29 Kasım 2022 03:45

Fuar kitaplar için sanıyorduk, meğer kitaplar fuar içinmiş

“İçindekiler”de bu hafta fuarı düzenleyici şirketin fiyat politikası, Mehmet Özçataloğlu’nun “Bu şiir mi?” diye sorduğu şiir “eleştiri”si; Edip Cansever’in “bıktığı” kendi şiiri var.

Kor Kitap 2019’da bu fotoğrafla kitap fuarına veda etmişti, bu yıl yer alamayacaklar. (Fotoğraf: Ginko Kitap)  

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Aziz Nesin’in kitap kapaklarının büyük çoğunluğunu tasarlayan Erkal Yavi’nin adını hiç duydunuz mu? Peki Aziz Nesin’in ona “Senin kapaklarının yüzde 98’i mükemmel oluyor. Yüzde 2’si de çok kötü oluyor. Önceden yaptıkların çok iyi olduğu için bazen çok kötü olan yüzde 2’ye de bir şey diyemiyorum, o kapakla basılıyor kitap” diye takıldığını… Bazen kendi kafasındaki tasarım için Yavi’yi zorladığını, kitap basıldıktan sonra da “Kötü oldu yahu” dediğini?

Tarık Dursun K’nin çevirilerle birlikte yüz civarı esere imza attığını biliyor muydunuz? Bunu duyan bir öğrencinin “Oha” deyince ona dönüp, “Bugüne kadar aldığım en güzel iltifat bu ‘oha’ oldu” dediğini…

Gülsüm Cengiz’in “Yeni dünya düzeninde emek için yazmak dinozorluk sayılıyor. Ama biz emek için yazmayı sürdüreceğiz” sözünü duymuş muydunuz?

Uruguay Eski Devlet Başkanı Jose Mujica’nın Türkiye’ye gelişini anımsıyor musunuz? Konuştuğu salon dolunca kimilerinin onu ayakta dinlediğini ve o gün şunu söylediğini:

“Sosyalist bir binayı kapitalist inşaatçılarla yapamazsınız. Çünkü malzemeden çalarlar. Merkezi bir savaş vermeliyiz. Sosyalizmin hayalini kurmaz ve işsiz birinin açlığını düşünmezseniz sosyalizmi kuramaz, sadece şarlatan olursunuz.”

Yaşar Kemal’in daha çocukluk yıllarında ozan olmak istediğinden, annesininse sazla diyar diyar gezmesini istemediği için buna karşı olduğundan haberiniz var mıydı?

“Evrensel Kültür” dergisi kapatıldığında, “Ayrıntı Dergisi” dayanışmayla “Evrensel Kültür”ün son sayısını kendi sayısı olarak basmıştı; dergi fuardaki stantta #DevamEdiyoruz mottosuyla okurlarına ulaşmıştı, unutmadınız değil mi?

Bunlar benim önceki yıllarda İstanbul Kitap Fuarında dinlediğim söyleşilerden, stantlarda gördüklerimden aklımda kalanların birkaçı…

Fuar zamanı gelir, bir heyecanı da olur tabii, yayınevi stantlarında zaman geçirilir, kitaplar incelenir, hele ki fuara özgü indirimlerle genelde planlanandan daha çok kitap alınır, bütçe azıcık aşılır. Sonra elde poşetler, dinlemek istenen söyleşinin yapılacağı salon aranır. O biter, başka bir salonda, başka bir yazar vardır, onu dinleyebilmek için koşturulur.

Ben küçük anekdotları yazdım ama tabii ki fuar söyleşilerini çoğu, çok daha derinliklidir. Oradan tetiklenen bir istekle tekrar kitap almaya koşulur. Kitaplarla ilişkiniz tazelenir.

2015’te İstanbul Kitap Fuarı programı için düzenlenen basın toplantısında Fuar Koordinatörü Deniz Kavukçuoğlu ile kısa bir söyleşi yapmıştık. Şunları söylemişti:

“İnsanlar kitap okuyor ve giderek sayı artıyor. Kitabevleri sayısında da artış var. Kadıköy’de, Beyoğlu’da pıtrak gibi kitapçı var. Bu artışta kendimize de pay çıkarıyoruz. Bunda İstanbul Kitap Fuarının da katkısı var.”

O günden bugüne çok şey değişti. Ekonomik kriz, kağıt krizi, kur farkı, kitap basım maliyetinin artması, dağıtım sorunu gibi nedenlerle özellikle bağımsız yayınevleri ciddi sorunlarla karşı karşıya. O gün Kavukçuoğlu’nun “pıtrak gibi” çoğaldığını söylediği kitapçılar bir bir kapanıyor. Yayınevleri de.

Peki kitap satışları artarken bundan haklı olarak kendine pay çıkaran fuar, bugünkü durumdan kendine nasıl bir pay çıkarıyor acaba?

Bu soruyu sormamın nedeni Ginko Bilim, Ginko Çocuk, Kor, Manos, Sor’un yaptığı açıklama: “Fuarın metrekare ücretlerinin ve diğer giderlerinin çok yüksek olması ve buna eklenen fuar şirketinin katı fiyat politikası, yayınevi olarak fuara katılımımızı imkansız hale getirdi.”

Pandemi öncesi son kitap fuarına 42 metrekarelik bir stant ile katılmışlardı. Aynı alanla bu sene fuara katılmak için 100 bin TL’ye varan bir harcama söz konusu.

Aynı durum Agora Kitaplığı ve Aura Kitapları için de geçerli. Onlar da “TÜYAP’ın gerçekçi olmayan stant fiyatları sebebiyle Agora Kitaplığı/Aura Kitapları yıllardır olduğu gibi bu yıl da fuara katılmıyor” notunu düştü.

Artık bir okura eskiden olduğu kadar avantaj yaratacak indirimler yok… Görünen o ki bağımsız kitapçılar da artık fuarda kendine yer bulamamaya başlıyor. Kitapları, etkinlikleri, yazarları orada olmayacak.

Ben hep fuar kitaplar için sanıyordum. Görünen o ki, artık kitapların fuar için olduğu düşünülüyor.

Yukarıda anlattığım “aklımda kalanlar” listesine artık şu eklenecek ve fuar hatıralarımın, sorularımın en üstünde yer alacak:

“Yayıncılığın çok zorlu koşullarda yapıldığı bir süreçte, bağımsız yayınevleri, fuar şirketinin fiyat politikası yüzünden fuarda kendine yer bulamadı. Farkında mısınız?​”


‘BU ŞİİR DEĞİL’ DENİLEN ‘ELEŞTİRİ’, SAHİDEN BİR ELEŞTİRİ Mİ?

Mehmet Özçataloğlu’nun Edebiyat Haber’de yazdıklarını takip etmeye çalışıyorum. “Yetişkin edebiyatı”nın kapladığı geniş alan göz önüne alındığında çocuklar için yazılan kitapların edebiyat sitelerinde kendisine çok yer bulamadığı açık, Özçataloğlu’nun bu konudaki hassasiyeti mühim.

Ancak “Çocuklar için şiir/mi?​” başlıklı son yazısı, hassasiyetle yaptığını tahmin ettiğim eleştirmenliğin kötü bir örneği.

Özçataloğlu yazısında Bahar Ulukan’ın “Evimizde” adlı kitabını konu etmiş. Ulukan’ın çocuklar için yazdığı “Ay’ın annesi var mı?/ Yarasalar nerede oynar?/ Yıldızlar gümüşten mi?/ Gökkuşağı nasıl uykuya dalar?/ Fısıltısı geliyor kulağıma uzaklardan/ Rüzgar geceleri daha mı hızlı koşar?​” dizelerini ve birkaç dizeyi daha alıntılamış, soruyor: “Bunlar şiir mi?​”

Özçataloğlu şöyle devam ediyor:

“Eğlenceli bir şeyler yazalım, sevimli sözcükler kullanalım, işte çocuk şiiri.”

Yazarın “Bunlar şiir mi?​” dediği dizeleri okuyunca, “Pekâlâ şiir” diye geçti içimden. Sonra kitabı da okudum, şiir olduklarına emin oldum.

Çocuk şiirlerinden ne bekleriz? Çocukların düşüncelerini, hayal dünyalarını zenginleştirmesini; kelime haznelerine katkı sunmasını; empati yetilerinin geliştirmesini… Ve mümkün olduğu ölçüde bunu eğlenceli yollarla yapmasını.

Bu şiirlerin çocukların gündelik hayatla, kavramlarla, çevresindeki canlılarla bağını kuvvetlendirecek, aynı zamanda hayal güçlerine katkıda bulunacakları metinler olduğunu düşünüyorum.

Mesela hem bir çocuğun kendini tanımlamasına hem de bir hayvanla ya da bitkiyle özdeşlik kurmak konusunda katkı sunacak bir şiir:

“Gözlerim anneminkilere benziyormuş/ Çenem babamınkine./ Anneannem diyor ki aklı aynı ben/ Dedem benim gibi gülermiş kahkahalarla içten./ Kedimiz Ponçik’e de benziyorum bence/ Oyunu çok sever o da./ Biraz da bahçedeki sarmaşık gibiyim/ Sarılmadan duramam en yakın arkadaşıma.”

Ya da hem büyümesini hem de bisiklete binmek gibi bir deneyimini tarif etmek konusunda ona ipucu sağlayacak bir şiir:

“Ben küçükken/ Küçüktü bisikletim de./ Minicikti tekerleri/ Gidonu kıvırcık/ Zili şarkı söylerdi./ Ben büyüdükçe/ Büyüyor bisikletim de./ Altımızda kocaman dünyalar dönüyor/ Her sabah yeni bir şarkı dilimizde.”

Özçataloğlu bunları “beğenmeyebilir”, ama bunlar şiir değil derken, neden şiir olduğunu düşünmediğini, kitabı yazan şairin de söz konusu yazıyı okuyanların da çıkarsamalar yapacağı şekilde ifade etmesi gerekirdi. Ya da “Çocuk şiiri nasıl olmalı”yı tanımlaması… Böylece eleştirinin pozisyonuna uygun bir tartışma zemini olurdu.

Dolayısıyla yazarın bu şiir mi diye sorduğu yazısı için bizim de epey sorumuz oluşuyor, ilki şu:“Bu sahiden bir eleştiri mi?​”


EDİP CANSEVER: ‘MASA DA MASAYMIŞ HA’DAN BIKTIM

Edip Cansever’in “Masa da Masaymış Ha”sı herhalde en bilinen şiiri.

“Gibi” dizisinde bütün bir bölüm karakterlerin bir masayı kurma çabasına ayrılınca şiir de tekrar gündeme geldi. Belki hiç gündemden düşmedi demek daha doğru.

Ama aslında bu şiirin şairi, onca şiirinden sadece bunun öne çıkmasından da biraz rahatsızdı.

Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Kendileri” adlı bir kitap vardı. Ahmet Say’ın 1977-1982 yılları arasında çıkardığı Türkiye Yazıları dergisindeki “Kendileri” köşesinde edebiyatçılar öz yaşam öykülerini yazıyordu.

Derginin haziran 1977 sayısında sayfanın konuğu Edip Cansever’di. Cansever yazısında şöyle diyordu:

“Bugün bakıyorum da ‘Masa da Masaymış Ha’ şiirinden başkası yazılmasa da olurmuş diyorum. Ayrıca bu şiirden de yaşamım boyunca kurtulamadım. Antolojilerde aynı şiir, şiirimi uzaktan bilenlerin dilinde aynı şiir, yabancı dillere şiir mi çevriliyor benden, ille de Masa şiiri de olacak.”

Cansever bir anısını da anlatıyordu yazıda. Bir gün Cansever’le Ahmet Muhip Dıranas bir araya geliyor. Sohbet ilerlerken Dıranas, söz konusu şiiri övüyor. Cansever, “Üstad, ben o şiirden bıktım, benim başka şiirlerim de var” diyor. Dıranas ise şöyle yanıt veriyor:

“Eh, ben de Fahriye Abla şiirinden bıktım, ne yapalım, her şairin bıktığı bir şiiri vardır.”

Cansever’i anmak güzel, ama hep aynı şiir, şairi için bile bıktırıcı; sahiden, onun başka şiirleri de var.

ÖNCEKİ HABER

CHP’li Gürer: AKP’nin yarattığı enkaz büyüyor

SONRAKİ HABER

Eczacı adayları Ankara'daki mitingden umutla ayrıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa