12 Aralık 2022 13:03

Kent ve emek

Üretimden payını, gücü oranında alabilen emek, barınma, eğitim ve sağlık kurumlarına erişim, yaşanan çevre açısından kentin daha “kötü” ancak eldeki para ile “daha ulaşılabilir” bölgelerini “seçer”.

Arşiv | Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Alp ERGÖR

Kent ve emek arasındaki ilişki Sanayi Devriminden çok önceleri başlasa da on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında, makinelerin üretimde kullanılmaya başlamasıyla birlikte bu ilişki daha karmaşık ve çatışmalı bir biçime evrildi. Topraktan koparak kente göçe başlayan emekçi sınıf, öncelikle üretimin olduğu alanların çevresinde konuşlandı. Özellikle Birleşik Krallıkta, Liverpool, Manchester gibi kentlerde, fabrikaların çevresinde yeni, emekçi mahalleleri oluştu. Bu yerleşim biçimi, büyük sermaye birikiminden yalnızca yaşayabilecek kadar pay alan emek için bir zorunluluktu. Fabrikalar ve işliklerden (atölyeler) uzak değil, olabildiğince yakın yerleşim alanları ucuz ulaşım için bir zorunluluktu.

Burada yaklaşık iki yüz yıllık bir sıçramayla, 1969 yılına gelelim. Hindistan’ın Madhya Pradesh Eyaleti’nin, Bophal Kenti. ABD merkezli, çok uluslu bir kimya devi, Union Carbide büyük bir üretim tesisi kurmaya başladı. Tesise son eklemeler 1979 yılında yapıldı. Union Carbide’ın Bophal’deki fabrikasının çevresinde halkalar biçiminde bir gecekondu yerleşimi oluştu. Bu durum, kentsel alanda yoksulluğun yüzde 50’lerde olduğu Hindistan’da, tıpkı Sanayi Devriminin başlarındaki Birleşik Krallık kentlerinde olduğu gibi ulaşım sorununun üstesinden gelmek için doğal bir toplumsal refleksti.

Tarımda kullanılmak üzere böcek öldürücüler üreten fabrikadaki bir üretim hatası nedeniyle, 1984 yılında gerçekleşen patlama ile çevreye son derece zehirli olan metilen isosiyanat gazı yayıldı. Tesisin hemen çevresinde yerleşenlerden iki bin kişi (2000) hemen öldü. Ölü sayısı 20 bini buldu. Bophal Faciası olarak bilinen olay sonunda kentte yaşayanlar, çevredeki flora, fauna, toprak, her şey metilen isosiyanattan etkilendi. Yıllarca sürecek bir çevre ve toplum sağlığı sorunu ortaya çıktı. Oysa Union Carbide şirketinin ABD’deki fabrikalarının hiç biri kentlilerin yaşama alanları içinde kurulmamıştı. Bophal Faciası emeğin kent içindeki yaşama savaşında katlanmak sorunda kaldığı koşulların sonucudur.

Zaman içinde kent örgütlenmelerinde emek ve sermaye açısından belirgin farklılıklar ortaya çıkmıştır. Emek marjinalleştikçe, yoksullaştıkça, kentin daha da dışına itilmiş, kentle etkileşimi neredeyse yalnız toplu taşım araçlarıyla sınırlanmıştır.

Burada kent ve emek ilişkisine sağlığı odağa alarak bakalım. Sağlıkta, nedenlerin ardındaki nedenler olarak adlandırılan “sağlığın sosyal belirleyicileri” kentsel yaşamda çok belirgin biçimde karşımıza çıkar. Eğitim, sağlık hizmetine erişim, ulaşım, barınma-konut, çalışma yaşamı, beslenme, çevre gibi başlıklar altında incelenen sağlığın sosyal belirleyicileri açısından sosyoekonomik düzey bağlamında büyük farklılıklar vardır. Bir başka değişle, sağlığın sosyal belirleyicileri açısında emekçi sınıf aleyhine bir durum vardır.

Üretimden payını, gücü oranında alabilen emek, barınma, eğitim ve sağlık kurumlarına erişim, yaşanan çevre açısından kentin daha “kötü” ancak eldeki para ile “daha ulaşılabilir” bölgelerini “seçer”. Bu gerçek bir seçim midir? Elbette hayır. Emeğin seçmek zorunda kaldığı bu yaşam alanları kenti belirleyen kültürel özellikler ve olanaklar açısından yoksundur. Üstelik söz gelimi Harmandalı örneğinde olduğu gibi atık depolama alanlarına ya da Aliağa’da olduğu gibi sanayi bölgelerine yakınlık nedeniyle çevre kirliliğinden de etkilenecektir.

Emek kentte oturarak, kendine, kentlinin sosyal, kültürel olanaklarından yararlanabilecek, spor olanaklarına erişebilecek bir çevre yaratamadıkça içine kapanacak ve yaşamı varoşlardaki sosyokültürel yapının içinde sınırlanacaktır.

Emeğin kentteki durumu, Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” başlıklı eserinde yaptığı saptamalardaki kadar kötü müdür? Sınırlar ve sınırlamalar ülkeler düzeyinde farklılıklar gösterse de, evet. Sağlığın sosyal belirleyicileri açısından kentteki yaşam emeğe sağlık hizmetine, eğitim olanaklarına erişim, barınma, beslenme, spor, çevre açısından göçün sürdüğü kırsal yaşama göre daha iyi olanaklar sunmuyor. Toplumlarda, bu olanaklara erişim bağlamında sosyoekonomik göstergeler açısından büyük farklar var. Dolayısıyla geniş tanımıyla sağlık sınıfsal farklılıklar gösteriyor ve kent bu farkın emek lehine dengelenmesi için avantaj sunmuyor.

Pandemi sürecinde en az korumanın sağlandığı emek, ev-iş eksenine sıkıştı. Çalışma ortamına ulaşmak için, toplu taşıma yetersiz kaldığından “insanlar üst üste yolculuk yaptıkları otobüs ya da minibüslerle” işe gitti ve işten döndü. Kimi evler diğerleri kadar büyük değil, bu nedenle hastalanan ancak kliniği ağır olmayan kentli emekçilerin bir bölümü, iki odadan oluşan evlerinde izole olmaya çalıştılar. Olamadılar.

Emek ve kent arasındaki ilişki bir savaş olmamalıdır. Bu, sistem içinde, ancak emeğin gücünün artması ve artı değerden aldığı payın yükselmesiyle sağlanabilir. Emeğin sağlığı için kentleri yönetenlerin, sağlığın sosyal belirleyicilerini göz önünde tutmaları ve kentin sunduğu sosyokültürel olanaklara erişimin toplumun tüm kesimleri için eşit olmasını sağlamaları gerekir.

Yazıyı Vedat Türkali’nin İstanbul şiirinin son dizeleriyle bitirelim:

Bekle bizi
Büyük ve sakin
Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatanKirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın 

ÖNCEKİ HABER

Hastane müdürü, otoparkta silahlı saldırıda bacağından yaralandı

SONRAKİ HABER

2022’nin 11 ayında en az 1658 işçi can verdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa