Hatice Demir: LGBTİ+'lardan vazgeçmek, laiklikten ve eşitlikten vazgeçmek demek
Türkiye hukukunda LGBTİ+’lar olarak zaten yokuz. Anayasa’nın eşit yurttaşlığı tanıyan 10. Maddesinde “vb. gibi” ifadelerin arasına sıkıştırılıyoruz. Anayasa teklifiyle artık “vb.” bile olmayacağız.
Fotoğraf, Hatice Demir'in kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası, tarikat/cemaatler karanlığı, 2023 bütçesi ve asgari ücret gibi gündemleri en azından bir süre geri plana atmış gibi görünüyor. Onlardan biri de, AKP ve ortaklarının 9 Aralık’ta Meclise getirdiği iki maddelik anayasa değişikliği teklifi. Kamuda başörtüsünün kullanımı önündeki engellerin kaldırılması ve ailenin ‘sapkın akımlar’dan korunması gerekçeleriyle hazırlanan değişiklik teklifi, aynı zamanda Türkiye’nin kritik seçiminde seçmenin önüne üçüncü bir referandum sandığı konulma planları açısından da kritik.
Teklifin ikinci maddesi “ilhamını”, uzunca zamandır nefret söyleminin sürdürüldüğü, uğruna batıdan doğuya “büyük aile mitingleri”nin düzenlendiği, taşlanarak veya yakılarak öldürülmesi telkin edilen konuşmaların yapıldığı LGBTİ+’lardan alıyor.
Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta anayasa değişikliğinin ikinci maddesine* odaklanarak, hem teklifin, hem de şeytanlaştırıcı, dışlayıcı dilin yarattığı ve yaratacağı etkileri konunun asıl muhataplarına sorduk.
LGBTİ+’lar neden hedef alınıyor? Hedef gösterilmek, değersizleştirilmek gündelik hayatlara nasıl yansıyor? Teklifin yasalaşması başka nelere kapı açar? Bunun için nasıl çalışmalar yapılıyor?
SPoD (Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği) Genel Koordinatörü Av. Hatice Demir’le konuştuk.
2011’de kurulan SPoD, Türkiye’deki lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks ve artıların (LGBTİ+) cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimleri nedeniyle kendilerini baskı altında hissetmeyecekleri bir yaşam için gerekli sosyal politikaların üretilmesine katkı sunuyor ve LGBTİ+’lara hukuki, sosyal ve psikolojik danışmanlık hizmeti veriyor.
Anayasa değişikliği gündemiyle birlikte daha da yoğunlaşan LGBTİ+’lara yönelik kriminalleştirme ve nefret söyleminin arka planında ne var? Bunu AKP’nin muhafazakarlığı, dinciliği ile açıklamak yeterli mi? Ya da oy konsolidasyonuyla?
Elbette tek başına bu yeterli değil. Çünkü sadece AKP iktidarı tarafından değil, sağ popülist siyasetçiler tarafından da dünyanın her yerinde LGBTİ+’lar hedef gösteriliyor ve bütün kazanımlarımız yok edilmeye çalışılıyor. Temel mesele üreme odaklı olmayan cinselliğin kriminalize edilmesi. Çünkü -Türkiye’ye dönersek- AKP’nin istediği üç çocuk sahibi olan, mümkünse mütedeyyin, pazarda domatesin fiyatı ne kadar artarsa artsın buna ses çıkarmayan vs. bir aile. Bu aile prototipiyle çok daha kolay yönetebileceğini düşünüyor. Aile meselesi bu yüzden sürekli pompalanıyor. Ve sadece bizi değil, üreme odaklı olmayan bütün cinsellikleri de kriminalize ediyor. Feminist harekete de düşman örneğin. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun kapatma gerekçelerinden biri “Aileyi bölmeye çalışıyorsunuz” olmuştu. Dolayısıyla “çok kullanışlı” bir düşmanız. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım diğer insan hakları hareketleri kadar meşru görünmüyoruz. İktidar, bir sürü toplumsal kesimi ve toplumsal hareketi bize saldırma konusunda konsolide edebiliyor. Bu yüzden bize bir şey olduğunda çok daha az ses çıkıyor. Söz konusu LGBTİ hareket olduğunda “Aman kimse bize ibne demesin, aman biz bilmem ne olmayalım” diye biraz daha geri çekiliniyor ve diller lal oluyor maalesef.
