04 Aralık 2022 03:45

Halkın Sesi, Paris’in komünü | Emekçinin Kitaplığı

Nuray Sancar, Emekçinin Kitaplığı serisinde bu hafta Jean Vautrin’in "Halkın Sesi" adlı romanına yer verdi.

Henri Félix Philippoteaux'un Paris Komünü'nü anlatan tablosu

Paylaş

Metal işçileri, sepetçiler, dizgiciler, marangozlar, mücellitler, hamallar, kapıcılar, fırıncı çırakları, avukat katipleri, öğretmenler, boyacılar… ama ille de kadınlar. Ekmek satan kadınlar, çocukları doysun diye kendileri aç yatan kadınlar, eldiven fabrikasının kızları, terziler, Monselet la da Auguste Luchet’deki yemek törenlerinde yer almamış, şişesi 20 franklık Bordo şarabından hiç tatmamış, Palmyre, Louise, Constance, Juliette, Leonive gibi son derece hoş isimler taşıyan kadınlar pasajlardan ve geçitlerden, çatı katlarından ve tavan aralarından akın akın geliyorlardı. O kadınların bazıları mitralyözlerin etrafını kuşatmış genç acemi askerleri sevecen sitemlerle ve yurtseverlik temelindeki sert eleştirilerle paylıyorlardı. Küçük çocuklar askerlerin ayaklarının altında arı gibi kaynaşıyor, askerlerin tüfeklerini kurcalıyor ve topların üzerine tırmanıyorlardı. Louise Michel ve kırmızı frig başlıklı, omuzları dik kadın yoldaşları, Halkın Sesi gazetesinin keskin kalemli, militan yazarı Julles Valles çoktan gelmişti. Devrimci ressam Courbet ve arkadaşları Komüncüler tarafından yıkılacak olan ünlü Vendome sütununu incelemekteydiler, Anarşistler, Marksistler, arada kalanlar; herkes oradaydı.  

1871 Martı’nın 18’inde 88. piyade alayının bir bölüğü 79. Ulusal Muhafız Taburu’nun adamlarıyla karşı karşıya kaldı. Orada komüncülerin karşısına askerlerini yerleştiren Yüzbaşı Antoine Joseph Tarpagnan, ‘silah hazır’ emrini vermeden az önce kızıl bayrağını bir onbaşının önünde yere saplayan o hoş kıza bakıyordu. Kalabalıktan sesler yükseldi ‘Hey delikanlı kendi annene ateş açar mıydın?​’ ‘Halkın kızlarını öldürecekler’ ‘Biz halkız…’

Askerler analarına babalarına, komşularına, kız ve erkek kardeşlerine, ayak altındaki bebelere ateş açmayı reddettiler. Hemen hepsi komüncülere katıldı. Askerlerine “ateş edin, hiç olmazsa bir kez, şeref için…’ diye çaresizce bağıran Generalin buyruğu çınlarken, askerler ve halkın ulusal muhafızları kardeş olmaya başlamışlardı.

Parisliler’in kendi kendini yönettiği, işçi sınıfının ipleri eline aldığı 72 günlük ilk proletarya iktidarını kurarak ‘göğü fethetmeye çıkanlar’ Cumhurbaşkanı Adolphe Thiers ve bürokrasisi Versay’a kaşmış, Paris halkın şehri haline gelmişti. Her yerde kızıl bayraklar asılmıştı. Ziguet adlı bir çırağın pis fırça yüzü görmemiş kafatasının içine özgürlükçülük tohumları ekilmişti. Bir yerlerden bulduğu ‘Milisin El Kitabı’ndan silah kullanmayı öğreniyordu, ‘çünkü o proletaryanın askeri olacaktı. Varlin gibi konuşmayı, Garibaldi gibi savaşmayı öğrenmek istiyordu.’ Komün bu çocuklar için vaatkâr özgürlük toprağıydı.

Polis müdürü buna “bir kızıl ara faslı” diyordu. “Proleter ayak takımı ve süprüntü kadınlar asker kaçaklarıyla iş birliği yapıyorlar, reziller ve katiller...”

ÇALSIN SAZLAR, YAŞASIN KOMÜN

Şenlikli direniş böyle başladı. Paris Belediyesini komünün idare merkezi olarak belirleyen halk 26 Mart’ta kendi yöneticilerini seçtiler, kendi milislerini kurdular; o koşullarda eşitlikçi bir düzen inşa etmeye çalıştılar. Açtılar, yoksuldular ve üstelik kenti Almanya’ya teslim eden Fransa Hükümetine karşı öfkeli ve ulusal gururları kırılmıştı. 

