Vizyon belgesi | CHP artık neoliberal değil mi?
“AKP, halka hayat pahalılığı ve yoksullaşma vadederken CHP ve altılı masa, enflasyonu düşürürken işsizlikte artış vadetmektedir. Emekçiler iki acı reçete arasında sıkışmış durumdadır.”
Fotoğraf: CHP
Arif KOŞAR
CHP, geçtiğimiz günlerde ikinci yüzyıla çağrı buluşması ile vizyon belgesini sundu. Toplantıya katılan akademisyenlerin salona gelmemiş olması, Kılıçdaroğlu’nun “siyaset üstü”lük vurgusu ve adaylık durumu, Faik Öztrak’ın çizdiği genel çerçeve tartışma konusu oldu. Ancak, iki CHP’linin sunumları özellikle dikkat çekti. CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo’nun sosyal yardımların kapsamının genişletilmesi, partizanlıktan azade kılınması gibi vurgularının yanı sıra “CHP iktidarının ilk hedefi yoksulluğu kökten bitirmek olacak” ve “Hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek” sözleri CHP’nin neoliberal paradigmanın dışına çıkması konusunda kimi çevrelerde umut yarattı. MYK Üyesi Selin Sayek Böke’nin “Her şeyin önüne kamu yararını koyacağız”, “girişimci ve dinamik bir devlet anlayışı” sözleri bu umudu büyüttü. Altılı masadaki sağ partilerle programatik farklar kutlandı. “Sosyalistleri kesmez ama gerçekçi olmak gerekir” analizi yapıldı, en azından “Yetmez ama evet” dendi.
Siyaset arenasında Cumhur ve Millet ittifakı biçiminde iki burjuva hattın süregelen hegemonyası politik analizleri de maalesef “reel politik” ile sınırladı. İktidardaki blokun tek alternatifi Millet İttifakı olarak görüldüğünden kötünün iyisini tarif etmek için bitmek bilmez bir çaba ortaya konuldu. “Yetmez ama evet”çiliğin muhalif bir versiyonu ortaya çıktı. CHP’nin vizyon belgesine ilişkin analizler de doğal olarak bu siyasal kutuplaşmanın damgasını taşıdı.
Bununla birlikte vizyon toplantısındaki kulağa hoş gelen kimi ifadeleri doğru bir biçimde analiz etmek için bu siyasal hegemonyanın etkisini fark etmek, dışında konumlanmak ve böylece vizyonun genel yönelim ve ilkelerine yakından bakmak gerekir.
Geçiştirilen şeyin kendisi tam olarak bu.
Bu yaygın ama yanlış bir analiz yöntemi. Parçalara bakarak bütünü görememe ya da görmek istememe hali. Her olgunun iyi ve kötü yanları olduğuna işaret edilir, “Şunlar iyi ama bunlar eksik kaldı, bunlar da doğru değildi” denir. Sonra da iyiler ve kötüler terazide tartılır, karara varılır. Tek tek parçalar üzerinde bitmek bilmeyen polemik ve tartışmalar arasında “bütüne” bir türlü sıra gelmez. Bu sözde nesnel düşünme biçiminin sonucu meselenin özünün kaçırılması, dahası üstünün örtülmesidir.
KRİZDEN NASIL BİR ÇIKIŞ?
CHP’nin, içinde bulunduğumuz ekonomik yıkım sarmalına karşı bir “krizden çıkış” programı önerdiği söylenebilir.
AKP-MHP iktidarı, özellikle son bir yıldır düşük faiz ve kredi genişlemesine dayalı bir büyüme modelinde ısrarcı oldu. Önce Çin modeli, sonra da Türkiye modeli dendi. Amacı ekonomik büyümeyi çeşitli desteklerle, ne olursa olsun devam ettirmekti. TL’nin değersizleşmesiyle ihracatçı sektörler büyüyecek, düşük faizle inşaat faaliyetleri artacak, kredilerle yatırımlar hız kazanacak, ihracat gelirlerindeki artışla dış ticaret dengesi iyileşecek, cari açık azalacaktı. AKP, hedefine bir ölçüde ulaştı. Cari açık planının tutmaması gibi önemli sorunlara rağmen ekonomik büyüme beklentilerin üzerinde seyretti (Ki şimdi yavaşlama sürecine girdi). Böylece işsizliğin yükselmesini engelledi. Ancak ihracatçı, inşaatçı ve yandaş sermayenin çıkarlarını merkeze alan bu tür bir büyümenin bedeli de vardı: Kur artışı ve enflasyonda patlama. AKP bunu kontrol edemedi ve Merkez Bankası rezervleri eksi 50 milyar dolara kadar indi.
