Volkan Hacıoğlu: Coleridge, yaşadığı dönemde bir kültür elçisi olarak görülmüştür
Çevirmen Volkan Hacıoğlu ile Coleridge'in “Şiirin Prensipleri” alt başlıklı 1811-1819 tarihli “Shakespeare Üzerine Konferanslar” kitabı üzerine konuştuk.
Volkan Hacıoğlu (Fotoğraf: Kadir İncesu)
Kadir İNCESU
Volkan Hacıoğlu daha çok şiirleriyle tanınır. Oysa şiir çevirileri de vardır Hacıoğlu’nun. Bugüne kadar Percy Bysshe Shelley, Behruz Kia, Ralph Waldo Emerson, Dante Gabriel Rossetti, John Keats, Lord Byron ve Ralph Hodgson’dan şiir çevirileri yapan Hacıoğlu ile geçtiğimiz günlerde Artshop Yayınları tarafından yayımlanan, romantizmin kurucularından İngiliz Şair ve Eleştirmen Samuel Taylor Coleridge'in “Şiirin Prensipleri” alt başlıklı 1811-1819 tarihli “Shakespeare Üzerine Konferanslar” kitabı üzerine konuştuk.
Volkan, öncelikle Samuel Taylor Coleridge’in İngiliz ve dünya edebiyatındaki yeri nedir?
Coleridge İngiltere’de Wordsworth ile birlikte romantizmin kurucuları arasında yer almaktadır. Şiir sanatına ve edebiyata büyük katkıları olmuştur. Dünya literatürüne yeni kavramlar ve yeni kelimeler kazandırmıştır. Bunlardan en önemli ikisi estetik yanılsamanın temelini oluşturan “şüphenin askıya alınması” kavramı ve “yakın okuma” tekniğidir. Yaşadığı dönemde bir kültür elçisi olarak görülmüştür. O kadar ki döneminde “Coleridge’in okumadığı kitap var mıdır?” sorusu edebiyat çevrelerinde hayretle karışık bir hayranlıkla dile getirilmiştir. Shakespeareyen drama eleştirisine katkıları ise etkisini günümüze kadar süren bir önem taşımaktadır.
"TEMEL BİR BAŞVURU KAYNAĞI"
‘Shakespeare Üzerine Konferanslar’, Shakespeare üzerine hangi incelemeleri, tespitleri içeriyor?
Coleridge’in 1811-1819 tarihli Shakespeare Üzerine Konferanslar’ı Shakespeare piyeslerinin Hamlet, Kral Lear, Romeo ve Juliet vb. en önemlileri hakkında teatral, poetik ve dramaturjik bağlamda birçok yeni fikir ve bakış açısı getirmektedir. Günümüzde kıymeti ve katkısı ispatlanmış olan Konferanslar’ın çevirisini yaptığım kitap edisyonu İngiltere’de Shakespeare piyesleri ile beraber önerilen temel bir başvuru kaynağıdır.
Coleridge’in değerlendirmelerinin edebiyat dünyasında yarattığı etki üzerine neler söylersin?
Bu konuda kitabın İngilizce editörlüğünü yapan ve aynı zamanda Londra Üniversite İngiliz Dili Profesörü olan Britanya Kraliyet Edebiyat Cemiyeti Akademi Üyesi Adam Roberts’ın uzun bir önsözü var. Kendi zamanında Coleridge’in etkisi birtakım şaibelerle ve şüphelerle sarmalanmış durumda. Bunun en önemli nedeni Coleridge’in kişisel yaşamındaki duygusal ve düşünsel çalkantılar. Bir taraftan Henry Hazlitt’le olan ve giderek husumete varan münakaşaları, diğer taraftan Wordsworth’le yakın arkadaşlıklarının kötü bir şekilde kopuş noktasına gelmesi edebiyat dünyasında en azından yaşadığı dönemde farklı yorumlara yol açmıştır. Bu nedenle kendisine “mahvolmuş başmelek” yakıştırması yapılmıştır. Kendisinden önce yaşadığı halde Pope ile olan ezeli rekabeti ise zaten dillere destandır. Romantizmin klasisizme açtığı savaşın Coleridge ve Pope arasında entelektüel düzlemde neredeyse kristalize olduğunu görüyoruz. Alexander Pope’un akılcılıkla kaleme aldığı ve dipnotlarla, Latince tabirlerle dolu neredeyse makale ağırlığı taşıyan şiirlerine karşı romantik hareket duyguyu ön plana çıkarmıştır.
"KENDİ DÖNEMİNE BİR HAYLİ ELEŞTİREL YAKLAŞIYOR"
Coleridge yalnızca Shakespeare üzerine mi eğiliyor? Dönemle ilgili yorumları nasıl bir bütünlük oluşturuyor?
Konferanslar iki seriden oluşuyor. 1811’deki ilk konferans serisi “Eleştirinin Prensipleri Üzerine” başlığını taşıyor. Londra Felsefe Cemiyeti’nde yaptığı bu açılış konuşmasında Coleridge konferanslardaki amacını Shakespeare, Dante, Milton gibi büyük şairlerin şiirlerini inceleyerek şiirin prensiplerini tesis etmek olduğunu söylüyor. Kendi dönemine bir hayli eleştirel yaklaşıyor. Kendi çağında ve daha önceki çağlarda İngilizlerin yurttaş oldukları Shakespeare’i doğru değerlendiremediklerini belirtiyor. Bu konuda özellikle Dr. Johnson’un görüşlerine karşı çıkıyor. O dönemde belli başlı eleştirmenlerin ve şairlerin hazırladıkları Shakespeare külliyatlarında kendi yorumları önem kazanıyor. Dr. Johnson da Shakespeare’i eğitimsiz bir deha olarak görüyor ve doğal bir yetenek diyerek “tabiat mahsulü” olduğunu söylüyor. Bu anlayış o dönemde hakim görüş haline geliyor. Coleridge karşı çıktığı bu noktada Shakespeare’i kendi kendini yetiştiren ve tarzını zaman içinde geliştirerek kendine özgü bir şiir türü icat eden bilinçli bir şair-filozof olarak tanımlıyor. Eserlerindeki gelişim çizgisini de bu tanıma göre değerlendiriyor. Shakespeare’de şair ve filozof birbiriyle kucaklaşmaktadır. Fakat bu kucaklaşma bir muharebe sahasındaki göğüs göğüse çarpışmaya benzer. Birinin daha güçlü olduğu yerde diğeri boğulur gider.
Romantiklerin o kadar da “romantik” olmadığı görüşüyle ne söylemek istiyorsun?
Günümüzdeki romantizm anlayışıyla on dokuzuncu yüzyıldaki romantizm anlayışının birbirinden çok farklı olduğunu söylemek istiyorum. Coleridge’in Shakespeareyen drama eleştirisinde Shakespeare’in duygulardan çok zihne hitap eden derin bir felsefi şiirsel söyleme sahip olduğunu görüyoruz. Kitapta şiire ve aşka akılcı tanımlar getiren Coleridge’in melankolik bir duygusallığı marazi bulduğunu gösteren birçok pasaj var. Bugünkü romantizm anlayışımızla ters düşen görüşler ağırlık kazanıyor. Coleridge’in romantizmi nihayetinde panteist bir felsefe ile birleşiyor.
"KONUŞMA DİLİNİN İNCELİKLERİNE ÖNEM GÖSTERDİM"
Birbirine noktalı virgül ve virgül ile bağlanmış 202 sözcüklü bir bölüm var. Çeviri sürecinde neler yaşadın?
On dokuzuncu yüzyılda sözlü edebiyat kültürü daha çok konferans konuşmalarında yoğunluk kazanıyor. O dönemde bugünkü dijital kayıt cihazları olmadığı için stenografi devreye giriyor. Sözlü bir edebiyat metnini çevirmekle yazılı bir edebiyat metnini çevirmek arasında büyük fark var. Coleridge akıcı bir üslupla konuşan bir şair. Aynı zamanda yeni kelimeler ve kavramlar icat eden bir eleştirmen ve filozof. Bütün bunlar bir araya geldiğinde çeviri süreci daha da zorlaşıyor. Sözlü anlatımın kendine özgü söz dizimi bazen bir miktar belirsizlik taşıyor. Konuşmacının o anda zihninden geçenleri tam olarak tahmin etmek de her zaman mümkün olmuyor. Konferans sırasında salonda steno notlarını tutanlar da bazen konuşmacının kullandığı kelimeleri yanlış anlayabiliyorlar. Bu nedenle Adam Roberts tarafından edit edilen bu edisyonun bu tür sorunları büyük ölçüde ortadan kaldırmış olduğunu söyleyebilirim. Zira Profesör Adams tam bir edebiyat hafiyesi gibi kılı kırk yararak çalışmış ve o dönemdeki bütün yazılı kayıtları arşivlerden bularak incelemiş. Gazete kupürleri, dergi yazıları, hatta Coleridge’in okurken sayfa kenarlarına notlar aldığı kendi kütüphanesindeki Shakespeare piyeslerinin nüshalarına kadar karşılaştırmalı araştırmalar yapmış. Çeviri sırasında ben de Türkçe’deki konuşma dilinin inceliklerine ve akıcılığına önem gösterdim. Coleridge’in kendine özgü ağır fakat akıcı telaffuzuyla ağdalı anlatımını bazen eski kelimelerle karşılamak durumunda kaldım. Bu yaklaşım metne kimi yerlerde arkaik bir hava verdi. Kitabın İngilizce orijinalinde de aynı havanın hüküm sürdüğünü söyleyebilirim.