Netflix'in Kadim Uygarlıklar'ı: Belgesel değil, sekiz bölümlük komplo teorisi
Netflix’in son derece popüler olan yeni dizisi,Kadim Uygarlıklar, arkeologlara karşı topyekün bir saldırı niteliğinde. Graham Hancock bunu kendisini arkeolog değil de gazeteci gibi tanıtarak yapıyor.

Fotoğraf: Netflix
Flint DIBBLE
Arkeolog, Cardiff Üniversitesi
Netflix’in son derece popüler olan yeni dizisi Kadim Uygarlıklar, arkeologlara karşı topyekün bir saldırı niteliğinde. Kendini halkın katılımına adamış ve eski insanları incelemenin önemine yürekten inanan bir arkeolog olarak, bu diziye karşı yüksek sesle savunmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Yazar Graham Hancock, Kadim Uygarlıklar’da Atlantis efsanesiyle ilişkilendirdiği, gelişmiş bir küresel buzul çağı uygarlığı hakkındaki çok bilinen teorisiyle geri döndü. Bu programda ve çeşitli kitaplarında ortaya koyduğu argümanı, bu gelişmiş uygarlığın dehşet verici bir sel felaketiyle yok olduğudur.
Hancock’a göre bu ileri uygarlıktan kurtulanlar, “basit” avcı toplayıcılara tarım, mimari, astronomi, sanat, matematik ve “uygarlık” bilgisini aktardılar. Hancock’a göre çok az kanıt bulunmasının nedeni, bunların deniz altında olması ya da tufanla yok edilmiş olması.
Hancock ilk bölümde “Belki de” diyor, “Ana akım akademinin aşırı savunmacı, kibirli ve tepeden bakan tavrı bu olasılığı düşünmemizi engelliyor.”
Fotoğraf: Netflix
SÖZDE BALIK SAVUNMASI
Kadim Uygarlıklar’ın açılış diyaloğunda Hancock bir arkeolog ya da bilim insanı olarak tanımlanmayı reddediyor. Bunun yerine kendisini “İnsanlığın tarih öncesini araştıran” bir gazeteci olarak tanımlıyor. “Gazeteci” etiketi, Hancock’un “sözde arkeolog” ya da “sözde bilim insanı” olarak nitelendirilmesine karşı çıkmasına yardımcı olduğu için akıllıca bir seçim; bu, dördüncü bölümde kendisinin de ifade ettiği gibi, bir yunusa “sözde balık” demek gibidir.
Bir arkeolog olarak benim bakış açıma göre, dizi şaşırtıcı bir şekilde (Ya da belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde) Hancock’un gelişmiş, küresel bir buzul çağı uygarlığı teorisini destekleyecek kanıtlardan yoksun. Hancock’un ziyaret ettiği ve buzul çağının sonlarına tarihlenen tek yer, modern Türkiye’deki Göbekli Tepe.
Hancock bunun yerine, teorisini kanıtlamaya yardımcı olduğuna inandığı birkaç Kuzey Amerika höyüğünü, Meksika’daki piramitleri ve Malta’dan Endonezya’ya kadar uzanan bölgeleri ziyaret ediyor. Ancak, bu alanların tümü arkeologlar tarafından ayrıntılı olarak incelendi ve buzul çağından binlerce yıl sonrasına ait olduklarını gösteren çok sayıda kanıt bulunuyor.
Hancock, izleyicilerin “Sözde uzmanlara güvenmemeleri gerektiğini” savunarak, bunun yerine kendi anlatısına güvenmeleri gerektiğini ima ediyor. “Sansür uygulayan” “sözde uzmanlar” olan “ana akım arkeologlara” karşı saldırıları sert ve sık. Sonuçta, altıncı bölümde belirttiği gibi, “Arkeologlar daha önce de yanıldılar ve yine yanılabilirler”.
Alberta Üniversitesinde doktora adayı olan ve aşırı sağcı gruplar tarafından sahte arkeolojinin kullanımı ve yerli mirasının silinmesi üzerine çalışan Steph Halmhofer, arkeologlara yönelik bu saldırıların izleyiciler üzerindeki otorite hissini artırma işlevi gördüğünü öne sürüyor. Halmhofer’in açıkladığı gibi:
“Bu, komploculukla ve Hancock’un bir komplonun kurbanı olarak konumlandırılmasıyla ilgili. Kadim Uygarlıklar’ın her bölümünde arkeologlar ve diğer akademisyenler hakkında tekrarlanan aşağılayıcı ifadeler, kesin kanıtların eksikliğine bakılmaksızın, izleyiciye önerilen alternatif geçmişin doğru olduğunu hatırlatmak için gerekli. Ve bu sözde ileri uygarlığın kim olduğunun belirsizliği, Netflix yapımı bir dizide yer almasının verdiği güvenle birleşince, Kadim Uygarlıklar’ı hayal ürünü efsanevi bir geçmişi doldurmak isteyen herkes için kolayca şekillendirilebilir bir kaynak haline getirecek.”
SÖZDE ARKEOLOJİNİN TEHLİKELERİ
Son on yılda komplo teorilerinin ve uzmanlara duyulan güvensizliğin etrafımızdaki dünyayı nasıl etkilediğini gördük. Ve araştırmalar, sözde arkeolojinin -özellikle de entelektüel karşıtı söylemlerle ifade edildiğinde- daha tehlikeli komplo düşünceleriyle nasıl örtüşebildiğini gösterdi.
Elbette arkeologlar, yanıldıkları zaman bunu sıklıkla kabul ederler. “Arkeoloji 101” dersini veren ya da yeni bir çalışmaya fon sağlamak için başvuran herhangi bir akademisyen, yeni kanıtların geçmişe dair resmimizi nasıl güncellediğine işaret eder. Her bilimsel alanın yeni kanıtlarla düşüncelerini güncellemesine rağmen, Hancock’a göre tarihin yeniden yazılması, “sözde uzmanlar” olan arkeologlara güvenilmemesi gerektiği anlamına geliyor.
Hancock tarafından tekrarlanan iddialara rağmen, bugün hiçbir arkeolog taş devri avcı-toplayıcılarını ya da ilk çiftçileri “basit” ya da “ilkel” olarak görmemektedir. Biz onları karmaşık insanlar olarak görüyoruz. İzleyicileri arkeologlara güvenmemeye hazırlamak, Hancock’un bu siteleri yeniden tarihlendirmek için döngüsel mantık kullanmasına da olanak tanıyor.
Fotoğraf: Teomancimit, CC BY-SA
HANCOCK’UN TEORİLERİNİN BULANIK KÖKENLERİ
Hancock, Tanrıların Büyücüleri adlı kitabında, teorilerinin “sonuçları” tarihçiler ve arkeologlar tarafından henüz hiç dikkate alınmadığı için, medeniyetin kökenleri hakkında bize öğretilen her şeyin yanlış olabileceği ihtimalini düşünmek zorunda olduğumuzu” iddia ediyor. Ancak arkeologlar akademik yayınlarda, televizyonda ve ana akım medyada onun teorilerini defalarca ele aldılar.
Hancock’un sözde arkeolojisinin tarihini araştıran akademisyenler için en göze batan şey, “Tarih paradigmasını yıktığını” iddia ederken, kapsayıcı teorisinin yeni olmadığını kabul etmemesidir.
Akademisyenler ve gazeteciler Hancock’un fikirlerinin Amerikalı Kongre Üyesi Ignatius Donnelly’nin 1882’de yayımlanan “Atlantis: The Antediluvian World” adlı kitabında vardığı ve çoktan gözden düşmüş sonuçları tekrarladığına dikkat çektiler.
Donnelly de 10 bin yıl önce bir tufanla yok olan gelişmiş bir uygarlığa - Atlantis’e - inanıyordu. Hayatta kalanların yerli halka çiftçiliğin ve anıtsal mimarinin sırlarını öğrettiğini iddia ediyordu.
Sözde arkeolojinin pek çok biçimi gibi, bu iddialar da beyaz üstünlükçü fikirleri pekiştirme işlevi görüyor. Yerli halkları zengin miraslarından mahrum bırakıyor ve bunun yerine uzaylılara ya da beyazlara itibar kazandırıyor.
Hatta Hancock 1995 tarihli “Tanrıların Parmak İzleri” adlı kitabında Donnelly'den doğrudan alıntı yaparak şöyle diyor: "Yol sistemi ve sofistike mimari 'İnkalar zamanında çok eskiydi', ancak her ikisi de 'beyaz, kumral saçlı adamların eseriydi'." Kadim Uygarlıklar'da ten renginden bahsedilmese de, "sakallı" Quetzalcoatl (eski bir Meksika tanrısı) hikayesinin tekrarlanması, hem Donnelly'nin hem de Hancock'un beyaz ve sakallı Quetzalcoatl'ın yerli halka bu "kayıp uygarlıktan" bilgiler öğrettiğine dair kendi özetini papağan gibi tekrarlıyor.
Hancock'un Donnelly'nin ırk odaklı "bilimini" yansıtması, Mysterious Strangers (Gizemli Yabancılar) adlı makalesinde daha açık bir şekilde görülüyor: “İlk Amerikalılar Hakkında Yeni Bulgular”. Donnelly gibi Hancock da Yerli Amerikan sanatında ve (genellikle yanlış tercüme edilen) mitolojide "kafkasyalı" ve "zencilerin" tasvirlerini buluyor, hatta Donnelly ile tamamen aynı heykellerden bazılarına dikkat çekiyor.
Bu tür bir “ırk bilimi”, modası geçmiş ve özellikle de birkaç Nazi “arkeolog” tarafından öne sürülen Atlantis ve Aryanlar arasındaki güçlü bağlantılar göz önüne alındığında uzun zaman önce çürütülmüştür.
İşte bu nedenlerle arkeologlar Hancock’a yanıt vermeye devam edeceklerdir. İddia ettiği gibi “Ondan nefret ettiğimiz” için değil, onun yanıldığına güçlü bir şekilde inandığımız için. Hancock’un hatalı düşünceleri, yerli halkın kültürel mirasları için övgüyü hak etmediğini ima ediyor.
Netflix, Kadim Uygarlıklar’ı belgesel dizi olarak etiketliyor. IMDB ise belgesel diyor. İkisi de değil. Kadim Uygarlıklar, akademisyenlere karşı dramatik söylemi silah olarak kullanan sekiz bölümlük bir komplo teorisidir.
The Conversation’dan çeviren: Mehmet ÖZER
Başlık Evrensel’in tercihidir.
Evrensel'i Takip Et