Sermaye taş olup yağıyor | Hüseyinli’de insanın kafasına, ineğin böğrüne taş!
İstanbul'un Çekmeköy ilçesine bağlı Hüseyinli mahallesinin hemen yanı başında faaliyet yürüten taş ocağı sebebiyle halk isyanda. Ocaktaki patlatmalar yüzünden başına taş yağan mahalleli çözüm istiyor.
Zeliş IRMAK
Uğur ZENGİN
Özgür GÜLTEKİN
Sermaye, bugünlerde İstanbul’un küçük bir köyüne taş olup yağıyor. Basit bir söz oyunu değil, kelimenin tam anlamıyla bu ifade gerçeği anlatıyor: Sermayenin dört yandan sardığı köylünün tepesine taş yağıyor!
İstanbul Çekmeköy’e bağlı bu küçük mahallenin adı Hüseyinli. Mahalleyi uçtan uca adımlayınca anlıyorsunuz ki, bu mahalle bir yanda kum ocağı, diğer yanda Kuzey Marmara Otoyolu tarafından tamamen kıstırılmış. Bir tepeliğe kurulmuş bu mahallenin ve mahallelinin anlattıkları ‘bir Türkiye tarihi’ anlatısı sunuyor.
Mahallede kahvede oturan bir ‘sakallı’ beylik bir laf etmek amacında değil. “Bu ülkede iki şeyin değeri yok” diyor, “Bir insan hayatı, iki emek.” O, bu cümleleri kurarken bir siren sesi duyuluyor. Ve sarsıntı. İkinci siren… Ve yine sarsıntı. Sirenlerle patlatılan dinamit dağı delerken, dağın kustuğu taş herhangi bir evin duvarını da deliyor, herhangi bir ineğin sırtını da!
GÜNDEN GÜNE BÜYÜYEN DELİK…
230 hane, 800 nüfusluk bu mahalle bu yüzden korku içinde. Mahallenin en doğu ucundan kuzeyine kadar günden güne büyüyen bir ‘maden deliği’ var. Bu küçük tepenin üzerine kurulmuş mahalle tam dibinde mahalleye doğru yürüyen ve günden güne mahalleye yaklaşan bir maden ocağı. Mahallenin dibini kazan bu ocağın hikayesi, 70’li yıllarda çıkarılan ve el yordamıyla işlenen taşın 40 yıllık serüvenini anlatıyor. Devasa kâr hırsı, doğanın talanı, taşeronlaştırma, güvencesiz çalışma, sendikasızlaştırma ve iş cinayeti… 78’de kurulan ve Türkiye’nin 80 sonrasını özetleyen bu ocağın mahalleliye yaşattıkları, tam da bu yüzden gerçek bir Türkiye fotoğrafı! Mahalleden bir kadın tam da bu yüzden, “56 yaşındayım 56 yıldır bunları çekiyoruz” diyor.
OCAK BÜYÜDÜ, MAHALLEYE DAYANDI
Mahallenin muhtarı İlhan Kılıç anlatıyor: “Buradaki fabrika 1978 yılından beri var. İlk önce kireç üretimi için kurulmuştu. Tabii kireç üretmek için de burada taş ocağı kurmak gerekiyordu. Taş ocağındaki taşı pişirip kireç yapıyorlardı. Ama el yordamıyla. Daha sonra fabrika hazır sıva üretimine geçti. Asfalt fabrikalarına, beton santrallerine de daha çok sattıkları için yüksek oranda taş çıkarıyorlar. Tabii bu 44 yıldan beri yapılan bir çalışma olduğu için sürekli köye doğru yaklaşmaya başladı. Son 3,5 yılda daha şiddetli sarsıntılar olmaya başladı. Çünkü 200 metre mesafeye kadar düştü. Bundan dolayı da binalarda çatlaklar oldu. Özellikle köyün camisinde yani tamir edilemez hasarlar oluştu. Birçok evde hasarlar var. Bunun sadece bununla da kalmıyor, buradaki kırıcı tesisinden 40 yıldır köy adeta toz istilası altındaydı. Bu tozları sadece solumakla kalmadık, insanlar camını açamadı; çamaşırını seremedi. Bağ bahçesinde bir şey yetiştiremediği durumdaydı. Şükürler olsun 2 yıldır yaptığımız görüşmeler neticesinde bazı önlemler aldık. Tozdan kurtulduk ama bu sarsıntıdan bir türlü kurtulamadık. Köyün altı komple taş, burada taş patladığı zaman köy komple sallanıyor. Yani bu durumda vatandaşı tedirgin ediyor. 17 Ekim'deki patlamadan sonra daha çok tedirgin olmaya başladık. 3 tane tehlike yaşadık. Birincisi şiddetli sarsıntı, ikinci hava basıncı, üçüncüsünde de taşlar yağdı. Tek tesellimiz herhangi 1 vatandaşımızın başına düşmemesi oldu.”