Yeni rejimin kutlanması için Montrmartre’dan başlayarak kenti bir karnavala ve panayıra çeviren sevinç hali çığlık çığlığa yayılıyordu. Kimsenin birbirini tanımasına gerek yoktu; kent halkının kadınları ve erkekleri dans ediyorlardı.  Komün ‘yoksulluktu, o doğal ve içtendi, onda mutlu bir gülüşün lezzeti vardı’ diye yazdı Vautrin. Askeri bandodan yükselen Marseillez’i kastanyetler, davullar çalarak yürüyen kadınlar takip etti. ‘Paris’i geri aldık, kendi evimizdeyiz, burası özgür şehir’ sahipliğinin dizginlenemez özgüveni kendi baştan aşağı katetti.

Jean Vautrin’in Halkın Sesi adıyla çevrilen romanı 1871 Paris Komünü’nü gerçekleştiren ve onu kısa bir süre de olsa yaşatan bir halkın romanıdır. Ordunun halkın karşısında bir süreliğine geri çekildiğini, ancak herkesin, silahların uygun bir anda ateşlenmek üzere komüne çevrili olduğunu bildiği ve o kaçınılmaz boğazlaşma anına cesaretle hazırlandığı günleri anlatır. Yok edilme tehdidi daima varken savaşmaktan başka seçeneği olmayan halkın sahnedeki ilk perdesi bilindiği gibi katliamla bitecektir. Yenilen işçi sınıfının iktidarı dünya yüzünde geri dönmek için Rusya’daki devrimleri bekleyecektir artık.

TARİHİN VE ROMANIN KAHRAMANI

Halkın Sesi’ndeki roman kahramanı işçi sınıfı, Paris halkıdır. Yazarın, isimleri, işleri ve adresleriyle anarak anonimleşmekten çıkardığı sıradan insanların bir araya geldiklerinde ortaya çıkan güçtür halk: ‘Mahallelerden fabrikalardan gelen salkım salkım insan.’ Ancak Vautrin eserini bununla sınırlamaz. Seine nehrinde bir kadın cesedinin bulunmasıyla başlayan kitap, kentin bağırsaklarında yaşayan karanlık yüzleri; polis, muhbir, insan kaçakçılığı, fuhuş bekçileri, rüşvetçi ve resmi hırsızları aralarındaki ilişki ağını ağır ağır deşifre ederek anlatır. Halka silah çekmeyi reddeden Yüzbaşı Tarpagnan’ın Komün saflarında görüp aşık olduğu Gabriela’yı, onu hapseden ve fuhuşa zorlayan kalantor sevgilisinden kurtarmak için şehrin altını üstüne getirerek arayışı eninde sonunda Komün’ün hikayesiyle kesişecektir. Kitaba adını veren, Jules Valles’nin çıkardığı Halkın Sesi’nin muhabiri olmaya çalışan yüzbaşı da kendisini bu karanlık ilişkiler ağının ortasında bulacaktır.

Komün çeşitli nedenlerle ayakta kalamaz. Onu yıkan, sadece, Almanya’nın, savaştan yenilerek çıkan Fransa kendi asilerini yok etsin diye kenara çekilerek katliama yol vermesi değil, yani emekçiler karşısında her türlü anlaşmazlığı unutarak elbirliği yapan iki ülkenin iş birliği değil komüncülerin kendi hatalarıdır daha çok. Marx bankaların millileştirilmemiş olduğunu eleştirir, ki böylece paranın ve hazinenin sahibi olamaz komün. Ayrıca komün yönetimindeki ideolojik farklılıklardan doğan iktidar çatışmaları da etkilidir bunda.

Komün yenilgiyle sonuçlandı elbette ama yenilgi bir son değildir. Komün her şeyden önce baldırı çıplakların, yoksul emekçilerin, işçi sınıfının mücadelesinin eninde sonunda iktidarı hedeflemek zorunda olduğunun, kapitalizmin kendi mezar kazıcılarını yarattığının bir kanıtı oldu. 1917 Ekim Devrimi bu mirastan ve birikiminden güç aldı.

ÖNCEKİ HABER

Şenyaşar: Adaletsizliği görmeyen zihniyet Türkiye’de kaybedecektir

SONRAKİ HABER

Yazar Nazlı Eray: Hayaller kuruyorum, gerçek önüme çıkıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa