Gülşen Balta: Tepki var ama dokunan yok
En büyük sorunumuz hayat pahalılığı. Ciddi anlamda büyük bir isyan var. “Bu pahalılık, bu yoksulluk nereye gidecek? Çareyi kim açıklayacaksa açıklasın artık” diyorlar ama karşıda bir şey yok.
Fotoğraf, Gülşen Balta'nın kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
Enflasyon, geçim derdi belimizi bükmeye devam ediyor. Türk-İş’in dört kişilik ailenin kasım ayı yoksulluk sınırının 25 bin 364, açlık sınırının ise 7 bin 780 liraya yükseldiğini duyurduğu gün AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yine marketlere yüklenerek kontrollerin sıkılaştırılacağını, Fiyat İstikrar Komitesi’nin de takibi sürdüreceğini açıkladı.
Milyonlarca işçi ve emekçinin dikkatle takip ettiği asgari ücret tartışmaları da yoğunlaşıyor. Bir süredir çeşitli rakamlar dillendirilirken, Çalışma Bakanı ve Sosyal Güvenlik Vedat Bilgin, ilk toplantısını 7 Aralık’ta yapacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda “enflasyon tahribatını dikkate alan bir düzenlemeyi ele alacaklarını” söyledi. Bilgin, yine uzunca zamandır sündürülen EYT konusunun Meclise getirilme tarihi için de aralık ayını işaret etti.
Peki tüm bu tartışmalar, yaratılan beklentiler, seçim odaklı sosyal yardım, ucuza ev, sözleşmeliye kadro gibi hamleler işçi ve emekçilere nasıl yansıyor? Sorunlar dağ gibi büyürken AKP, Erdoğan oylarında neden radikal düşüşler olmuyor? Açıklanan vizyon belgeleri, muhalefetin anayasa taslakları, “seçimi bekleyin, sonra her şey düzelecek” vaatleri gündelik hayata ne kadar giriyor? En önemlisi geçim savaşı nasıl veriliyor?
Yanıtlar için Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta bir kadın işçiyle, Gülşen Balta’yla konuştuk.
Balta, DERİTEKS’in örgütlü olduğu, çoğu kadın 300’e yakın işçinin çalıştığı ETF Tekstil fabrikasının üretime devam etmeyerek kapanacağını bildirmesi üzerine, tazminatlarını ve ikramiyelerini alabilmek için temmuz ayı sonlarında direnişe geçen ve direnişlerini 79 gün sürdüren işçiler arasındaydı. Gülşen Balta, Pendik Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği’nde çalışmalara katılıyor ve iş arıyor…
Önce sizi tanıyalım. Kaç yaşındasınız, nerelisiniz ve İstanbul’a sizi getiren ne oldu?
44 yaşındayım, Dersimliyim. Üniversite mezunu ama işsiz bir oğlum ve bir kızım var. 1995’te Dersim’den İstanbul Pendik’e geldik geçim nedeniyle. O dönemler köyler de boşaltıldığı için geçim daha da zorlaşmıştı.
İstanbul’a nasıl bir hayata geldiniz? Hemen iş bulabildiniz mi, geçim şartlarını nasıl oluşturdunuz?
Çok zor bir süreçti. Geldiğimde oğlum iki aylıktı. Hiçbir şeyimiz yoktu. İki ay ablamın evinde kaldık. Ev tutacağız ama elimizde avucumuzda hiçbir şey yok. Sonrasında bir arkadaş yardımcı olunca bir ev kiraladık. Kiraladık ama içi bomboş. Çok sıkıntılı bir süreçti. Çocuğa süt alamıyorum, kış geldi soba yok, yakacak yok. Gerçekten çok zor oldu. Çalışmam gerekiyordu ama oğlum iki aylıktı, bırakacağım kimse yoktu. Sonra biraz biraz çevre edinince tekstilde çalışan arkadaşlarla tanıştık. Ve bir yıl sonra 1996’da tekstilde iş başı yaptım. Oğluma memleketten gelen kaynanam bakacaktı.
Sigorta yapıldı mı?
Yok, ’98’de sigorta girişi yapıldı. ’99’da kızıma hamile kalınca işten çıkmak zorunda kaldım. Kızım üç aylık olunca yeniden tekstile döndüm. Tekstil sektörü ’98’de, ’99’da çok yoğundu, o kadar baskı, sömürü vardı ki, üç günde bir eve gelebiliyordum. Çocuğumu emziremez olmuştum. Psikolojim bozulmuştu, ama çalışmasam çocuklarımın ihtiyaçlarını karşılayamazdık. Yine de üç-dört gün çocuklarımı görememeyi kaldırmadım. O dönem tekstili bırakıp gündelik işlere gitmeye başladım. Ev temizliğine gittim. Aşağı yukarı 10 yıl ev temizliğine gittim. 5 yıl da çocuk baktım. Sonra 2018’de ETF Tekstile girdim.
ETF kadın işçilerin ağırlıklı olduğu bir fabrikaydı ve haklarınız için direnişe geçmek diğer kadın işçiler gibi sizin de ilk kez deneyimlediğiniz bir süreçti. 79 gün süren direniş boyunca patron-devlet şiddetiyle defalarca karşılaştınız, çeşitli eylem biçimleri geliştirdiniz ve sonunda kazanımlar elde ederek direnişi sonlandırdınız ama Gülşen olarak bu direnişe nasıl girmiştiniz, 79 günün sonunda nasıl çıktınız?
Fabrikadaki haksızlıklar yüzünden aslında direnişe bir 4 senedir hazırlanıyorduk. Ağır sömürü, haksızlıklar dediğim gibi tekstile ilk girdiğim dönemlerde de vardı ama o zaman çalıştığım fabrikalarda beraber yürüyecek kimse yoktu. ETF’de sendika vardı ama sendikanın bilinci yoktu. Kadınlar olarak da haklarımızın ne olduğunu, sendikanın ne demek olduğunu yavaş yavaş kavradık ve direnişe geçtik. Hakkım için direnişe geçmek, kadınlarla birlikte direnmek çok mutlu etmişti beni. 79 günün sonunda da ben de, kadın arkadaşlarım da daha fazla şeyin farkına varmıştık artık. Patronun ne demek olduğunu, polisin, askerin kimin tarafında olduğunu, yasaları bile öğrendik! Dayanışmanın ne demek olduğunu kimse bilmiyordu, dayanışmayı öğrendik. Kişiliklerimiz bile değişti, kendimizin farkına vardık. Ben Gülşen’im, ben Tülay’ım, ben Gülşah’ım… Sendika da değişime uğradı.
Direnişten sonra iş bulabildiniz mi?
Hayır, bulamadım. Direnişin bitme sürecinde çoğu kadın arkadaşta da, bende de iş paniği olmaya başlamıştı. Çünkü çoğumuz 40 yaş üstüydük. Fabrikalar en az lise mezunu ve 40 yaş altı işçileri işe alıyorlar çünkü. ETF’den sonra 3-4 yere başvurdum ama iş bulamadım. Bir de direk yüzümüze söylenmiyor ama ETF’de direnişe katıldığımız için de istenmiyoruz. İş görüşmesine giden bir arkadaşa direk sormuşlar mesela, “Sen o direniş yapan grubun içinde misin?” diye. Yani onunla da çok karşılaşıyoruz.
Yakın zamanda iş bulma umudunuz var mı?
İnanın yok. Sadece ama o umudu kırmamak için bekliyorum. Bir de şöyle diyorlar, “Aralık’ta EYT çıkacak, oradan emekli olanlar olacak, onların yerine düşünürüz!” Çok inandırıcı değil ama bakalım.
Direnişiniz de, devam eden işsizliğiniz de memleketin son dönemdeki en büyük hayat pahalılığının yaşandığı bir döneme denk geldi. Anlatır mısınız, geçim savaşını siz nasıl sürdürüyorsunuz? Evinize giren gelir ne, kira, faturalar, mutfak gibi kalemler ne kadar?
Şu an sadece eşim çalışıyor, 6 bin lira maaş alıyor. Bir de benim artık bitecek olan 2 bin 600 lira işsizlik maaşım var. İki çocuğumuzu üniversitede okutabilmek için son 7 yıldır sürekli kredi alarak döndürmeye çalışıyorduk. İnanın 4 yıldır sadece kredi ödeyip, geri kalanı da kiraya ayırıyoruz.
Kira ne kadar?
20 yıldır aynı evde oturduğumuz için şu zamana kadar ev sahibimiz anlayış gösterdi şu an bin 200 ama iki bin lira yapacak. Sürekli sürekli eksideyiz. Kredi çekip diğer krediyi kapatmaya çalışıyoruz. Kredi kartlarına yüklendik o da artık bu ay bildiğiniz patladı. Dün ablama “Bin lira yollayabilir misin?” dedim. Böyle, sağdan soldan, arkadaşlardan borçlanarak götürmeye çalışıyoruz. Artık bir yerden sonra faturaları, pazarı, marketi düşünmekten uyuşuyorsun. Günü kurtarmaya çalışıyorsun.
Ve çocuklarınız da genç işsizler ordusundan çıkamıyor?
Evet. Oğlum ve kızım üniversiteden mezun olur olmaz iş aramaya başladılar. Kızım makine mühendisi, hiç başvurmadıysa elli yere başvurdu, iki yer çağırdı ama deneyim istiyor. Oğlum oyunculuk okudu, bir ajansla anlaşabildi ama iş çıkarsa. O da bekliyor. Odaya kapanıyor, çıkıp bir kahve içemiyor. Her annenin evladı onun için değerlidir, baktığımızda pırıl pırıl kusursuz gençler ama durumları bu.
Bu durum sizin, eşinizin, genç çocuklarınızın psikolojisine nasıl yansıyor?
Valla hep “Bu günler geçecek” diyoruz! Moral bozmamaya çalışıyoruz. Hatta artık işin esprisini yaparak, “Bu yemek son yemek” diyorum. Espriye vuruyorum ama espri de değil çünkü yarın yemek koyamayabilirim, kahvaltıya peyniri, zeytini koyamayabilirim. Patates soğanı bile artık tek tek alıyoruz. Bir de bu bizim suçumuzmuş gibi söylüyorlar ya, insanlar böyle dendiği için de yıkılıyor. Ama biz biliyoruz bu durum, iş bulamamak çocuklarımın ya da benim suçum değil. Onlar da çabalıyor ama yok.
Kış bastırdı artık. Öyle kalın giyelim idare edelim durumu da ortadan kalkıyor. Doğal gaz konusunda ne yapıyorsunuz?
Biz de çok direndik, bere patikle oturduk ama dün mesela çok soğudu açtım biraz. Öyle keyifli ısınmak için değil, soğuk biraz kırılsın diye. Eşim “Hayatım doğal gazı açtın ama nasıl ödeyeceğiz?” diye sordu haklı olarak. Ben de nasıl ödeyeceğimizi bilmiyorum ama umudu korumak dedim ya, moral bozmamak, onu korumak için bir şeyler yaparız diyorum ama o fatura geldiğinde ne yapacağımızı, nasıl ödeyeceğimizi gerçekten bilmiyorum!
Hayat pahalılığı, geçim derdi, işçi arkadaşlarınız, komşularınız, yakınlarınız arasında nasıl tartışılıyor?
O kadar çok sorun var ki. Özellikle kadınlar çok zor durumda. Ciddi anlamda büyük bir isyan var. Patlarsa da şaşırmam. “Bu pahalılık, bu yoksulluk nereye gidecek, çocuğuma ekmek götüremiyorum” diyorlar. Bir de eskiden komşundan isterdin, artık komşuda da yok. Hatta şunu da söylüyorlar, “Buna kim çare bulacak, çareyi kim açıklayacaksa açıklasın artık!” Birkaç işçi arkadaşım şunu söyledi, “Bu seçim artık olsun da, ölüm mü olacak, savaş mı olacak, sokaklara mı insanlar düşecek, neyse olsun artık, bundan kurtulalım yeter ki!” Çünkü artık psikolojiler de bozuldu. Aileler de birbirine giriyor.
Dün markete uğradım, kadın kasada artık fiyat ne kadar tuttuysa bir isyan ediyor, bir haykırıyor, “Ben ne aldım, bunu nasıl vereceğim!” diye. AKP’ye oy verenler de isyan ediyor. Sosyal yardımlara başvuru inanılmaz artmış durumda.
Ama herkes yararlanamıyor?
Tabii ki. Eğer açlıktan dermanın kalmamışsa, evinde oturacak bir kanepen yoksa, evin harabeyse, koca da bırakıp gitmişse, belki. Bir kadın sobaya başvurdu mesela, geçen sordum, “Bir aydır bekliyorum daha gelmedi” dedi. Eskiden dışarda bir kahve içebilirdik şimdi çay bile içemiyoruz. Hele tatil falan onları aklımızdan bile geçiremiyoruz. Hani telefon telefon diyorlar ya, bozulur diye telefonumuza gözümüz gibi bakmaya çalışıyoruz. Bırak yeni modeli, aynı telefonu bile almamız imkansız. Koltuk da öyle, buzdolabı da öyle, sandalye bile öyle. Hepsi bir anda paha biçilmez oldu çünkü kırılır, bozulur diye korkuyorsun. Eskiden mesela “Yatağım hiç rahat değil, gidip yenisini alayım” olurdu yine. Şimdi öyle değil.
SOĞAN ALAMAZKEN TOKİ’YE NASIL GİRECEĞİM?
“Büyük bir isyan var, AKP’ye oy verenler de çok tepkili” dediniz ama AKP ve Erdoğan hatırı sayılır oranlarda oy almayı sürdürüyor. Sizce bunu ne sağlıyor?
Biz biraz Erdoğan’ın nasıl yönettiğinin farkındayız ama bu yoksulluk, bu enflasyon, bu geçim derdi için şunu söylüyorlar “Tamam ama karşıda bir şey yok ki. Hâlâ bekliyoruz ne yapacaklarını ama bir şey söylemiyorlar.” Erdoğan bugün yine dedi, işte “Enflasyonu düşüreceğiz, düzelteceğiz” diye. Karşıda bir şey olmayınca mecbur yine ona bakıyor. Gazeteler, televizyonlar da o kadar güzel her şeyi başka türlü gösteriyor ki. Bu da var.
Enflasyonu düşürme vaadi, sabır telkini, TOKİ, asgari ücreti yükseltme, sözleşmelilerin kamuya alınması gibi hamleler etkili olabiliyor mu?
Herkes, AKP’ye oy verenler de şunu söylüyor, “Şu zamana kadar hep yol yaptım, havaalanı yaptım, işte şimdi ev sahibi yapacağım diyor ama ben soğan patates alamazken, TOKİ’ye nasıl gereceğim?” Ama yine geliyoruz şuna, karşıda kim var? O zaman yine şöyle diyor, “En azından yine Erdoğan yapıyor. Enflasyonu da düşürür.” O yüzden bunlar belli kesimde tutuyor. Çünkü yine bir şekilde Erdoğan dokunmuş oluyor ya. Ama “Ne derse desin artık inanmıyorum” diyenler de çok. Yani tepki çok fazla var ama dokunan yok. Yani etkili oluyorsa hem dokunmamak, hem de ortada elle avuçla tutulacak bir şey olmamasından oluyor.
Peki dini söylemler, milliyetçilik gibi meselelerin etkisi nasıl?
Beş yıl önce olsa etkiliydi ama dedim ya şimdi bugün taneyle patates alıyoruz, o yüzden sürekli din veya başörtüsü konusuna AKP’ye oy verenler de artık bakmıyor. “Her şey güllük gülistanlık ama dinden önümü kesiyorlar ya da baskı yapıyorlar değil” diyorlar. Ama şunu söyleyenler de var, “Öbürleri gelirse bu sefer din imandan da oluruz.” Ama çoğu insan geçim sıkıntısından başka konuyu düşünemiyor.
Biliyorsunuz Taksim saldırısı sonrasında yine Irak ve Suriye’nin kuzeyine hava harekatı başlatıldı, kara harekatı da gündemde. Bir yandan da yoksul evlere asker cenazeleri geliyor. AKP’nin kara harekatıyla başka hedeflerin dışında oylarını arttırmayı planladığı da belirtiliyor. “Suriye’ye girelim, oraları yakıp yıkalım, terörden temizleyelim” propagandasının gücü için gözlemleriniz neler?
Kesinlikle aynı değil. Dediğiniz gibi eskiden Taksim’deki gibi bir olay olduğunda ya da bir şehit cenazesi geldiğinde bütün mahalle sokaklara dökülürdü, bakardık sokakta bayraklar, sloganlar falan atılıyor. Şimdi yok. Savaşla, bombayla oylarını arttıracağını da düşünmüyorum.
FABRİKALARA GİDİLMİYOR
Açlık sınırında ücretler, geçim derdi, hak gaspları, emeğin sömürülmesi bunca artmışken fabrikalarda genel olarak koşulların düzeltilmesi için eyleme geçme halinden söz edemiyoruz. Mahallede, evde, sokakta, pazardaki isyan neden fabrikalara, iş yerlerine taşınamıyor? 79 gün direniş gerçekleştirmiş bir işçi olarak, bunu neye bağlıyorsunuz?
Neden biliyor musunuz, mesela ETF’de direnişe çıkmadan önce oradaki üç yüz kişi olarak ülkenin güllük gülistanlık olduğunu düşünüyorduk. “Tamam, geçinemiyorum ama ne yapayım, ben makinacıyım bunun karşılığı bu, idare edemiyorsam benim suçum” böyle bir düşünce vardı. Sonra bunun eksikliği nereden geliyor, sağdan tut sola kadar, partiler işçiye, halka dokunmuyor. Fabrikalara gitmiyorlar. Bir direniş olunca, sosyal medyada da dikkat çekince, işte demesinler “Bak bu gelmedi”, öyle ancak gidip ziyaret ediyorlar. 25 yıldır kurulmuş fabrikada bir işçiye dokunma, orada bir bildiri verme olmamış. O yüzden bu en çok partilerin suçu. Eğer bir fabrikada kazayla sendika varsa, sendika da “Senin için bunu yaptım, bununla yetin, gerisine karışma, varsa haksızlık sesini çıkarma, oyunu bozma, çalış devam et” diyor. Ben 20 yıldır aynı evde oturuyorum mesela biri gelip kapımı çalıp demedi “Sen kimsin, ne yapıyorsun?” Bence bunlardan kaynaklanıyor.
ASGARİ ÜCRET 8 BİN OLURSA YUMURTA DA 100 LİRA OLACAK
Uzunca bir süredir hemen her gün asgari ücret şu kadar olacak diye haberler yapılıyor ve 7-8 bin arası rakamlar veriliyor. Tartışmaları nasıl izliyorsunuz, örneğin 8 bin lira olması nefes aldırabilir mi?
Asgari ücretin 8 bin yapılması bir şeyi çözmeyecek. Herkes de öyle düşünüyor. Soğanı 20 liradan 40 liraya çıkardıktan sonra o 8 bin ne işe yarayacak? Çünkü şu korku var, 10 bin yapsa da her şey daha fazla uçacak. Yazın da mesela ara zam dediler, asgari ücreti 5 bin lira yaptı, ki yapmak zorundaydı ama biz daha o zamlı asgari ücreti almadan eridi gitti. Tamam asgari ücret 5 bin oldu ama soğan ne kadar oldu, ekmek ne kadar oldu? Elektrik, doğal gaz ne kadar oldu? Asgari ücret 3 bin lirayken yumurta üç liraydı, asgari ücret 5 bin oldu yumurta oldu 50 lira. 8 bin lira olunca yumurta olacak 100 lira. Ha 8, ha 5.
NE DİYORLAR, HİÇ ANLAŞILMIYOR!
“İnsanlar çözüm için karşıdan bir şeyler bekliyor ama bu beklenti karşılanmıyor” dediniz. O adreslerden biri altılı masa. Altılı masa kurulduğundan bu yana “çare biziz, oy verin seçimden sonra her şey düzelecek” diyor. Hem bu söylem, hem açıklanan yol haritaları, adaylık tartışmaları, parlamenter sisteme geçişi öngören anayasa taslağı gündeminize ne kadar giriyor?
Altılı masanın ilk oturumları insanların ilgisini çekiyordu, heyecan da yaratıyordu ama dördüncüden sonra ilgi de düşmeye başladı. Çünkü bekliyorsun ne söyleyecek diye. Arkadaşlarım da söylüyor, “ne diyorlar hiç anlaşılmıyor” diyorlar. Artık bizi geçtik, biz belli bir yaşa geldik bizim çocuklarımız, gençlerimiz için ne söylüyorlar? İşsizlik için ne yapacak, ekmek alamayan için ne yapacak, bu eğitim ne olacak? “Erdoğan’a vermek istemiyorum ama altılı masa da ondan beter” diyorlar. Kasımı bekleyin, aralığı bekleyin, bir şey çıkmıyor. Şu an hiçbir umut yok. Çünkü halka, işçi sınıfına dokunmadan, onların şartlarını düzeltmeden, patronlara kıymadan yok anayasa taslağı, yok başörtüsü, bunlar bizim hayatımıza girmiyor, umut veremiyor. Dedim ya, ne dediklerini anlayamıyoruz da.
NEDEN DAHA FAZLA ÇABALAMIYORUZ?
Hep didinmiş, çalışmış, hala mücadelesini sürdüren bir işçi kadın olarak bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Bir kere çocukların için de, kendin için de, ülken için de, mahallen için de yapmak istediğini yapamıyorsun ya, ya da yapılmıyor, onun kırgınlığı var. Çabalıyorsun, didiniyorsun olmuyor, hiçbir şey bir adım ileri gitmiyor, buna da kızıyorsun. Yine de pes etmek istemiyorsun ama gerçekten kırgınlık, kızgınlık büyük. Bazen kendimize de kızıyorum, neden daha fazla çabalamıyoruz diye. Eksiklere kızıyorum, yapmamız gereken şeyleri yapmamamıza da kızıyorum. Neden sesimizi daha gür çıkaramıyoruz, neden daha fazla asılamıyoruz, orada da kendimize kızıyorum.