Vansan, Lezita, Gates/Rapro örnekleri ve sendikaların sönümlendirici etkisi
İşçi inisiyatifinin ve birliğinin hakim olduğu, demokratik ve mücadeleci bir sendikal anlayışı ne kadar örgütleye bilirsek o kadar insanca yaşayacak o kadar insanca çalışacağız.
Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
Nuray ÖZTÜRK
Pandemi ve ekonomik krizin etkisiyle enflasyon artışı ve zamlarla girdiğimiz 2022, ağırlaşan çalışma koşulları ve alım gücünün düşmesiyle birlikte işçilerde fiili mücadele eğilimini ortaya çıkardı. İnsanca yaşanacak ücret ve kötü çalışma koşullarına yönelik ülke genelinde olduğu gibi İzmir’de de ağırlıklı olarak sendikasız işyerlerinde gerçekleşen işçi eylemleri yaz ortalarına kadar devam etti. Bu eğilim sendikalaşmayı da beraberinde getirdi.
Bir sınıf sezgisiyle tek başına başa çıkılamayacak ağır sömürü koşulları ve yoksullaşmaya karşı “birlikte baş edebiliriz” duygusuyla hareket eden işçiler iş bırakma eylemleri, grevler, protestolar örgütlerken diğer yandan hızla sendikalara üye oldu. İleri işçilerin önderliğinde gerçekleşen bu örgütlenme girişimleri birçok fabrikada işten atmalarla karşılık buldu. İşten atmalara karşı fabrika dışında eylem ve direnişler, basın açıklamaları örgütlense de bir müddet sonra direnişler bitirildi.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ağustos ayında yapılan Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis toplantısında dile getirdiği “Birlikte rahmet ve bereket, ayrılıkta azap vardır” sözü boşa söylenmiş bir söz değil. Patronlar sanki bir işçi direnişi veya örgütlenmeyle karşılaşılırsa ilk yapılacaklar listesi varmışcasına birbirlerinden ve kendi tarihlerinden öğrenerek hareket etti bu süreçte.
Genel durumu ortaya koyması açısından Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası’nın örgütlü olduğu Vansan, Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’in örgütlü olduğu Abalıoğlu Lezita, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş ve Lastik-İş’in örgütlü olduğu Gates/Rapro fabrikalarındaki işçi eylemleri ve sendikal örgütlülük süreci örnek verilebilir. Her dört fabrikada da ihracat rekorları kırılıyor, her yıl yeni büyüme rakamları açıklanıyor. Buna rağmen işçi maaşları asgari ücret ve biraz üzerinde seyrediyor. İşçiler geçinebilmek için fazla mesaiye kalmak zorunda, performansa dayalı çalışma koşulları çok ağır ve iş güvenliği önlemeleri yetersiz. Çok fazla baskı ve mobbing uygulanıyor. Buna karşı işçiler işyeri eylemleriyle karşılık verdi.
Patronlar ilk önce Türk-İş, Hak-İş, DİSK hangi konfederasyona bağlı olursa olsun sendikal örgütlenmede rol alan ileri işçileri işten attı. Amir baskısı, görev değişikliği, mesaiye bırakmama, çay molalarının kısıtlanması gibi bir dizi uygulama ile işçilere yıldırma politikası uygulandı. Bazı işçilere işbirliği halinde ek zam teklif edilerek içerideki birlik bozulmaya çalışıldı. Lezita ve Gates/Rapro’da taşeron işçilik uygulamaya konuldu.
Atılan işçiler direnişe geçtiğinde ise ilk önce direnen işçiyle içerdeki işçinin bağını kesti. Tel örgüler çekti, duvarlar ördü, dışarıdaki servisleri fabrika içerisine aldı. Jandarma ya da kolluk güçlerinin görev gücüne yaslandı. Bir yandan korku diğer yandan baskı ve işten atma tehdidiyle sendikal örgütlülüğü kırmaya çalıştı.
İçeride fiili bir mücadele örgütlenmeyince direnişler de bir müddet sonra bitirildi. Süreç işten atmalara karşı açılan davalara, patronun sendikal yetkiye itiraz davalarının sonuçlarına bırakıldı. Ücret zamlarının düşüklüğüne karşı iş bırakan, sendikalaştığı için işten atılan arkadaşlarının işe geri alınması için greve çıkan işçilerin fiili mücadelesinin bile gerisinde kalan, hatta bazı yerlerde bu mücadelenin engelleyici bir unsuru olarak önüne geçen sendikal anlayışın protestocu çizgisi mücadelenin ve örgütlenmenin devamlılığında patron baskısından bile etkili oldu. Yasal süreç uzadıkça işçiler sendikal örgütlülükten koparak sendikanın varlığını sorgulamaya başladı.
Zira bugün bu deneyimi yaşamış işçilerin patrondan çok sendikayı eleştirmesi bu gerçeğin izdüşümüdür yalnızca.
Sendikacıların işten atmaların yanı sıra Çalışma Bakanlığından gelen yetki tespitlerinin, bilirkişi raporlarının iktidarın politik aracına dönmüş yargı eliyle reddedilmesine, 6-7 yıla varan yetki davalarının uzunluğuna verdiği sözlü tepki, başka bir talep ve içeride fiili mücadeleyi örgütlemediğinde anlamsızlaşıyor işçilerin gözünde!
Sömürü koşullarına karşı işçilerin kendiliğinden bilinciyle mücadele eğilimine ket vuran bu tutum sendikalara toplam bir güvensizliğe yol açıyor.
İşçilerin her biri ağız birliği etmişçesine sendikalarının kendilerini engellediğini, kötü çalışma koşulları ve sendikalaştığı için yaşanan baskıya karşı yalnız bıraktığını söylüyor. İş bırakma, mesaiye kalmamaya eylemlerinin işçilerin inisiyatifiyle gerçekleştiğine ancak sendikacıların inisiyatifiyle bitirildiğine dikkat çekiyor. “İşten atıldığımla kaldım” duygusu içerideki işçi için “ya atılırsam” korkusuna dönüşüyor.
Sonuç olarak sendikaların yasal sınırları zorlamayan, her ne gerekçeyle olursa olsun fiili ve birleşik mücadeleden kaçınan edilgen tutumu, işçilerin sendikalara güvenini zedelemesinin yanı sıra sınıf mücadelesinin gelişip serpilmesine ve bu mücadelenin doğrudan sonucu olacak demokrasinin inşa edilmesine de engel oluyor.
ÖRGÜTLÜLÜĞÜN TAMAMLANMASI VE TALEPLERİN KARŞILANMASI İÇİN NEYE İHTİYAÇ VAR
Sendikaların bu pratiğini değiştirecek, devletin çizdiği sınırların dışına çıkan bir sendikal anlayışın hakimiyetiyle mümkün olabilir. Ancak bu tutum işten atmalarla birlikte anılan Türkiye sendikal hareketinin makus talihini değiştirebilir. Bu da ancak tam da sendikal örgütlenmeye giderken inisiyatif alarak fiili mücadele gerçekleştirmeyi başaran işçilerin aynı inisiyatifli tutumu sürdürmekte de irade göstermesi ve sendikaları mücadeleci sendikacılık çizgisine çekmeyi başarmasıyla ilgili.
Bu nedenle sendikal örgütlenmede öne çıkan işçilere büyük görev düşüyor. Bu görev yalnızca kendi çalışma koşulları ve örgütlülükleriyle ilgili bir görev değil. Zira oradaki ısrar ve değişimin toplama etkisi çok fazla!
Üretim rekorları kıran, karlılık oranları ve cirolarıyla ekonomik krize rağmen sürekli büyüyen patronların, patron örgütlerinin birlik ve beraberliğinin anlamı bu büyüme rakamlarının sürekli kılınması için daha fazla artı değer ve daha fazla sömürü için işçilerin kendi kontrolleri altında tutulması olduğu aşikar. Sendikal örgütlülüğün önüne çıkarılan tüm engellerin altında yatan geçek de bu. AKP iktidarının ekonomiden siyasete tüm politikaları da buna hizmet ediyor. Önümüz kış, sömürünün artacağı, geçimin zorlaşacağı, vergi yükünün katlanılamaz hale geleceği günler bizi bekliyor.
2023 seçimlerine giderken baskı ve şiddeti artıran, kutuplaştırma politikalarıyla savaş çığırtkanlığı yapan, sermaye yanlısı ekonomi politikalarıyla işçiyi açlığa mahkum edip ülkeyi ucuz iş gücü cenneti haline getiren, patronların bir talebiyle anayasal haklarını kullanarak örgütlenen işçinin karşısına polisi, askeriyle devleti çıkaran, kendi bakanlığının verdiği yetki belgelerini bile hiçe saydıracak kadar gözü dönmüş AKP iktidarı ve burjuvaziye karşı demokratik, laik, insanca yaşanacak bir ülkeyi inşa etmenin yolu da etkin bir sendikal mücadeleden geçiyor.
Bu bir sınıf savaşımı, bugün yaşanan bölüşüm krizinde sendikaları işlevsiz hale getiren bu protestocu çizgiye karşı sınıfın ortak hareket etmesinin en önemli mekanizması olan sendikaları değiştirmek de bu savaşın bir ayağı. Yani sendikal mücadeleyi sadece yetki savaşlarıyla sınırlı görmeyen, iş güvencesi ve sendikalaşma önündeki engellere karşı birleşik mücadeleyi ören, işçi inisiyatifinin ve birliğinin hakim olduğu, demokratik ve mücadeleci bir sendikal anlayışı ne kadar örgütleye bilirsek o kadar insanca yaşayacak o kadar insanca çalışacağız.
“AVUKAT MÜVEKKİL İLİŞKİSİ GİBİ İŞÇİYE YASAL SÜREÇ ANLATILIYOR”
Plastik ve metal olarak ayrı işkollarına giren DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş ve Lastik-İş’in örgütlü olduğu Kemalpaşa’da kurulu Gates/Rapro Kimya ve Gaziemir’de kurulu Gates Endüstriyel fabrikalarında düşük zam dayatmalarına karşı mesaiye kalmama eylemleri örgütleyen işçiler uzayan sendikal sürecin artık yılgınlık verdiğini söylüyor.
GATES/RAPRO İŞÇİLERİ ANLATIYOR;
Gates/Rapro işçisini örgütlenmeye mecbur bırakan süreç aslında yönetimin ikramiye sayısının düşürülmesiyle başlayan düşük ücrete yoğun tempo stratejisi ile başladı. Gaziemir ‘de Birleşik Metal-İş, Kemalpaşa ve Turgutlu da ise Lastik-İş’te örgütlendik. Kısa bir süre içinde yetki başvurusu yapacak sayıya ulaşıldı. Ancak Gates yönetimi mahkeme yoluyla yetkiye itiraz etti. İşten atmalar ve baskı devam ediyor. Süreç öyle uzadı ki artık işçilerin bir kısmı tamamen umudunu kesti başka iş bakıyor ya da yurt dışına gitme planları yapıyor.
Şüphesiz bu durumun esas sorumlusu davaları bu kadar uzatan, patrona resmen zaman kazandıran, bilirkişi raporları dahi işçi lehine açık ve net iken halen işçiyi sürüncemede aylarca bekleten hukuk sistemi. Ama elbette bu zor koşul bile sendikanın da işçiler üzerinde bağlayıcı bir sorumluluğu olduğu gerçeğini gizlemeye yetmez. Bu anlamda aslında Gates işçisi ne sendikalı olabilmiştir iş yerinde ne de kendi içinde yeterince örgütlü.