“BİZ ONLARA ESİR KALDIK”
Artan kârla büyüyen maden bugün dev bir kara deliğe dönüşürken, bir mahalleli “Biz onlara esir kaldık” diyor. Mahalledeki camiyi de evleri de binaları da çatlatan maden sarsıntılarının evde yarattığı sarsıntıyı anlatıyor bir yaşlı kadın: “Sirenin bir gıymeti yok. Namaza duruyom ya da iş yapıyom. Her seferinde kavga var. Oğluma ‘Buna bir çare bulun’ diyorum. Oğlum 1 yaşındayken eve başladım. Hâlâ yapıyoruz. Artık çok korkuyorum, sinirlerim bozuldu. Bu kadarcık fabrikaya çözüm bulmuyorsun. Çekmeköy’ün mahallesi olduk. Dişinle, tırnağınla yaptırıp evin… Onun para kazanıp da... Benim torunum var. Her yere taş düştü. Biz ne zamana kadar böyle yaşayacağız.”
SENDİKALI ÇALIŞMADAN SENDİKASIZ TAŞERON ÇALIŞMAYA
1978 yılında kurulan bu maden ocağının hikayesi, aynı zamanda Türkiye ve Türkiye işçi sınıfının hikayesi. Bir yanda taşeronlaşma, sendikasızlaştırma, iş cinayeti diğer yanda durmak bilmeyen birikim. Mahalleden madene giden, madendeki koşulları yıldan yıla gözlemlemiş ‘köyün eskileri’ anlatıyor: “Daha önce işçiler ana firma bünyesinde çalışıyorlardı. Daha sonra taşeron sistemine dönüştürdü. Yani sendikayı feshetmek için. Makine bakımından tut yemekhanesine, ne bileyim paketlemesinden tut taş ocağı çalışmasına kadar hep taşeron sistemi oldu. Ee taşeron sisteminin sağlıklı bir sistem olmadığını gördük. Taşeron da fazla mal üretip fazla para kazanayım düşüncesinde. Yani biraz da kural dışı çalışmaya başladılar. Yani bunun sonucunda böyle bir patlatma olayına maruz kaldık. Taşlar yağdı. Bunlar yasal prosedürlere göre ya da kurallarına göre yapılmış olsaydı olmazdı. Bir yerde yasa delinince devamı geliyor, öyle mi? Trafikteki gibi yani, kural ihlali yapınca bir kaza oluyor. Burada sık sık da olan şeyler. Uyardık. Ama uyarılar dikkate alınmadı. Yani bu kazanma hırsı, daha çok üretim daha çok mal satayım derken, köye verdikleri zararı sürekli görmezden geldiler.”
“YANİ TABİİ BİZİM ARKADAŞIMIZ ÖLDÜ”
Sendikasız, taşeron çalışmanın olduğu yerde iş cinayeti olmaz mı? Mahalleden madende şoförlük yapan Levent isimli şoför geçtiğimiz yıl maden sahasında can vermiş. “Bizim Levent öldü madende” diyor mahalleli, “Madendeki yolda sıkışma durumundan, yolun gidiş gelişe müsait olmamasından dolayı araç duruyor kalkmıyor. Tonajda 1 yük ağır falan da tutmayınca şarampole yuvarlanıyor. Arkadaşımız ölüyor. O şekilde bir olayı da yaşadık. Şimdi ocaktaki kademelerde bir şarampolden araba uçmaması için bariyerler yapıldı. Işıklandırma oldu. Zaten kaza da gece olmuştu. Şimdi önlem alma yoluna gittiler ama iş işten geçti. Yani tabii arkadaşımız öldü.”
MAHALLELİ İSYANDA
Bizim birkaç saat geçirdiğimiz mahallede duyduğumuz patlamalar, 17 Ekim’de mahalleli için bardağı taşırmış. O gün fabrikanın kapısına yürüyerek isyan eden mahalleli şimdi depremle birlikte daha büyük endişe duyuyor. “Burada birisi ölürse birinin başına 1 şey gelirse bunun telafisi olmaz” diyor Muhtar İlhan Kılıç, “Yani köylü alt artık her şeyden vazgeçmiş, canının derdine düşmüş. Sokağa çıkmaktan endişe duyuyor. Psikolojileri bozulmuş. Yani bir patlamanın sesini duysalar, sarsıntı olmasa da artık rahatsız oluyorlar. O dereceye gelmiş. Halk taş ocağının kapanmasını istiyor.”
BATISI VE GÜNEYİ KUZEY MARMARA OTOYOLU
Mahallenin kuzey ve doğu cephesini taş ocağı, batı ve güney cephesini ise ‘Kuzey Marmara Otoyolu’ kapatıyor. Çayağız Deresi ile köyün arasına giren bu otoyol, köyün ‘yeni doğal sınırını’ oluşturuyor.