gösterecek, hem merkez siyaset içinde yer alabilecek bir aktör gözlüyordu. AKP’ye gitme nedenleri de bununla bağlantılıydı. DEVA bu seçmen grubunu kendisine konsolide edecek bir siyaset ve politika üretme konusunda zayıf kaldı. Diğer yandan CHP’nin Kürt sorununun çözümü, kutuplaşmanın giderilmesi, demokrasi vaatleri üzerinden kurduğu söylemler nedeniyle, kararsız seçmenin önemli bir kısmının bu söylemlerin pratiğini görmesi karşılığında CHP’yi destekleyebileceğini gösteren pek çok saha çalışması yaptık. Ancak sonrasında CHP’nin söylemlerini ilerletmemesi, pratikleştirmemesi, CHP’nin ve yer aldığı altılı masanın HDP’yle bir bağ geliştirmemiş olması gibi nedenler CHP’ye teveccüh gösteren seçmeni yeniden kararsızlar hanesine geçirdi.
Dolayısıyla, AKP’den kopan blok Kürt seçmeni döndürme konusunda mesafeyi daraltan değil daha da genişleten politikalar izleyen Erdoğan, Taksim saldırısıyla birlikte bu seçmenin muhalefete gitmesinin önünü de tıkamış oldu?
Evet. AKP iktidarı son 6-7 ayda Kürt seçmen nezdinde şöyle bir şeye ikna gibiydi, “Benden uzaklaşmış Kürt seçmenin çok büyük kısmını evet kendime döndüremem ama bu seçmenin CHP’ye ya da muhalefete kaymasını önleyebilirim!” Son Diyarbakır ziyaretindeki konuşma bu politikayla çok uyumluydu. İstanbul saldırısının ardından gerçekleşen hava harekatı da bu dizaynın mantığına uyacak biçimde yürütüldü. Muhalefet beka gerekçesiyle ne kadar “milli yerli” olduklarını sergilemek gibi bir tutumla iktidar politikalarını bir devlet politikası olarak benimseyip hizalandığı için, bu seçmenin muhalefetle hareket etme koşullarını büyük oranda dinamitlemiş oldu.
Türkiye’de çok ilginç bir şey var ve Kürtler bunu deneyimlemekten çok yoruldular. Ötekinin nefreti üzerinden bir kardeşleşme gelişiyor. Milliyetçilik, ırkçılık ya da faşizan tutumların beslendiği kaynak bu. Ötekinin nefreti üzerinden kardeşlik geliştirme refleksine iktidar çok başvuruyor ve muhalefeti bu konuda oldukça hızlı dizayn ediyor. Kürtler de ötekilerden biri olduğunun farkında ve kendisi üzerinden kurulmuş ötekileştirici, eşitlemeyen söylemlerin hepsini görüyor ve kendini konumlandırma meselesini yeniden düşünmek zorunda kalıyor.
AKP-MHP iktidarının Irak ve Suriye’ye düzenlediği son harekat kuşkusuz seçim hesaplarını da barındırıyordur ancak düzen muhalefetinin iktidarla vardığı mutabakata da bakarak buradaki ana motivasyon seçmenin konsolidasyonu mu, yoksa Kürt sorunu konusunda müesses nizamın yeniden tesisi mi?
İktidarla düzen muhalefetinin Kürt sorununun güvenlikçi politikalarla ele alınması konusundaki fikir birliğinin salt gelecek seçimle ilgili olmadığını düşünmek için Kürt halkının çokça deneyimi var ne yazık ki. Taksim saldırısı ve hava harekatı konusunda kendi içlerinde oluşan mobilizasyon bunun son dışa vurumu gibi. Hem iktidarın, hem muhalefetin zihni bağlamları, çıkarları çözülmüş bir Kürt sorunundan ziyade ne yazık ki çözülmemiş bir Kürt sorunu üzerinden kurgulanmış gibi görünüyor ve bu önemli bir handikap olarak duruyor. Çünkü çözülmemiş bir Kürt sorunu sadece Kürtler açısından bir risk değil, demokratikleşmiş bir Türkiye tahayyülü olanlar açısından da bir risk ve bu risk güçlenmiş durumda. Bu durumun böyle devam etmesi halinde altı ay sonra gelecek sandıkta AKP’nin güçlenerek çıkması ve yürüttüğü politikaları kökleştirerek yol alması pekala mümkün görünüyor ve bu mümkünatı sağlayacak olan gücün de ana muhalefeti oluşturan siyasetler olduğunun altını çizmek gerekiyor. Altılı masanın kuruluşundan itibaren, Kürtler orada kendilerini bulamıyorlar. AKP sonrası yeni Türkiye dizaynında HDP ve Kürtleri dışarıda tutan bir tavır söz konusu ve bunda İYİ Partinin hatırı sayılı bir yeri var.
AKP KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTİYOR AMA BİRİLERİ ENGELLEMEK İSTİYOR SÖYLEMİ HAVADA KALIYOR
Malumunuz, iktidara yakın yorumcuların, HDP’li siyasetçilerin de aralarında olduğu bazı çevreler Aysel Tuğluk’un bırakılması, HDP’ye anayasa ziyareti, Selahattin Demirtaş’ın hasta babasını görebilmesi gibi gelişmeleri yeni bir açılım, AKP siyasetinde yumuşama olarak değerlendirerek, Taksim saldırısının bunu da hedeflediğini ifade ettiler. Bu yorumların sahadaki etkisi için neler söylersiniz? Katı güvenlikçi politikalar ve açılım çelişkisi nasıl tartışılıyor?
HDP’yle AKP arasında anayasa görüşmesi olduğunda sahadan şu değerlendirmeyle çok sık karşılaştık; “Muhalefetin boş bıraktığı alanı AKP doldurmak istiyor!” Bununla birlikte, seçmenin çok önemli bir kısmı bunu seçim yatırımı olarak okuyor. Yani saha görüşmeye, “iktidar açılım süreci başlatacak” gibi anlamlar yüklemedi.
Biz Kürtlerin şöyle bir deneyimi var, biri bize gül uzattıysa ardından diken tarlalarını sunacaktır! O görüşme, kapatılmak istenen ve şeytanlaştırılan HDP’nin meşruiyetini hatırlatılması anlamında önemli ama Kürtler nezdinde bir de diken meselesi var. Bu diken tarlaları nasıl gelecek, hangisi olacak? Acaba HDP’nin kapatılması mı hızlandırılacak, başka operasyonel süreçler mi gelişecek gibi beklentileri var sahanın. Nitekim bu kaygı ve korkuyu haklı çıkarırcasına Taksim saldırısı ve ardından da Rojava saldırıları gerçekleşti. Dolayısıyla Kürtler bu görüşmeye çok anlam biçmediler ama şunu çokça tartıştılar, tartışmaya da devam ediyorlar; “Bizim için önemli olan Kürt meselesinin çözümünü sağlamak!” Yani saha, pragmatizmin getirdiği açılım söylemlerini, “Bu söylemler sorunun çözüme yönelebilmesi konusunda bir olanak açabilir mi, bunun politikasını nereden, nasıl yürütmek lazım” yönünde sorgulanmasını istedi.
Bununla bağlantılı olarak, “Devlet içindeki odaklar Erdoğan’ı esir aldı”, “Erdoğan yeni bir açılım yapmak istiyor ama Bahçeli engelini aşamıyor” gibi yorumların yeniden gündemleşmesi nasıl değerlendiriliyor? Bu yaklaşım devlet içi güç mücadelelerine işaret etmekle birlikte, Erdoğan iradesini etkisizleştirmiyor mu?
“Erdoğan bir şey yapmak istese bile MHP ve diğer güç odakları tarafından kuşatılmış olabilir” diyen, Taksim saldırısı sonrasındaki gerilim söylemlerini buna yormak isteyen bir kesim var ama şunu hatırlamakta yarar var; iktidarlar belli güç odakları arasındaki denge ve yer yer gerilimler nedeniyle o dengenin el değiştirdiği pozisyonlarla yürür. Dolayısıyla Türkiye’de de olaylar biraz böyle gelişiyor. 2015 gerilim süreci Türkiye’de iktidar alanlarını oluşturan güç odaklarının kısmen el değiştirmesine ve yenilenmesine yol açmıştı. Yani 2015 süreci sadece AKP’nin seçimi kazanmasına yol açmadı, aynı zamanda devlet içindeki güç dengelerinin yeniden dizaynını sağladı.
