Hak arama mücadelesi yönünden mülteci örgütlenmeleri
12 yıla rağmen hukuken “geçici koruma” statüsünde bulunmaları mültecilerin sorunlarına ilişkin kalıcı çözümler üretilmesinin önüne geçti.
![Hak arama mücadelesi yönünden mülteci örgütlenmeleri](https://www.evrensel.net/upload/dosya/213351.jpg)
Fotoğraf: Evrensel
Emirhan DURMAZ
İnsanlık, varoluşundan bu yana yaşamını idame ettirebilmek adına kaynak ve güvenlik arayışı sebebiyle coğrafi yerleşimini her dönem mobil kılmıştır. Bu sebeple demekte beis yoktur ki, insanlık tarihi göçler tarihidir. Bugüne bakan yönden ise durum, kitlesel göç pratiği açısından türümüzün varoluşundan bu yana tarih arenasında sergilediğinden pek de farklı seyretmemektedir.
Öyle ki, küresel ölçekte tekelci kapitalist rekabetin kızışması ve emperyalist devletlerin bağımlı ülkelere yönelik artan müdaheleleri, kapitalizmin milenyum vaatlerini gün be gün boşa çıkartmakta olup savaşlar, ekolojik yıkım, felaketler ve ekonomik krizler temelinde yaşam koşulları tüm dünyada emekçi sınıflar adına daha da sert hale gelmektedir. Hal böyle iken; Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre yılda 2,2 milyon insan göç etmekte ve hali hazırda 281 milyon insan göçmen konumunda yer almaktadır. Bu bağlamda Türkiye 3,8 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken, İzmir’de ise 150 bin civarında mültecinin var olduğu bilinmektedir.
EKONOMİDEKİ DURUM MÜLTECİLERİ DERİNDEN ETKİLİYOR
2018’den bu yana TL’de yaşanan değer kaybı, yükselen enflasyon ve artan yoksulluk ile krizin etkileri gün geçtikçe daha da derinden hissedilirken, mültecilerin yaşam koşulları da her geçen gün daha yakıcı bir hal alıyor. Suriye’den Türkiye’ye ilk kitlesel göçün başladığı 2011 yılından bu yana yaklaşık 12 yıl geçmesine rağmen halen mülteci statüsüne sahip olamamaya bağlı olarak aktarılan yardımlardan ve kamusal sağlık, eğitim gibi hizmetlerden yararlanamayan mülteciler; kayıt dışı, sigortasız ve güvencesiz çalışmaya mahkûm durumda. Diğer taraftan ekonomik krizin artan etkileri ile birlikte 2023 genel seçiminin yaklaşması ve burjuva siyasi yelpazenin tümünde mültecilerin seçim malzemesi haline getirilmesi kendilerine yönelik nefret söyleminin ve baskının artması ile sonuçlanırken, 12 yıla rağmen hukuken “geçici koruma” statüsünde bulunmaları sorunlara ilişkin kalıcı çözümler üretilmesinin önüne geçti.
İzmir penceresinden aktaracak olursak, hali hazırda mülteci nüfusun sorun, talep ve haklarına ilişkin yerel yönetimlerden gelen tutum ülke genelinden farklı seyretmemekte. Bu bağlamda mülteci odaklı ve hak perspektifinden örgütlenmeler ise dernekler ve STK’lar düzeyiyle sınırlı kalmaktadır.
ÖLÜMÜ GÖZE ALARAK AVRUPA’YA GEÇME TALEBİ ARTTI
Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Salih Ali: Kriz döneminde medyanın da kışkırtmalarıyla baskı arttı. Özellikle sosyal yardım konusundaki yalan haberler sebebiyle herkes mültecilerin üstüne geldi. Politikacılar, seçime yönelik en çok geri gönderme vaadinde bulundu. Haliyle nefret söylemi ve saldırılar yükseldi. Bu sene ölümü göze almak pahasına Avrupa’ya gitme talebi mülteciler arasında hayli arttı.
Hatta Nur Konvoyu ismiyle 100 bin kişi sınıra dayandı ve Avrupa’ya bizi alın mesajı verdi. Koşullar karşısında ses çıkaranlar ertesi gün ya ekmeğinden olmakla ya da sınır dışı edilmekle tehdit edildi. Grev çağrısı yapan Suriyeli işçilerin ceza aldığını biliyoruz. Bununla bir araya gelmenin önü kapatılıyor, mücadele olanakları daraltılıyor. Biz ise dernek olarak, bilhassa kadın ve çocuklara yönelik projeler üretiyoruz, yardımlar topluyoruz ve dayanışmayı büyütüyoruz.
YARGI MERCİLERİNE ERİŞİMDE DİL BARİYERİ: İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDE HAK GASPI VAR
İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu Üyesi Avukat Ayşegül Karpuz: Geçici koruma statüsü oldukça kırılgan ve bu sebeple göçmen nüfus büyük ölçüde haklardan mahrum kalıyor. Atılan herhangi bir iftirada dahi mültecilerin aklanma hakkı pratikte yok. Hukuk gereği avukata ücretsiz erişim imkânları var, ancak yargı mercilerine erişim konusunda hem Baro’nun hem de adliyenin tercüme birimi olmaması sebebiyle dil bariyerine takılıyorlar. Bu süreçte ise oldukça çabuk sınır dışı kararı verilebiliyor ve İzmir İdari Mahkemeleri’nde hak temelli bir içtihat göremiyoruz. Sınır dışı kararının iptali için en geç 7 gün içinde dava açılması gerekiyor.