Bu kadar açık ve yoğun hedef gösterilmemizin nedenleri arasında şu da var, Türkiye’de LGBTİ hareket 30 yılını devirdi ama 2015 Gezi öncesi bu kadar görünmüyordu. Gezi’de başka toplumsal hareketlerle temasa geçtik ve sözümüzü çok daha fazla anlatabildik.
Gezi nasıl bir kırılma yarattı?
Şöyle bir şey oldu, bizde “Dolaptan çıkmak” diye bir kavram var, açılmak anlamında. Evet biz dolaplarımızdan çıkmıştık 30 yıldır ama Gezi’de evlerimizden de çıktık. Bugün bizi tekrar evimize, yatak odalarımıza döndürmek istiyorlar. Bu meseleyi temel bir insan hakları meselesinden çıkarıp, bize şunu söylüyorlar, mesela Mahir Ünal iki sene önce “Bizim insanların yatak odalarıyla, LGBTİ’lerin kendisiyle ilgili bir derdimiz yok, kendilerine LGBTİ hak savunucuları diyen birtakım insanlarla derdimiz var” demişti. Evet biliyoruz, benimle derdin var, yatak odamla derdin olamaz zaten. Tabii ki kişisel olan politiktir, bundan bahsetmiyorum ama orayı da geçip, hastaneye gittiğimde sağlık hizmetine erişemiyorsam, adalete erişemiyorsam, bana karşı işlenen suçlar cezasızlıkla ödüllendiriliyorsa, kamu hizmetlerinin hiçbirine erişimim yoksa, hayatta kalamıyorsam benim meselem yatak odası değil zaten, Gezi’de bunu anlattık.
AKP’nin ilk yıllarındaki AB’ye katılım sürecinde LGBTİ hareketinin örgütleri artmış, diğer toplumsal kesimlerle temaslar başlamış ve belirttiğiniz üzere Gezi döneminde de kitlesel bir onur yürüyüşü yapılabilmişti. Ne oldu da bunlar terse dönmeye başladı?
“AKP ilk dönemlerinde buna alan açıyordu” gibi bir iddia var ama buna asla katılmıyorum. Bir hak mücadelesinin bir iktidarın izin vermesiyle ilerleyebileceğine de inanmıyorum. LGBTİ hareket hep sokaktaydı ve örgütleniyordu ve biz öyle birtakım kazanımlar elde ettik. Derneklerimiz kuruldukları gibi kapatma davalarıyla karşı karşıya kalıyordu, ahlaksızlık gerekçesiyle. Şunu da biliyoruz yarın Türkiye AB’ye girdi diyelim, LGBTİ hareket mücadeleyi bıraktığı an geriye düşecek. Bu bütün hareketler için geçerli. Bence kırılma şurada oldu, bizim meselemizin yatak odasıyla sınırlı kalmadığı ortaya çıktı. Biz devletten açıkça şunu talep ediyoruz, “Biz buradayız, eşit yurttaşlarız, bizim Anayasa’dan kaynaklı haklarımız var ve bize bunları sağlamak zorundasınız!” Bizi makbul görmeyebilirsin, sevmeyebilirsin, senin yaratmak istediğin o kapitalist patriyarkal aile sistemi içine dahil olmayabiliriz bunların hepsine eyvallah, ama bunların hiçbiri senin görevlerini yerine getirmemen için meşru değil. Orada işler biraz koptu sanıyorum.
Ama dediğim gibi, bu kadar kriminalleştirilmemizin AKP’nin yaratmak istediği Türkiye ile de çok ilgisi var. Ve laiklik meselesiyle çok ilgisi var. LGBTİ hareketin savunduğu temel değerler arasında yer alan, antimilitarizm, görece bir antikapitalizm, toplumsal barış, Kürt hareketi, mülteci meselesi gibi öteki olarak kodlanan bütün toplumsal kesimlerle ilişkisi LGBTİ hareketi doğrudan hedef haline getiriyor. Bununla birlikte, diğer toplumsal hareketlerin ve siyasi muhalefetin buna dair ağzını açmaktan sürekli imtina etmesi de LGBTİ+’ların çok kullanışlı bir düşman olmasını kolaylaştırıyor.
Muhalefetin tutumuna gelmeden, AKP ve ortaklarının hazırladığı anayasa teklifindeki aile düzenlemesinin başörtüsüyle birlikte ele alınmasının nedeni ne sizce?
Çünkü ikisi birbirine uzak meseleler değil. AKP’nin yaratmak istediği ailede nasıl kadınlar görmek istediğiyle yakından ilgili. Birbirinin çok ardılı şeyler. Daha önce kadın ve kız çocukları üzerinden tartışılan başörtüsü şimdi aile üzerinden konu ediliyor. Ve o aileyi bizden korumak gerekiyor. AKP şunu istiyor, bu kadınlar mümkünse evden çıkmasınlar ve çocuklara, kocalarına baksınlar. Ama verdiğimiz asgari ücret yetmediğinde çıkıp fabrikalarda çalışmak zorunda kalıyorlarsa da, daha az paraya tamah etsinler.
Bu da meselenin sınıfsal yanını ortaya koyuyor?
Şüphesiz. Her meselenin olduğu gibi bunun da çok ciddi bir sınıfsal ayağı var. Laiklik meselesinin, kadın meselesinin, toplumsal cinsiyet meselesinin, eşit yurttaşlık meselesinin tabii ki sermayeyle çok doğrudan bir ilgisi var.
Anayasa teklifine gelirsek, aynı zamanda bir avukat olarak teklifin ruhu için ne söylersiniz? “Aile ve evlilik kurumunun her türlü tehlike, tehdit ve saldırılarla, sapkın akımların dayatmalarına karşı korunması” gerekçesindeki mesaj ne?
SPoD olarak bu konuda yaptığımız açıklamada da söyledik, kanunlar yazılan cümlelerden ibaret değildir, o kanunu ortaya çıkaran koşullar, o kanunun gerekçesi, o kanunun toplumsal hayatta neye karşılık geldiği o kanunun ruhunu oluşturur ve biz o kanun maddesine her atıf yaptığımızda o ruhun savunusunu yaparız.
O ruhu şuradan anlatmak isterim; devlet kendisini halka kamu görevlileri eliyle gösterir. Ama LGBTİ+’lar devlet denince sürekli bir duvarla karşılaşıyorlar. Kamu görevlilerinin işlerini yapması ve insanlara kötü davranmaması devletin pozitif hükümlülükleri. Siviller arasındaki husumeti gidermek de devletin diğer bir yükümlülüğüdür. İş yerinde patronum beni işten attığında, mobbinge maruz kaldığımda, ev sahibi herkese üç liraya ev verirken bana beş liraya ev verdiğinde, devletin buna müdahale etmesi ve bir dakika onlar bizim eşit yurttaşlarımız demesi gerekir. LGBTİ+’lar devletle bu anlamda hiç karşılaşmıyorlar. Türkiye’de mevcut durum bu. Ben bu durumda bir yasa yapıyorum ve diyorum ki “Sayın ailelerim, sizi daha da koruyacağım, merak etmeyin!” Şunu da belirtelim, Türkiye’de aynı cinsiyet evlilikleri zaten yok. Ama söz konusuymuş gibi davranıyor ve toplumsal konsolidasyonu böyle sağlıyorlar. Zaten olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek LGBTİ+’ların görünür olmasını dahi aileye bir saldırı olarak sunuyorlar ki, bunlar hiç talep edilemez hale gelsin.
Teklifin kabul edilmesi başka nelere kapı açar?
Türkiye hukukunda LGBTİ+’lar olarak biz zaten yokuz. Anayasa’nın eşit yurttaşlığı tanıyan 10. maddesinde “vb. gibi” ifadelerin arasına sıkıştırılmaya çalışılıyoruz. Bu anayasa teklifiyle birlikte artık “vb.” bile olmayacağız. Biz “vb.”yi değiştirmek için yıllardır mücadele ederken, onun bile gerisine düşeceğiz çünkü artık anayasada sapkın olarak nitelendirilen bir grup olarak yer alacağız. Başka ne olacak, cezasızlık iyice tavan yapacak. Bahsettiğimiz kanunun ruhu burada devreye girecek. LGBTİ+’ları açıkça sapkın olarak nitelendiren bir anayasa maddemiz olacak çünkü. “Bunların kökü dışarıda, küresel güçler bunları yönlendiriyor” vs. vs... Bu tür propaganda 7/24 dört koldan sürdürülüyor. Ben 32 yaşında Diyarbakırlı bir kadınım. Benim mi köküm dışarıda? Bu ülkede büyüdüm, bu ülkeye vergi veriyorum, 20 yaşından beri çalışıyorum, benim mi köküm dışarıda? Ama aileyi “sapkınlardan” korumak için bu propagandaya ihtiyaçları var.
HAK İHALLELERİ TAKİP EDEMEDİĞİMİZ SEVİYEDE ARTTI
Bu değersizleştiren kuvvetli propagandanın toplumda bulduğu karşılık için nasıl gözlemleriniz var?
Bunu son dönemde yine bizim hedefe konduğumuz, LGBTİ+’lara karşı yapılan “büyük aile mitingleri” üzerinden yanıt vereyim. Bu mitingleri örgütleme ve de insanları mitinge taşıma konusunda kamu kaynaklarının sınırsızca kullanmasına rağmen oraya gelen insan sayısı, son onur yürüyüşünde gözaltına alınan insan sayısından daha fazla değil. Biliyorsunuz, Netflix gibi platformları da “Özendiriyorlar, yaygınlaştırıyorlar” diye suçluyorlar! Gerçekten içler acısı. Ama bunların itibar gördüğünü, çok karşılık bulduğunu düşünmüyorum. İstedikleri kadar bir balonun içinde yaşıyormuşuz gibi tariflesinler, biz buradayız.
Yine de nefret söylemi, hedef göstermeler gündelik hayatınıza nasıl yansıyor? Hayatınızı bu tehdide göre konumlandırmak zorunda kaldınız mı? Bu bakımdan karşılaştığınız en temel zorluklar neler?
Öncelikle, “tüm Türkiye yoksul, aç ve barınamıyor” bilgisini bir kenara koyarak, tabii ki Türkiye’deki en dezavantajlı gruplardan biri olarak LGBTİ+’lar bunu misliyle yaşıyor. Türkiye’de son birkaç yılda LGBTİ+’lara dönük hak ihlalleri artık takip edemediğimiz ve anlatmaya zul saydığımız seviyede arttı. İçişleri bakanının veya AKP’li diğer siyasetçilerin adımızı anmadığı gün yok. Böyle bir durumda bunun artmaması mümkün değil.
Bize gelen aile içi şiddet başvuruları da öyle arttı ki. Şöyle düşünün pandemi oluyor, insanlar evlerine kapanıyorlar ama bir yandan ekonomik kriz var, işten çıkarılıyorlar, aile evlerine dönüyorlar ama aile evlerinde her gün televizyonda LGBTİ+’ların ne kadar korkunç olduklarını dinliyoruz ve ben o aile evinde oturuyorum. Şiddet kaçınılmaz hale geliyor. Bu durumda o evde durabilir miyim? Şiddet gördüğümde polise, hastaneye de gidemiyorum. Başka bir ev de tutamıyorum. Ve LGBTİ+’lar için bir sığınak dahi yok. Yanı sıra patron da sömürebildiği kadar sömürüyor, sömüremediği yerde de şiddete başvuruyor. Bunlar en sık karşılaştığımız ve hayatımıza değen en somut yansımalar. Bunu sadece bireyler olarak değil, dernekler olarak da yaşıyoruz. Mesela bir yerden çıkmamız gerekiyor, asla yer bulamıyoruz.
"TÜRKİYE BUNA HAZIR DEĞİL"
Özel olarak altılı masanın ama genel olarak muhalefetin teklife yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılan açıklamalara bakılırsa benzer meselelerde de “AKP’ye koz vermeme”, “Dindar muhafazakarların hassasiyetini gözetme” saikiyle hareket eden altılı masa, bu teklife de “evet” diyecek. Verilecek bu onay durumu nereye taşır?
Onay vererek, kendi kitlelerine bizim vazgeçilebilir olduğumuzu söylemiş olurlar. Şunu biliyoruz, biz bu ülkenin turnusolüyüz. Bizden vazgeçtikleri an laiklikten, eşit yurttaşlık talebinden kendileri için de vazgeçmiş olacaklar. Bu hikaye hep böyle olur ya, birilerini geride bırakırsan bir gün sen de geride kalırsın ve senin geride kalmana kimse ses çıkarmaz. Çünkü kimlerin geride kalacağını iktidar belirliyorsa, iktidarın yarın seni de geride bırakmayacağının hiçbir garantisi yok, ki bırakıyor da zaten. Bu açıdan TİP’e de altılı masaya da, Emek ve Özgürlük İttifakına da ulaşmaya çalışıyoruz.
Görüştüğünüz siyasetçiler ne söylüyor? Geçtiğimiz aylarda LGBTİ+ örgütleriyle birlikte oluşturduğunuz anayasal taleplerinizi Meclis içindeki ve dışındaki partilere sunmuş, ardından “Türkiye buna hazır” kampanyası düzenlemiştiniz. Neden bu ismi verdiniz ve temaslarınızda nasıl karşılıklar aldınız?
Doğrusunu isterseniz kimse yüzümüze “taslağa evet diyeceğiz” diyemiyor. Tabii ki DEVA’sından İYİ Partisine hepsini katarak söylüyorum, bu meselenin böyle yürümemesi gerektiğini düşünen siyasetçiler var ve etki alanlarını arttırmaya çalışıyorlar. Yine temasta olduğumuz, sesimizi Meclise taşıyan muhalefet vekilleri var bunun için mutluyuz ama yettiremiyorlar.
Anayasal taleplerimizi ilettiğimiz ziyaretlerimizde işin iki boyutu oldu. Birincisi şunu söylediler bize, “Seçimden sonra halledeceğiz!” İkincisi de, “Türkiye henüz buna hazır değil!” Bunun üzerine “Türkiye buna hazır” kampanyasını başlattık ve orada şunu söyledik temel olarak, “Türkiye biziz ve hayatın içindeyiz. Yan evde oturan lubunya komşun, sıra arkadaşın, kuzenin, kardeşin, iş arkadaşın. Durum buyken, hayatın içinde olmayan, gizli bir yerlerde yaşayan, bütün kötülüklerin kaynağı olan bir takım “ucubeler” olarak resmediliyoruz. Ama zaten böyledir, bir şeyi kriminalize etmek için önce marjinalize edersin, ucubeleştirirsin. Sapkın meselesi de oradan kuruluyor, korkunç, iğrenç vs. Ama maalesef bu konuda muhalefetin de dilini çok değiştiremiyoruz.
SEÇİMLER BİZİM İÇİN DE KRİTİK BİR EŞİK
Anayasa teklifine karşı milletvekilleriyle temasa geçme çabalarınızdan söz ettiniz. Bu konuda yol haritanızda başka ne var? Diğer LGBTİ örgütleriyle ortak çalışmalar söz konusu mu?
LGBTİ+ örgütleri sadece hak savunuculuğu yapmıyor, şiddet, sağlık, hukuk başta olmak üzere birçok konuda hizmet de veriyor devlet hiç vermediği için. O yüzden siyasal katılım meselesini bazı örgütler biraz daha ağırlıklı bölüşmüş durumda. Kimileri bunu yerel yönetimler, kimileri daha merkezi siyaset ya da toplumsal muhalefet ayağına yüklenerek çalışmaları yürütüyor. Kimisi de daha insan hakları örgütleri ve uluslararası mekanizmalara taşıyarak ve raporlamalar yaparak bunu yürütüyor. Biz siyasi muhalefetle görüşmeler yapmaya devam edeceğiz. Önümüzdeki haftalarda da sadece anayasa değişikliği için değil, genel olarak seçim meselesini de konuşmak için Ankara’ya gitmeyi planlıyoruz.