Şimdiki gerilim süreci ise o dönemde oluşmuş, iktidar içinde yer alarak belli olanaklar elde etmiş güçlerin bu olanaklarını sürdürme ya da arttırma çabasının bir parçası olarak bir sonraki aşamayı işaret ediyor gibi görünüyor. Dolayısıyla siyaseten atılmış bazı adımları bu güç odakları arasındaki kavganın bir yansıması olarak gibi yorumlamak mümkün iken, Kürt sorununda açığa çıkan durumun bir kavga olmaktan çok bir ortaklaşma alanı yarattığını unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla Kürt meselesi üzerinden açığa çıkan pozisyonlarda egemenliği oluşturan bir gücün yumuşayacağı ama diğerinin buna engel olduğu hikayesi havada kalabilir. Çünkü Kürtler üzerinden kurulmuş başka bir ortaklık alanı var. Şunu da unutmayalım, Taksim saldırısı sonrasındaki gerilim ve tartışmalar, AKP iktidarını hem dış, hem iç siyasette gücünü yeniden tahkim etmesine yol açan bazı emareler ortaya çıkarmış durumda. Bu durum nedeniyle de yani şiddet, gerilim politikasının AKP’nin devlet içindeki pozisyonunun güçlenmesine yol açtığı koşullarda “AKP yapmak istiyor ama birileri gerilimle bunu engellemek istiyor” gibi bir söylem dediğim gibi havada kalıyor.
DÜNYA KONJONKTÜRÜ KARA HAREKATI İÇİN DE AKP’YE İMKAN TANIYABİLİR
Erdoğan'ın son açıklamaları Suriye’nin kuzeyine, Rojava’ya bir kara harekatının başlatılması olasılığını güçlendiriyor. Kara harekatı, Kürt halkının Kürt sorununun siyaseten çözümü için verdiği krediye, bu yönde oluşan beklentiye nasıl yansır?
Hava harekatının kara harekatına dönmesi ve orada oluşmuş statünün bertaraf edilme riskinin doğması, Kürtlerin silahla kurduğu reddiye ilişkisinin değişmesine yol açabilir. Kürtlerin kendilerini güvencesiz hissetmesi, başka güvence alanlarını yaratmakla ilgili bir süreci güçlendirebilir ki, ne yazık ki savaş savaşı çağırıyor. Kürtlerin kendisini güvencesiz hissetme bağlamı, başka sorunların, başka kontrol dışı bazı reflekslerin Türkiye ve bölge açısından ortaya çıkmasına da yol açabilir. Dolayısıyla bu tip bir saldırı, Kürtlerin kurmuş oldukları demokratikleşme söylem ve kulvarlarına dair siyasetleri gözden geçirmesine yol açabilir. Bunun ne Türkiye’ye, ne Ortadoğu’ya ne de Kürtlere bir faydası yok ama özellikle Ortadoğu’da Kürtlerin birlikte yaşadığı devlet siyaseti içindeki egemen yapılar Kürtleri buna zorluyor gibi. Çünkü egemen yapılar çözülmemiş ve araçsallatırılmış bir Kürt sorununun varlığından iktidar devşiriyorlar. Şiddetin iktidar devşirmenin bir aracı olarak kullanımı Türkiye dahil, Ortadoğu ülkelerinin de yakından deneyimlediği bir hakikat. Bu aynı zamanda bölge dizaynında da rol almak isteyenlerin de kullandığı bir mesele.
Rusya ve ABD’nin düşük tonlu uyarılarından yola çıkılarak, hava harekatına olduğu gibi kısmi bir kara harekatına da onay verecekleri yönündeki görüşlere katılıyor musunuz?
AKP’nin operasyonlar konusunda kolay hareket etmesini sağlayan bir dünya konjonktürü var. Bir yandan Rusya’nın Ukrayna savaşıyla ortaya çıkardığı zafiyet ve Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç meselesi var. Öte yandan aynı nedenlere Batı’nın Türkiye’nin jeopolitiğine duyduğu ihtiyaç var. Yine ekim ayından bu yana İran’da gelişen halk ayaklanmasının ortaya çıkardığı bölgesel dizaynın hem Batı, hem ABD, hem Rusya bloku açısından yeni koşullar ortaya çıkarmasıyla birlikte Türkiye’ye duyulan ihtiyaç meselesi var. Dolayısıyla evet, bu koşullar nedeniyle AKP’ye kısmi kara harekatı imkanı da tanıyabilirler. Çünkü AKP Taksim saldırısıyla öteden beri rahatsız olduğu Suriye’nin kuzeyindeki Rojava hattındaki Kürt kazanımlarını, Kürtlerin defacto özerk pozisyonunu hedeflemek için de kendince bir meşru gerekçe bulmuş oldu.
KÜRT SORUNUNUN İSLAM KARDEŞLİĞİ İLE ÇÖZÜLECEĞİ ALGISI GÜÇLENDİRİLİYOR
Hizbullah’ın yasal partisi olarak bilinen Hüda Par, bölgedeki etkinliğini yoğunlaştırıyor. Bununla birlikte genel olarak son yıllarda medrese adı altında dini örgütlenmelerin yaygınlaşması dikkat çekiyor. Gerek Kürt sorununa getirilen ümmetçi çözüm, gerekse iktidar fikriyle de uyumlu dinci, gerici görüşlerin, dernek ve vakıfların yarattığı etki alanıyla ilgili ne söylersiniz?
2015 sürecinden sonra ortaya çıkan güvenlikçi politikaların bir ayağı da kayyum atamalarıydı biliyorsunuz. Kayyum atamalarıyla beraber, belediyelere ait eğitim, sanat ve kadın çalışmaları yapan kurumların önemli bir kısmı Hüda Par gibi daha mütedeyyin kesimlerin tasarrufuna açılmaya başlandı. Bu kurumlar kayyumlar eliyle daha muhafazakar, geleneksel aile yapısının öncelendiği alanlara dönüştürüldü. Son yedi yıldır bölgede insanlar bir basın açıklaması bile yapamazken Hüda Par gibi selefi, cihadist yapılara örgütlenme kolaylığı sağlandı. Devlet olanaklarının, yerel olanakların bu yapılara açılarak konferanslar, paneller, kültürel aktiviteler, ekonomik kaynaklanma biçimlerinin sağlanması gibi politikalar uygulanıyor. Bütün bunlar kuşkusuz Kürt sorununun çözümünün İslami ve muhafazakar eğilimi yüksek siyasetler tarafından kontrol edilmesine dair emareleri oluşturuyor.
Diğer yandan batıda araştırma yapan birkaç araştırma şirketi bölgede yaptıkları araştırmada “Kürt sorunu nasıl sorulur sorusuna” verilen “ümmetçilikle, İslam kardeşliği ile çözülür” yanıtının birinci sırada çıktığını söylemişlerdi ama biz bunun birinci sırada çıktığını hiç ölçmedik. Bütün bunların, o algıyı güçlendirmeyle ilgili olduğunu da not etmek gerekir.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI KÜRT SEÇMENİN GÜNDEMİNE YETERİNCE GİRMEDİ
Emek ve Özgürlük İttifakının kuruluşunu değerlendiren bazı aydınlar, akademisyenler ittifakın Kürt sokağında sıcak karşılanmadığı, hatta onay görmediğini ifade etmişlerdi. Saha araştırmalarınızda Emek ve Özgürlük ittifakının bulduğu karşılıkla ilgili nasıl bulgularınız, gözlemleriniz var?
Emek ve Özgürlük İttifakının kurulduğu günlerde sahadaydık. İttifaka dair Kürt seçmen nezdinde üçte birlik bir destek var ama burada mesele şu; başta da vurguladığım üzere Kürtler kendi temel sorunları ve talepleri etrafında siyaset üretebilecek, bu siyaseti Türkiye genelinde pratik hale getirebilecek destek alanlarına ihtiyaç duyuyor. Emek ve Özgürlük İttifakının bu taleplerle uyumlu, bu talepleri anlayabilen bir yerden siyaset kurup kurmayacağını izlemek istiyor. Henüz bununla ilgili ikna olmuş değil. Emek ve Özgürlük platformunun ana dinamosunu oluşturan bir seçmen grubu olduğunu düşünüyor Kürtler. Doğal olarak da bu ana dinamonun sorun alanının çözümüyle ilgili daha açık söylem ve politikalar üretmesini bekliyor. Bu söylem ve politikalar oluştukça Emek ve Özgürlük İttifakının bölgedeki karşılığı daha net ortaya çıkacak. Emek ve Özgürlük İttifakı kurulduğundan bu yana bu konuda pratik siyaset üreten, temas eden, Kürtlere, ulusal kimlik taleplerine, gelecek kurgularına değer verdiğini, bunu sahipleneceğini gösteren ya da bununla da ilgili alan açacağına dair henüz doyurucu, çok güçlü söylemler ortaya çıkmadı. Bu nedenle de Kürt seçmenin yeterince gündemine girmedi.