İzmir’in görünmeyen yüzü: Artan sömürü ve iş cinayetleri
2022 yılının ilk 10 ayında en az bin 521 işçi hayatını kaybederken İzmir’de de en az 66 işçi çalışırken iş cinayetlerine kurban gitti.
Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
Mustafa GÜVEN
İzmir İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Son yıllarda demokrasinin, hoş görünün, rahatlığın beşiği olarak tariflenen “güzel İzmir”imizde işçi sınıfı ve emekçiler için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Özellikle pandemi sürecini fırsata dönüştüren patronlar işçi sınıfı için, emek yoğun sömürünün arttığı, esnek, kuralsız ve kayıt dışı çalışmanın yaygınlaştığı, fazla mesai bahanesiyle 8 saat iş günü hakkının fiilen ortadan kaldırıldığı bir çalışma yaşamını ve örgütsüz, sendikasız, sesi duyulmayan milyonlar için umutsuzluğun hâkim olduğu bir başka İzmir’i inşaa etmeye devam ediyorlar.
2022 yılının ilk 10 ayında en az bin 521 işçi hayatını kaybederken İzmir’de de en az 66 işçi çalışırken iş cinayetlerine kurban gitti.
Fabrikalarda, merdiven altı atölyelerde, çocuk işçiliğin hâkim olduğu deri sektörü, iş cinayetlerinin durdurak bilmediği Aliağa tersaneleri, nerede nasıl çalıştığı bilinmeyen öldüğünden haber dahi olunamayan göçmen tarım işçileri, sipariş yetiştirmek için trafik kazalarına kurban giden moto kuryeler, işçilerin kanı üzerine yükselen gökdelenler ve dört yanı AVM’lerle sarılan gecekondu mahalleri de İzmir’in başka bir yüzünü oluşturuyor.
14 Ekim’de Bartın Amasra’da bulunan Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra TİM’de meydana gelen grizu patlamasında 41 madenci hayatını kaybetti. Karadon, Elbistan, Kozlu, Soma, Ermenek, Şırnak maden katliamlarına bir yenisi daha eklendi.
Soma’da, Amasra’da yaşanan patlamalar örgütsüz, sendikasız, kayıt dışı işçi sağlığı önlemleri alınmadan çalıştırılan işçi sınıfı için hemen her gün yaşanıyor.
Ezilme, patlama, yüksekten düşme, zehirlenme, asbest... 2013-2022 yılları arasında Aliağa’da en az 97 işçi hayatını kaybetti. Aliağa’da kayıt dışı çalıştırılan tersane, gemi söküm işçilerinde iş cinayetlerinin haberlere yansıyan rakamların çok daha ötesinde olduğunu biliyoruz.
ÖLEN İŞÇİLERİN AİLELERİNİN KOLLEKTİF YALNIZLIĞI!
HABAŞ’ta olduğu gibi ölen işçilerin aileleri “avukatla, mahkeme masrafı ile uğraşmadan”, “uzlaştırma” adı altında kan parasıyla susturulmaya, dava açmaları önlenmeye çalışılır ve çoğu zaman patronlar bunu başarır. İşçi ölür, ailesine para verilir tezgâh devam eder ve tüm hukuk sistemi buna hizmet eder.
HABAŞ’ta yaşanan iş kazasında 5 liralık telsiz verilmediği için ayağını kaybeden Türk Metal üyesi Uğur Yeke dava açtığında tüm hesaplarının bloke edilmesi, sendika dâhil tüm kamunun patronla birlikte dava açmasını önleme çabası “al tazminatını git, kötü örnek olma” anlamındadır. Ya diğer işçiler de dava açarsa korkusundandır.
Yine de tüm engellemelere rağmen aileler dava açmaya çalışıyorlar. HABAŞ’ta yükleme boşaltma yaparken denize düşerek hayatını kaybeden Raif Çatan’ın ailesinin tüm engellere rağmen açması gibi…
Aliağa’da meydana gelen her on işçi ölümünün üçü (özellikle gemi söküm ve metalde) ulusal basına yansımamakta, SGK’ya bildirim yapılsa da toplumdan gizlenmeye çalışılmaktadır. Ancak yereldeki sınıf hareketi sayesinde gizlenmeye çalışılan ölümler basına yansımaktadır. İş cinayetlerinin yüzde 28’i gemi sökümde ve yüzde 27’si de metaldedir. Yani işçi ölümlerinin yarıdan fazlası bu iki sektörde meydana gelmektedir. Aliağa gemi söküm sektöründeki ölümlerin oranının Türkiye’de resmi olarak açıklanan işçi ölüm oranının 30 katına denk geldiğini belirtirsek Aliağa’nın işçiler için nasıl bir cehennem olduğu belki anlaşılabilir.
ÇALIŞIRKEN ÖLMEMEK MESLEK HASTALIĞI İLE SÜRÜNMEMEK İÇİN
Ama yalnızca iş cinayetlerine kurban giden işçilerle sınırlı değil vahim tablo. Özellikle gemi, tersane ve Petro-kima gibi ağır sanayi işkolunun yoğun olduğu bu havzada işçilerin çalışırken kronik ve ölümcül sağlık problemleri sonucu meslek hastalıklarına yakalandıklarını biliyoruz.
İçinde yüzlerce ton asbest, toksik madde ve zehirli gaz barındıran, Brezilya donanmasına ait Sao Paulo uçak gemisinin söküm işleminin Aliağa’da yapılması için gerekli onayın siyasi iktidar tarafından verilmesine rağmen Aliağa ve İzmir’den verilen ortak mücadele, kent sağlığı, çevre sağlığı ve işçi sağlığı için de İzmir’in nasıl bir kent olması gerektiğini hatırlattı.
Eğer sağlıklı yaşanılabilir bir kent istiyorsak, işçileri ya çalışırken öldüren ya da meslek hastalığı ile süründüren çalışma koşullarına karşı insanca çalışma koşulları ve yaşam için mücadele etmeliyiz. Çünkü işçilerin emekçilerin çalışırken ölmediği, sağlık emekçisinin çalışırken şiddete uğramadığı, emekçinin sağlığının patron veya idarecilerin iki dudağı arasında olmadığı bir çalışma yaşamı, daha yaşanılabilir bir kent ancak birlikte örgütlü, bilinçli mücadele ile olabilir, yoksa ölen işçi ailelerinin kollektif yalnızlığı tüm kenti sarmaya devam edecek.