“Model” sıklıkla eleştirildi. TÜSİAD’a göre “İktisat biliminin kurallarına dönülmeli”ydi. Hızlı ama sağlıksız bir büyüme yaşanmıştı. Politika faizi yükseltilmeli, ekonomi soğutulmalı, mali disiplin, teknolojik dönüşüm ve yeşil enerjiye dayalı çeşitli reformlarla, tıpkı 2002 yılındaki AKP’nin yaptığı gibi, klasik IMF programına dönülmeliydi.
Bu, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında andığı gibi bir acı reçeteydi. “Katlanılması kaçınılmaz”dı. CHP vizyonunun da çerçevesini belirleyen bu politik hattın getirdiği acı reçetedeki acil önlem faizlerin yükselmesi ve TL’nin değerlenmesidir. Bunun ilk sonucu yatırımların azalması, ekonomik büyümenin yavaşlaması ve işsizlikte artıştır.
Öyleyse, ekonomik sınırlar içinde konuşmak mümkünse:
AKP, halka hayat pahalılığı ve yoksullaşma vadederken…
CHP ve altılı masa, enflasyonu düşürürken işsizlikte artış vadetmektedir.
Emekçiler iki acı reçete arasında sıkışmış durumdadır.
AKP İLE FARKI YOK MU?
CHP’nin ve altılı masanın vizyonu, AKP’nin özellikle son yıllarda uyguladığı ekonomik yönelimden açıkça farklı. Ancak, AKP’nin genel iktisadi ilkeleriyle, örneğin yabancı ve yerli yatırımların desteklenmesi, teşvikler, ihracata dayalı büyüme, yenilenebilir enerjiyi kullanma vb. herhangi bir ayrılık yoktur. Zaten bu, AKP’nin ilk dönemlerinde uyguladığı iktisadi politikaya denk düşmektedir. Öte yandan yabancı sermaye girişinin son derece azaldığı ve iktisadi olarak sıkıştığı koşullarda, iktidarda kalma histerisiyle AKP farklı bir rotaya girmek zorunda kalmıştır. AKP-MHP ittifakının seçimleri kazandığı bir tür kötü senaryoda, altılı masanın savunduğuna yakın bir acı reçete uygulanması imkansız değildir.
Altılı masa ve CHP’nin vizyonu ile AKP’nin pratiği arasındaki esas farklılık ise ekonomik olmaktan ziyade siyasal rejime ilişkindir. Otoriterleşme, tek adam düzeni, kurumların işlemez hale gelmesi, yargının AKP’nin aparatı haline gelmesi başta olmak üzere tüm bunlardan duyulan düzen içi rahatsızlığı yansıtır. Bunların elbette ekonomiyle ilgisi vardır ve kuşkusuz bir değişim önerisidir: AKP’nin kimi aşırılıklarının ortadan kaldırılması, “hukukun üstünlüğü”, parlamenter sistem ve kaynak dağıtımının sermayenin tüm bileşenlerini gözetecek şekilde yeniden yapılandırılmasını içeren bir değişim platformu. Başka bir deyişle, egemen sınıfın TÜSİAD’la temsil edilen -ve bir süredir- dışlanmış bölüğünün çıkarlarını esas alan, böylece neyin değişeceği ve değişmeyeceğinin çerçevesinin çizildiği bir restorasyon programıdır.
Bu durumda görülen o ki, kısa sürede siyasal güç ilişkilerinde köklü bir değişim olmazsa, halkın yoksulluğa, yolsuzluğa ve yasaklara karşı büyüyen öfkesi ikinci bir Kemal Derviş programına, ya da aynı anlama gelmek üzere -ilk dönem- AKP programına tahvil edilecektir.
Bununla birlikte Türkiye’deki mevcut durumun kimi özgünlükleri vardır ve bunlar geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Öncelikle, iktidarda kalmak için her türlü baskı ve zorbalığı uygulamaya kararlı olan tek adam rejimi ülkeyi faşizm girdabına sürüklemektedir. 20 yıllık iktidar boyunca siyasal elitler hızla zenginleştirilmiş, mafyayla iç içe geçmiş, suç ve yolsuzluk sistematik hale gelmiş, yandaş sermaye grupları kaynaklara el koymuş ve ülke iktisadi ve sosyal yıkımla yüz yüze gelmiştir. İşte bu tablo karşısında düzen içi bir restorasyon halkın büyük kesimi için ehvenişer görülmektedir.
KÖTÜNÜN İYİSİ Mİ?
Söylenen hiçbir şeyin AKP-MHP iktidarı ve onun pratiğinden daha kötü olma şansı olmadığından, en acı reçete bile “İnsanların yaşama sevincini geri alacağız” gibi süslü cümlelerle taçlandırılabilir hale geldi. Ülke öyle bir batağa sürüklendi ki, neredeyse her şey ehvenişer durumunda. Ancak, gerçekliğin böyle olması CHP’nin vizyonu ve olası bir altılı masa iktidarında halkın temel ekonomik sorunlarının -ya da bir pay bırakarak büyük kısmının- çözülmeyeceği gerçeğini değiştirmemektedir.
Çünkü, masanın ortasına yerleşmiş bulunan iki sermaye programıdır. Genelleştirmenin muhtemel risklerine rağmen ve biraz da indirgeyerek söylersek, bir yanda MÜSİAD programı (Ki MÜSİAD da gidişattan tam memnun değil), diğer yanda TÜSİAD programı vardır.
Dolayısıyla AKP’nin de uzun zaman kullandığı süslü kalıp sözlerin ötesine geçmeyen bir restorasyon programını ballandıra ballandıra anlatmanın kimseye faydası yok.
Gereken üçüncü ve halkçı bir programdır. Bu ekonomik yıkımı temizleyecek, halkın çalışma ve yaşam koşullarını köklü bir biçimde iyileştirecek, bunu kapsamlı ekonomik önlemlerle, planlı ve halkçı bir modelle, yeni bir düzenle güvenceye alacak bir ekonomik program olmalıdır. Bugün en önemli ihtiyaç neoliberal çözüm önerilerinin hakim olduğu bu ortamda halkçı bir çıkışın taleplerini bir mücadele gündemi olarak benimsemek, yaygınlaştırmak ve popülerleştirmektir.
Böyle bir programın üzerinde yükseleceği temeller ise uzakta değildir. Tam da halkın en temel sorunlarına dayanmalıdır:
- Ücretler belirli bir hızla yoksulluk sınırının üstüne çıkarılmalıdır. Ücret artışı enflasyonda da bir artış getirir, ancak ücret artışı enflasyondaki artışı aştığı sürece sorun olmayacaktır. Enflasyonun yükselmemesinin yolu halkı yoksulluğa mahkum etmek değildir.
- Çalışma süreleri azaltılmalı, örneğin günlük 6 saatle sınırlandırılmalıdır. Hafta sonu iki günlük tatil zorunlu hale getirilmelidir. Sadece bu iki önlemle bile milyonlarca işsize iş sağlanabilir. Ayrıca, halkın temel ihtiyaçlarını içeren kapsamlı bir kamu yatırımı planı ile işsizliği yok etmek üzere adımlar atılmalıdır.
- Bütün bunlar halkın temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir sınai, tarımsal ve teknolojik üretimi içermelidir. Ki bu da sermayenin keyfi ve sömürüsüyle olmayacağından, ciddi kamulaştırmaları gerektirir.
- Taşeron, sözleşmeli ve tüm güvencesiz çalışma biçimleri ortadan kaldırılmalıdır.
- Eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlar ücretsiz sağlanmalı, bu sektörler ilk elden kamulaştırılmalıdır.
- Sermayeye kaynak aktarım mekanizmaları kesilmeli, köprü, otoyol, havaalanı, hastane projelerinde olduğu gibi tüm döviz bazlı ödeme sistemleri iptal edilmeli ve bunlar kamulaştırılmalıdır.
Daha da uzatılabilir.
“Yaşama sevincini geri kazanacak”sak AKP’nin ya da CHP’nin acı reçetesine değil, halkın sorunlarını çözecek bir programa ihtiyacımız vardır.
MYK Üyesi Selin Sayek Böke’nin “Hep birlikte zenginleşeceğiz” iddiası, istisnalar dışında imkansıza yakındır. Eğer halkın yaşam koşulları iyileşecek ve halk zenginleşecekse, emekçilerin milli gelirden aldığı pay artacaksa, sermayenin payı azalacaktır. Pasta belli, bir anda üç katına çıkmayacağına göre herkes zenginleşemez. Tam da bu nedenle, halkın taleplerini içeren tutarlı bir program, CHP’nin vizyonunun aksine kaçınılmaz olarak sermaye karşıtı olmalıdır.
NEOLİBERAL Mİ, DEĞİL Mİ?
Foggo ve Böke’nin konuşmasındaki devlet yatırımları iddiası, sosyal politika önerileri ve “kamu yararı” vurgusuna işaret edilerek, açıklanan vizyonun neoliberal olmadığı, hatta neoliberalizme karşı olduğu ileri sürülmektedir.
Bu doğru değil. Değerlendirme de uhrevi bir neoliberalizm kavrayışına dayalı. Buna göre neoliberalizmde devlet piyasaya asla müdahale etmez, herhangi bir sosyal yardım söz konusu olmaz, piyasa adeta yalıtılmış bir ortamda kendiliğinden işler durur. Böyle bir neoliberalizm dünyanın hiçbir yerinde var olmadı. Neoliberal politikalar ortak bir hatta sahip olmakla birlikte farklı ülkelerde farklı biçimlerde varlık buldu. Devlet müdahalesi az ya da çok çeşitli biçimlerde her zaman oldu. Neoliberalizmin yarattığı yıkımı hafifletmek ve onu sürdürülebilir kılmak üzere sosyal yardım sistemi az çok işledi. Dolayısıyla devlet müdahalesi ve sosyal yardımlardan azade bir “neoliberalizm” arayan yorumcular sadece CHP’de değil AKP’de de neoliberalizm bulamadı.
Günümüz neoliberalizmi yamalı bohçadır. Yarattığı yıkım karşılığında sosyal politikaya muhtaçtır. Keskinleşen uluslararası rekabette kimi zaman gümrük duvarları savunulur kimi zaman sermayenin sınırsız hareketi. Bunlar tek bir potada eritilir. Bu, bir açıdan 2008 krizi sonrası sermayenin çelişkilerini ve arayışlarını yansıtan bir yeniliktir, ancak neoliberalizmden geri dönüş değil bir tür revizyondur. CHP’nin vizyonu ise bir yandan (Daron Acemoğlu’nun da temsil ettiği) uluslararası arenadaki bu revizyonların izini taşımakta, öte yandan muhalefetteki her parti gibi kimi mümkün kimi mümkün olmayan seçim vaatlerini içermektedir.
Dolayısıyla CHP’nin de Böke’nin de vizyonu revize edilmiş bir neoliberalizmden ibarettir. Bu açıdan tipiktir ve eğer uygulanırsa sonuçları da tipik olacaktır.
YOKSULLUK BİTECEK Mİ?
Foggo’nun, vizyon toplantısında dile getirdiği vaatlerin bir kısmı gerçekleşebilir, bir kısmı ise gök kubbede hoş bir seda olmanın ötesine maalesef geçemez.
Sosyal yardım sisteminin tek bir kurumda birleştirilmesi, sosyal yardım sisteminde kadınların gözetilmesi, sosyal yardım bütçesinin arttırılması gibi bazı önlemler gerçekleşebilir. Ve elbette küçümsenmemesi, aksine genişletilmesi için zorlanması gereken taleplerdir.
Ancak, ortada dile getirilmeyen iki büyük sorun vardır:
Birincisi, iddialı söylemler CHP’nin vizyonundaki genel çerçeve ile uyumsuz. Hatta ters. Örneğin Foggo’nun “İlk hedef yoksulluğu kökten bitirmek olacak” vurgusu. CHP’nin vizyonu faiz artışı ile ekonominin soğumasını önerirken, bu acı reçetenin ilk sonucu işsizlikte artıştır. Böylece bugün 7 milyonu aşan işsiz sayısının belki de 8-9 milyona çıkması gündeme gelebilir. Hem işsizlik artışı hem de “Yoksulluğun kökten bitirilmesi” tek katlı gökdelen gibi bir şeydir.
İkincisi, kaynak sorunu. Elbette mevcut kaynakların kullanım biçimiyle ilgili büyük problemler var ve bunun değiştirilmesi bir mücadele konusu. Ancak, kapsamlı bir sosyal politika programı için sadece mevcut kaynakları yönlendirmek yetmez. Kaynakları arttırmak lazım. Nereden arttırabilirsin? Büyüme tartışmalarını bir kenara bırakarak açık konuşursak, eğer halkın çıkarları doğrultusunda kapsamlı bir şey yapılacaksa bunun tek yolu sermayeden alıp halka vermektir. Toplam gelirin büyük kısmına el koyan yüzde 1’den, bir avuç tekelci sermayeden almak ve sermayeyi sıkıştırmaktan başka kaynak yoktur.
Yani sermaye karşıtı olmadan, yoksulluğu bitirme iddiası boş vaadin ötesine geçmez. Dünyanın “en zengin” ülkelerinde bile yoksulluk ve gelir eşitsizliği hızla artmakta. Bu haliyle, CHP’nin sosyal politika önerileri acı reçetenin bazı yönlerinin hafifletilmesi, yoksulluğun bitirilmesi değil sürdürülebilir kılınması ile sınırlı kalmaktadır.