Biz altılı masayla Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan aynı şeyi beklemiyoruz. Bu arada Emek ve Özgürlük İttifakının açıkladığı deklarasyonda LGBTİ+’lar yoktu. Evet, kürsüde dile getirildi ama yazılı belgede yok. Bu nedenle biraz hayal kırıklığı yaşıyoruz. Çünkü temel insan haklarına aykırı bir şey yapmamak zorundasın, bizim tarafımızda olmak zorundasın. Sanırım bunları biraz daha anlatmamız gerekiyor.
Bu bakımdan çok önemli bir virajı temsil eden 2023 seçimlerine LGBTİ+’lar nasıl yaklaşıyor?
Seçimler tüm Türkiye gibi bizim de bütün ümitlerimizin bağlı olduğu eşiklerden biri. Eğer AKP gitmezse sadece LGBTİ+’lar için değil, tüm toplumsal hareketlerde tekrar mücadeleye devam etme yönünde bir yılgınlık olacağını düşünüyorum. Mevcut yılgınlığın da maalesef daha çok muhalefetin tutumu, bastırmasıyla oluştuğunu düşünüyorum. Şunu da vurgulamakta yarar var, homojen bir LGBTİ+’lar topluluğu diye bir şey tabii ki yok. AKP dahil bir sürü farklı yerde örgütlenen bir sürü LGBTİ+’lar var. Ben SPoD adına söyleyebilirim, bizler LGBTİ+’ların seçim dönemi rehavete kapılmadan hem sandığa gitmesini, LGBTİ+’ların yanında duran partileri desteklemesini, hem de seçim güvenliğine dönük adım atmaktan imtina etmemesini sağlamaya çalışacağız.
BATININ TAVRI DEĞİL, MÜCADELEMİZ ÖNEMLİ
Söyleşinin başında otoriter, sağ popülist rejimlerin LGBTİ+’lara yönelik AKP ile benzer tutumlar aldığını söylediniz. En son Rusya LGBTİ propagandasını yasakladı. Dünya kupasına ev sahipliği yapan Katar’ın gökkuşaklı kol bantlarına bile izin vermemesine liberal Batı önce itiraz eder gibi olsa da, sonra boyun eğdi. Bu gelişmeler ilerisi açısından ne söylüyor?
Mesele yine sağ popülist siyasetin toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına ve bu anlamda da hem kadın hakları, hem de LGBTİ+’lar haklarına karşı durmasına dayanıyor. Sadece iki cinsiyetin olduğu daha itaatkar, dindar nesiller yaratılabileceği meselesine bağlanıyor. Katar’ın yasaklaması zaten sürpriz değildi ama son dönemde yükselen mülteci, enerji gibi krizler söz konusu olduğundan Batı sadece LGBTİ+’lar meselesinde değil, başka bir sürü meselede de aynı şeyi yapıyor. Önce örneğin yasaklamalar çok korkunçmuş gibi tepki veriyor, sonra bunun devamı sadece “kaygılıyız” oluyor. Önemli olan Batı nasıl tavır alırsa alsın bizim burada mücadeleye devam etmemiz gerektiği. Hem taleplerimizin gerçekleşmesi, hem haklarımızın tırpanlanmaması için.
* Meclise sunulan anayasa teklifinin ikinci maddesinde ailenin, Türk toplumunun temeli olduğuna işaret edilerek, toplumun ve Türk devletinin ancak güçlü aileyle, güçlü kılınabileceği belirtiliyor ve şu değerlendirmelerde bulunuluyor: “Anayasa’nın 41’inci maddesinde yapılan düzenlemeyle, evlilik birliğinin erkek ve kadının evlenmesiyle kurulacağı açıkça belirtilerek evlilik birliğine ilişkin bu temel kaide ve esasın kanunla değiştirilmesinin önüne geçilmektedir. Bu suretle her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı ailenin korunması için ilave anayasal güvence sağlanmakta ve ailenin, toplumu ve milleti temelden ifsat edecek anlayışlardan korunması amaçlanmaktadır.”