04 Aralık 2022 03:50

Yazar Nazlı Eray: Hayaller kuruyorum, gerçek önüme çıkıyor

39. İstanbul Kitap Fuarı'nın Onur Konuğu Yazarı Nazlı Eray ile yazın yolculuğunu konuştuk.

39. İstanbul Kitap Fuarı'nın Onur Konuğu Yazarı Nazlı Eray (Fotoğraf: Kadir İncesu)  

Paylaş

Kadir İNCESU

Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı kapılarını bu yıl 39. kez açtı. “Büyülü gerçekçilik” akımının ülkemizdeki öncüsü Nazlı Eray’ın Onur Konuğu olduğu fuarın temasının “Kitabın büyülü dünyası” olarak belirlenmesi de tam isabet olmuş. Nazlı Eray ile bugüne kadar yazdığı 76 kitabın ‘öz’ünü oluşturan düşünceleri konuştuk.

Nazlı Eray denilince akla ilk olarak “büyülü gerçekçilik” akımı geliyor. Sizin için ne anlam ifade ediyor “büyülü gerçekçilik”?

Büyülü Gerçekçilik, 16 yaşımdan beri yazdığım, Türkiye’de öncüsü olduğum yazın türü… Benim aklıma bir edebiyat olarak gelmiyor. Büyülü gerçekçiliği bir yaşam, yaşam tarzı, kalemle konuşmak, gençlerle konuşmak, sayfalarla, okurlarla konuşmak, hayatla konuşmak olarak görüyorum. Bir takım gerçeklerin üstüne tülden bir örtü atıp, onu yumuşatmak, yer yer sertleştirmek… Ama bu bilinçli olarak olmuyor, senin duygularınla oluyor. Oraya üzüntünü atıyorsun, sevincini atıyorsun, ya hıçkırıkların gidiyor ya kahkahaların, düşüncelerin, bir takım öğrendiğin şeyler, hayattan o gün aldığın bir takım kırıntılar, küçücük bir buğday tanesi de olabilir. Benim büyülü gerçekçiliğim bu. Dünyada şimdi büyülü gerçekçilik en önemli akım. Gabriel Garcia Marquez, Carlos Fuentes, Fernando Pessoa, Kafka, Gogol aklıma ilk gelenler… Ki Gogol’ün yeni anlaşıldı, büyülü gerçekçi olduğu… Ben 16 yaşımdan beri bu türde yazmaya başlamışım. 76 kitabım var. Önce hikâye, sonra roman yazmaya başladım, çocuklar için de yazıyorum. Benim yazın anlayışım bu…

"TABİİ, BİR KAPICIYI UÇURDUM"

Henüz 16 yaşındayken uçan bir kapıcıyı yazmak önemli. Herkesin bir gerçekliği var, olaylara bakışını etkileyen. Sizdeki “büyülü” bakışın ortaya çıkışı nasıl oldu? Bir nevi kişinin gerçeklerden kaçışı mıydı bu durum, günün sonunda dayatılan gerçekliğe dönüşle sonuçlanan…

Önemli tabii, bir kapıcıyı uçurdum. Bir yaşlı adamın muhasebesi… Bir güvercin olarak uçabilen, Pera’nın üstünde özgürce dolaşabilen, elinin altında her şey olan, fakat kendini yaşlı ve mutsuz hisseden, hayatının sonuna geldiğini düşünen, acaba ben bu hayatta yapmak istediklerimi yaptım mı, yapabildim mi, daha iyi yapar mıydım diyen, sonra da evine dönen bir kapıcının hikâyesi… 16 yaşımda yazdığım ilk hikâye bu… Buradan yola çıkarsak; benim bütün yazılarımda böyle inanılmayacak şeyler okura inandırılıyor, okur coşkulanıyor, mutlanıyor, hüzünleniyor. Aslında çok büyük bir gerçek var, bu bir fantezi değil, herkes bunu düşünür. Sen de gözlerini kapatıp, hayatta istediklerimi yaptım mı, nereye geldim, nereye geleceğim diye düşünebilirsin. Olay, benim bütün bunları 16 yaşımda düşünüp, o empatiyi kurabilip onu yazmam ve kendime güvenip, yazdıklarımı bir zarfa koyarak, üstüne de adımı yazıp okulun edebiyat kolunun odasının kapısının altından atıvermem… Eve gelince çok korktum, bana deli derlerse diye. Öyle bir zamanda yaşıyorsun ki, 60’ların ortası… Cep telefonun yok, bilgisayar yok, tablet yok, renkliyi bırak siyah beyaz televizyon bile yok…Harry Potter, Örümcek Adam, Captain Marwel de yok, yazılmamış henüz. Yalnızca Fransa’da Jean Paul Sartre, Albert Camus, Tristan Tzara gibi isimler gerçeküstücülük akımını kurmaya, ayakta tutmaya çalışıyorlar. 16 yaşında, Şişhane Yokuşunda, Saadet Apartmanında yaşayan çocuğun bunlardan haberi yok. Sen ikinci Sait Faik’sin dediler. Ben Sait Faik’i bilmiyordum o zamanlar.

"BEN O’YUM VE BEN BENİ YAZIYORUM"

İlk metinlerinizden bugüne yazdıklarınızda edebiyat anlayışınızı korumanız anlamlı… Bu konuda “muhafazakâr” mısınız?

Başka türlü yazamıyorum. O muhafazakârlık değil. Ben o’yum ve ben beni yazıyorum. Kendi dünyamı, kendi izdüşümümü… Okurla voleybol oynamak gibi. Paslaşmalarım, yolculuğum, ölüme karşı savaşım, yaşamla dans, bir tango, bilgi birikimim. Birikimimi toprağa serper gibi okullarda öğrencilere vermeyi çok seviyorum. Çocukları görüyorum hepsi pırıl pırıl.Bu nedenle çocuklar için de yazmaya başladım. Apaçıklar, hiç önyargı yok, sansür yok. Yetişkin insanlar bir parça hayatın anestezisi altındalar. Bütün dünyada öyle; geçim derdi, yokluk, arabanın benzini, akşam eve gittiğinde çocuğu kursa yazdırma kaygısı… Belki okumaya vakitleri bile olmuyor. Okutmak için çok güzel şeyler yazmak lazım.Onları, o zor dünyadan çıkarıp, paralel bir dünya kurup, bir kapıdan onları içeri sokup, orada onların beynini tamamıyla değiştirip onlara başka şeyler vermek, göstermek, düşünce pencerelerini açmak, hayatın bambaşka bir seviye olduğunu hatırlatmak, anlatmak, heyecanlandırmak ve diğer kapıdan çıkarmak… Ondan sonra, onlar senin okurun oluyor. Benim Büyülü Gerçekçilik anlayışım bu…

"HEM GEÇMİŞTE YAŞIYORSUN HEM GELECEKTE"

Romanlarınızda düş ile gerçek iç içe… Bugün, geçmiş ve gelecek yapıtlarınızda nasıl bir bütünlük oluşturuyor?

Geçmiş ile gelecek, hayal ile gerçek, bütün bunların içinde yaşıyoruz Kadir! Hem geçmişte yaşıyorsun hem gelecekte… Ben şu an geleceği düşünüyorum, ama aklım geçmişin bir köşesinde bir şey düşünüyor. Hayaller kuruyorum, gerçek önüme çıkıyor. Zaman da kuvvetli bir öge… Zaman geçiyor mu, yoksa zaman sana doğru mu geliyor? Yoksa Einstein’ın dediği gibi zaman bir palavra mı? Onu da düşünebiliriz.Geçmiş, gelecek, hayal, gerçek, zaman, bellek… Bu altı unsur benim için çok önemli… Belleğin neyse sen o’sun. Bir gün Amerika’ya giderken uçak dik kalkış yaptı, milletin midesi bulanınca oksijen verdiler. O esnada,5 yaşımdaki halimle, annemle birlikte yaşadığımız Şişhane yokuşundaki evin mutfağını gördüm. Duvarlar, masa örtüleri, bütün hayatım boyunca unutamadığım kahve fincanları, tepsiler, küçük tencereler, annemin ilaç kutusu bir köşede…Korkunç bir şey bu, beynin bir kısmı, havadaki basınç nedeniyle verilen oksijenle uyandı.

Rüyalar, gerçekler, farklı yaşamlar, kişiler… Hayatı daha anmalı kılmak mı yazıda yaptığınız her deneme? Yaşama da, edebiyattan baktığınız pencereden mi bakıyorsunuz? Özellikle de kendinize?

Ona çalışıyorum tabii… İnsanlarda farkındalık oluşturmak çok önemli. Mesela harika bir antik kent gezersin, kafan dumanlıdır, farkına varmazsın gördüklerinin. O olmamalı… Bazı olaylar insanın başına bir kere gelir, bir daha yakalayamazsın. Sonradan fark edersin, üzülürsün; ama kaçıp gitmiştir. Evet dediğin gibi, yaşama da edebiyatta baktığım pencereden bakmaya çalışıyorum. Ne kadar yapabilirsem tabii… Şimdilerde, otobiyografimi yazıyorum. Adı, Hayatımın Müsveddesi… Otobiyografilerim de var; Tozlu Altın Kafes, Bir Rüya Gibi Hatırlıyorum Seni, Rüya Yolcusu…

Ayla Kutlu bir söyleşimizde “yazmak için taşmak gerekir,” demişti… Yazmak dürtüsü sizde kendisini nasıl gösteriyor?

Çok güzel söylemiş. Bende, bir narın çatlaması olarak kendisini gösteriyor. Çatır çatır çatlaması, ortalara saçılması, her nar tanesinin sizlere gitmesi… Rengârenk bir gökyüzü, çölde koşmak…

"İNSANLAR BAZEN ÖZGÜRLÜKTEN KAÇIYOR"

Şahit olduğunuz toplumsal bakışı eleştiren bir anlayış olarak da değerlendirilebilir mi öykü ve romanlarınız. Sosyolojik bir bakış olarak da… Ne dersiniz?

Eleştiren değil de... Ben bir yazarım, çocukluğumdan beri karşı gelen bir ruhum var benim. Özgürlüğü yazıyorum. İnsanlar bazen özgürlükten kaçıyor. Mutluluk zannettikleri şey özgürlük değil. Evde oturmanın, hiçbir serüvene girmemenin, hiçbir duygu yaşamamanın özgürlük olduğunu düşünenler de var. Ben bunlara karşıyım.

Hafızalardan silinmeyen pek çok kahramanınız var. Doğrusu benim için asıl kahraman bazen kendisini gizleyerek, bezen de açık açık gösteren yazarın kendisi… Yaşamının kahramanı olan Nazlı Eray, yarattığı kahramanlarla daha çok çatışıyor mu, orta nokta da buluşuyor mu?

İlginç bir soru… Soruların da çok güzel, söyleyeyim. Tabii ben çok varım yazdıklarımda, teşekkür ederim. Daha çok orta noktada buluşuyorum; onları kucaklıyorum, çatışmıyorum. Çatıştığım çok ender. Şimdi düşünüyorum da… Senin aklına geliyor mu, yok.  

"ONLARIN HEPSİ YELPAZENİN BİR PARÇASI"

Orta noktayı biraz açabilir miyiz? Nasıl bir uzlaşma var?

Şak diye bir Japon yelpazesi aç. Onların hepsi yelpazenin bir parçası… Yelpazeyi açan da benim.

63 yıldır yazmanın olumsuz etkileri olmadı mı?

Hiç olmadı. Veyahut da ben duymadım, farkında değilim. Boş verdim.

Dışarıdan olmamış olabilir ancak kendi içinizde…

Hayır hayır olmadı, olsa 76 kitap yazabilir miydim? Her kitabım beni daha çok mutlu etti. Daha büyük bir basamak, daha çok insan, daha çok okur, daha çok ülke, daha çok özgüven, daha çok mutluluk, daha çok yalnızlık… Hepsi.

"BU MUTLULUĞU DOYASIYA YAŞADIM"

TÜYAP İstanbul Kitap Fuarının Onur Konuğu olduğunuz 2020’nin yaz günlerinde duyurulmuştu. Pandemi nedeniyle 2 yıllık zorunlu bir ara verildi, “Kitabın Büyülü Dünyası” temasına nazire yaparcasına... Sanki 3 yıllık bir sürece yayılmış gibi oldu…

Çok güzel açıkladın, bu mutluluğu doyasıya yaşadım. Büyük bir onur, gurur ve sevinç yaşadım. Edebiyatseverlerle buluşacağım için heyecanlıyım.

Hayal kurmak güzeldir. Şimdi fuar alanına girdiğiniz ‘an’ı düşünmenizi ve anlatmanızı istesem…

Heyecan içindeyim, dik durayım. Saçım nasıl acaba diye düşüneceğim. Ben öyleyim... İlk kimi göreceğim, bu yıl hangi kitabım daha çok ilgi görecek? Aklımdan o kadar çok şey geçecek ki… Zor şeyler yazıp da anlaşılmak yazarı mutlu eder. Ben de mutluyum, hem de çok.

Sizinle, ilk olarak kitap fuarının Tepebaşı’nda yapıldığı günlerde, 9 Kasım 1999’da tanışmıştık. O günkü heyecanınız, gülen yüzünüz, duruşunuz, sizi en sen gördüğüm 2020 İstanbul Fuarında da değişmemişti.

Çok teşekkür ederim, beni çok mutlu ettin.

ÖNCEKİ HABER

Halkın Sesi, Paris’in komünü | Emekçinin Kitaplığı

SONRAKİ HABER

Konya’dan sonra bir vahşet görüntüsü de İstanbul’dan: Hayvan barınağı değil ölüm kampı 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa