Depremler risk olmaktan çıkabilir mi?
Deprem, yatay yük sınıfına girer, yani yapıların statik durumlarına ilişkin riskler yaratır. Ancak önlem olarak mimari ve mühendislik çözümler, bu riskleri minimuma kolayca indirebilir.

Kaynak: pixabay
Berzan SÖNMEZ
İTÜ
Geçtiğimiz 24 Kasım’da saat 04 sularında Düzce merkezli 5.9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Yine her deprem sonrası olduğu gibi, sansasyonel bir konuya dönüşen beklenen İstanbul depremi, televizyon programlarının gündemi oldu. Yine birtakım uzmanlar,kentlerin inşaat sektörünün büyüklü küçüklü aktörlerince yaşanmaz hale getirildiği, üstelik hükumetlerin de bu inşa süreçlerini teşviklerle ödüllendirdiği var olan politik bağlamdan ötede birtakım tedbirleri tartıştı.
DEPREM, RİSKLER VE ÖNLEMLER
Türkiye; Marmara, Ege, Kuzey Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden geçen fay hatlarının üzerinde yer alıyor. Bu da Türkiye’yi (coğrafyasının yarısının direkt etkileneceği) bir deprem ülkesi yapıyor. İçinde yaşadığımız yapılar ve günlük yaşantımızı sürdürdüğümüz kentler de bu gerçeklik yüzünden birtakım riskler barındırırlar. Yapılar iki temel yüke maruz kalırlar, düşey yükler ve yatay yükler. Deprem, yatay yük sınıfına girer, yani yapıların statik durumlarına ilişkin riskler yaratır. Ancak önlem olarak mimari ve mühendislik çözümler, bu riskleri minimuma kolayca indirebilir. Ne var kidenetimsiz üretimler ve imar affıyla mevcut yapısal kapasitenin üstünde ekler yapılarak bu yapıların güvensiz hale getirilmesi, yapıda ve çevresinde riski artıran önemli bir etkendir.
Kentler ise organizasyonları itibariyle deprem durumlarında ayrıca afet yaratabilecek potansiyele sahiptirler. Deprem sonrası müdahalelerde zamana karşı yarışılırken otopark haline gelen yollar, dar sokaklar, bu müdahaleleri olanaksız kılabilmektedir. Kimyasal üretim tesisleri; gaz sızıntıları, patlama potansiyelleri gibi riskler barındırmaları itibariyle kent içerisinde insan yaşamını tehdit eden diğer bir planlama öğesidir.
KENTSEL RANT VE YAŞANILAMAZ KENTLERİN YARATIMI
Türkiye’de kapitalizmin gelişmesiyle üretim belli merkezlerde yoğunlaşarak, bu merkezlerin çeperlerinde genişleyen çarpık kentler meydana geldi. Büyük oranda gecekondu mahalleleri olan bu çarpık kent bölgeleri daha sonra birer kar potansiyeli taşıyan alan olarak değerlenip, kapitalist inşaat devlerinin radarına girdi (Levent, Tozkoparan, Fikirtepe, vb.). Bu kentsel dönüşüm programının doğurduğu fırsatlardan yararlanan küçük müteahhitler de kentin başka köşelerinde, kentsel yoğunluğu artıracak inşaatlar yaptı. Bu süreçleri Türkiye’de birçok kent yaşasa da İstanbul en kötü denebilecek örneklere sahne oldu. Anadolu yakasında Tuzla’dan başlayarak Avrupa yakasında Esenyurt’a kadar uzanan devasa bir alan adeta toprak ve peyzaj kaldırılarak yerine betondan birkaç tabaka yerleştirildi. Bunun kentin doğal çevresine olan etkileri, insanın günlük yaşantısına olan etkilerinin ortadan kaldırılma yollarının tartışılması gerekirken, başta deprem olmak üzere birçok afetin yaşanabileceği durumlarda yaratacağı hayati risklerin dahi tartışılmasının ötesine geçilemedi.
Dolayısıyla, afet planlamalarında diğer yapılması gerekli olan şeylerden olan kent içerisinde afet sonrası toplanma alanları ve afet sonrası alternatif hizmetler (alternatif yeraltı suyu, enerji ve besin ihtiyaçları vb.), kent yoğunluğuna uygun, yakın bölgelerde hazır edilmeliyken İstanbul, böylesi bir kentleşme sürecinin ardından bütün bu sorunlarla baş başa durumda.
İstanbul Mikrobölgeleme Projesi Avrupa Yakası raporu incelendiğinde İstanbul’da yerleşime uygunluk açısından depremsellik özelliklerinin ortaya koyduğu tehlikeler yanında sıvılaşma tehlikesi, heyelan tehlikesi, sel baskını tehlikesi, tsunami tehlikesi, mühendislik sorunları (dolgu, jeolojik koşullar vb.) gibi sorunlar gözlenmektedir. İstanbul’un olası deprem kayıpları tahminleri, İstanbul deprem senaryosu (İBB, 2009a), yer sarsıntı analizleri ve zemin modelleme, bina hasarı ve can kaybı analizi çalışmalarına göre İstanbul, kentsel hasar görebilirliğin değerlendirilmesi, alt yapı sistemleri, sanayi yapıları, yangın, patlama ve tehlikeli madde sızması açısından çok riskli bir bölge olarak görülmektedir. Yapılan analizler değerlendirildiğinde İstanbul sınırları kapsamında söz konusu fonksiyonel sorunların yanında bu fonksiyonel sorunların da neden olduğu sosyal sorunların yaşandığı gözlemlenmektedir. Araştırma konusu 12 ilçeyi içine alan araştırma alanı içinde nüfus ve yapı yoğunluğunun azaltılması, yanlış yer seçimi ve yapılaşma kararlarının verilmemesi, sosyal donatı alanlarının artırılması, afet ve mal kaybının yaratacağı sorunları aşabilecek ekonomik çözümlerin ve tüm kararların planlara yansıtılması gerekmektedir.
Araştırma alanındaki ilçelerin nüfus doygunluk analizlerinden elde edilen verilere göre 377.709 kişinin özellikle jeolojik açıdan sakıncalı ve I. derece deprem bölgesinde yer alanaraştırma alanından İstanbul’un batı ve doğu periferlerine transfer edilmesi gerekmektedir.
Kaynakça
(1) doi: 10.14744/planlama.2018.30502
(2) itüdergisi/a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:6, Sayı:2, 37-46 Eylül 2007
Evrensel'i Takip Et