Ancak burada ise dediğim gibi dil bariyeri nedeniyle gerekli merciye erişimleri kısıtlanıyor. Sınır dışı edilme yahut geri gönderme merkezine kapatılma korkusu hasebiyle mülteciler sorunlara yönelik seslerini çıkartamıyor. Şiddet mağduru kadınlar karakolda ikna edilip eve geri yollanıyor, örtbas ediliyor ve kadın baskı sebebiyle direnemiyor. Öte yandan, iş kazalarına kurban giden göçmen işçiler yine kayıt dışı çalıştığının ortaya çıkacak olmasından ve sınır dışı edileceğinden çekinerek şikâyetçi olamıyor. Halbuki yasadışı işçi çalıştırmanın işveren açısından daha büyük sıkıntı yaratması gerekiyor. Yahut başka bir örnek, İran’da yaşanan gelişmelere yönelik basın açıklamasına katılan İranlı mülteciler ertesi gün sınır dışı edildiler. Bununla birlikte, ifade özgürlükleri gasp ediliyor ve bir araya gelme, mücadele etme üzerinde ciddi baskı oluşturuluyor.
SOSYAL BASKI GAYRİ MEŞRU ALANA SEVK EDİYOR
Eğitime kayıt oranı yüksek ancak akran zorbalığı sebebiyle devam oranı hayli düşük. Toplumsal alandaki baskı mültecileri sosyal haklarından mahrum bırakıyor. Denize girme, kafede oturma, kuaföre gitme gibi yaşamsal pratikler üzerinde ciddi bir baskı söz konusu ve bu sebeple mahalleye kapanma durumu var. Çocukların böyle yetişiyor olması hiç doğru değil. Bu durum özellikle gençleri gayrimeşru alana ve madde bağımlılığına sevk ediyor.
NASIL Kİ SERMAYENİN SINIRLARI YOKSA İŞÇİ SINIFININ DA YOK
Deri Tekstil ve Kundura İşçileri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Yalçın Yanık: Maalesef işçi sınıfımız hak temelli örgütlenme konusunda hayli eksik. Bizim örgütsüzlüğümüz sebebiyle mülteci işçileri de yanımıza, mücadeleye katamıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Ayakkabıcılar Sitesi’nde gerçekleştirilen 600 kişilik yürüyüşümüzün 500’ü mülteci işçilerdi. Atölyelere kapatılmalarına rağmen, sınır dışı tehditlerine rağmen haklarımız için bizimle bir araya geldiler. Esasen böyle bir eğilim var, mücadeleye ortak etmemiz gerekiyor. 2022 yılında yerli işçilere pompalanan şovenist tutumları kırma konusunda yol kat ettik. İşçi kardeşlerimiz aynı koşullarda olduğumuzu görüyor. Konuya ilişkin medyanın yoğun kışkırtması var, ancak artık gerçek daha belirgin. Farklı dillerde afişlerin, periyodik kampanyaların ve toplantıların düzenlenmesi gerekiyor. İşçi sınıfı kendi sınıf kardeşlerini görmeli. Sermayenin sınırları yoksa işçi sınıfının da yok.
GİTSİNLER SÖYLEMİ NEFRET YAKLAŞIMINI BESLİYOR
Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi: Mültecilik temel bir hak. Ülkemiz Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmeyen istisnai ülkeler arasında. Oysaki uluslararası sözleşmede belirtildiği gibi onlar içinde bulunduğu durumları nedeniyle mültecidir, Türkiye'nin bu konudaki coğrafi çekincesini kaldırarak mültecilik statülerini tanıması gerekiyor.
Öte yandan “Gitsinler” söylemleri nefret yaklaşımını besliyor. Tehlikeli sonuçlar doğuracak bu tür söylemlerden kaçınılmalı, on yıldır ülkemizde bulunan mültecileri geçici, misafir görmekten vazgeçilmeli, karşılıklı entegrasyona yönelik politikalar üretilmeli. Biz de bu yaklaşım içinde özellikle çocuk ve kadın alanı başta olmak üzere mülteci, vatandaş ayrımı gözetmeden birlikte çalışmalar yapıyoruz.
SANILANIN AKSİNE İŞSİZLİĞE NEDEN OLMUYORLAR
Türkiye, 3 milyon 560 bin kişi ile (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 1Aralık 2022) sayı olarak ülkesinde en fazla Suriyeli Mülteci bulunduran ülkedir. Ama nüfusa orana bakarsak Suriye'nin güneyindeki ülkelerden Ürdün Türkiye'nin iki katı, Lübnan 5 katı fazla Suriyeli Mülteci bulundurmaktadır. Türkiye için mülteciler pek ala yönetilebilir durumdadır. Sanılanın aksine mülteciler işsizliğe neden olmuyor. 4+4+4 eğitim sisteminden sonra çıraklık eğitimi ortaokuldan sonra yapılmaya başlandı. Türkiyeli gençlerin tercihinin hizmet sektörü olmasından dolayı birçok sektörde yeni eleman yetiştirilmesinde sıkıntı doğdu.
Tarımın yanı sıra tekstil, mobilya, ayakkabı sektörü başta olmak üzere birçok sektörde bu açık mülteci emekçiler tarafından karşılanıyor. Ama onlar kaçak çalışmak durumunda bırakılıyor. Bunun bir nedeni ucuz emek iken, önemli nedenlerden bir diğeri de yasal düzenlemeler. Örneğin işyerlerinde çalışan her 10 vatandaşa karşılık sadece bir Suriyeli işçi çalışabilmekte, Suriyeli işçiler için her yıl harç yatırılmak zorunda. Ayrıca Suriye'de iç savaşın başladığı yıldan bu yana TÜİK verilerine göre işsizlikte pandemi dönemi dışında reel artış yok. Mültecileri yok sayarak emek ve demokrasi mücadelesi olmaz, ülkemizdeki mültecilerin onurlu yaşam hakkını savunmak hepimizin onur sorunudur.
Evrensel'i Takip Et