İşçileri 2-3 ayda bir bir araya getiren sendika sadece bir avukat müvekkil ilişkisi gibi işçiye yasal süreci anlatan ve bu süreci sadece bekleyerek geçirmek gerektiğini belirten bir çizgiden ne yazık ki ileri gidemiyor. Sendikalaşmanın başladığı son 2 yıl içinde; bizim için ne bir eğitim örgütlendi, ne de bir dayanışma etkinliği. Aynı zaman aralığında Torbalı Beton Star fabrikasında Birleşik Metal İş Sendikası direnişe başladı ama bu süreç ve mücadele Gates işçilerine yansıtılmadı. Bunun gibi birçok eksik bırakılan iş yüzünden sendikalar niye var sorusu geliyor akıllara. Sonuç olarak hem mahkemelerin bu kadar uzamasında hem de sendikanın işçiyi unutmuş tavrı yüzünden bu işten illallah etmiş işçilerin sayısı her gün artıyor.
YASAYI UYGULATMAK MASADA OTURARAK OLMAZ
Pandemiyle birlikte ağırlaşan çalışma koşulları, ekonomik kriz ve enflasyonun etkisiyle yaşanan ücretlerdeki erimeye karşı Hak-İş’e bağlı Öz Gıda İş Sendikasında örgütlenen Abalıoğlu Lezita işçileri, ‘yasalara sığınan sendikal çizgi işçinin direncini kırıyor’ diyor
LEZİTA İŞÇİSİ ANLATIYOR;
İşçilerin artık işyerindeki memnuniyetsizliği tavan yapmıştı, ağır iş yükü, ekonomik yetersizlikler bizi örgütlenmeye itti. Hiçbir işveren sendikayı istemez, biz de bu kadar az meblağlara bu kadar kötü koşullarda çalışmak istemiyoruz diyerek örgütlendik. Yetki tespiti sonrası işten atmalar devam edince inisiyatif alıp grev yaptık ancak sendika grevi sürdürmemizi istemedi. Bazı şeylerden patronun haberi yoktur, patron gelecek konuşup halledilir dendi. Ama gelmedi.
Sendika ne yaptı 50 gün kapı önünde durdu gitti. Süreç artık ofisten yönetiliyor. Hâlâ asgari ücretle çalışıyoruz. Patron işçinin direnişini kırmak için içeride öne çıkan işçinin üzerini çiziyor, yıldırmak için elinden geleni yapıyor, sendikayı da yanında göremeyince direnci kırılıyor herkesin. Kımıldayamıyoruz, istemeye istemeye biat etmek zorunda kalıyoruz. Bazıları dayanamayıp ayrıldı, günde 20-30 işçi giriyor bir o kadar çıkıyor. Yani sendikaya güven de üye sayısı da her geçen gün azalıyor.
Yaş olarak büyük olanlar EYT’den faydalanacaklar işten çıkarılmak isteniyor. Paranızı veriyorlarsa alın çıkın diyor sendika. Senin içerideki sendikalı arkadaşları tutman, sahip çıkman gerekmiyor mu? Sendika bu durumda, yetki itirazı kabul ediliyor ne adalete ne sendikaya güvenemiyorsun, süreç uzadıkça uzuyor. Herkes yasaya göre hareket ediyor, biz onların yasasına göre hareket ettiğimizde kaybediyoruz. Yasal zorunluluğu uygulatmak bile masada oturarak olmaz sahada olmak lazım.
YASAL SÜRECİ ANLATIP GİDİYOR
Ücretlerinin yatmaması ve ek zam için iş bırakan Vansan fabrikası işçileri, bir hafta gibi kısa bir süre içinde örgütlendikleri Türk İş’e bağlı Türk Metal Sendikasının yasal sürecin takibiyle sınırlı sendikal çalışmasına tepkili
VANSAN’DAN ESKİ BİR İŞÇİ ANLATIYOR;
Şubat ayında zamlı maaşlar yatmayınca makineleri kapatıp çalışmadık. O gün hemen yatırıldı. Ancak biz devam ettik çünkü düşük zam yapılmıştı. Fabrikada 500 kişi çalışıyor. Bir haftada 300’den fazla kişi üye oldu sendikaya. Patron yetkiye itiraz ederek süreci uzatıyor. İş yok, sipariş yok vs. diye içerde laf döndürüyor ama bakıyoruz rekorlar kırıyor. İçerde örgütlülüğü sağlayacak işçileri teker teker temizliyor bu süreçte.
Fazla mesaiye kalanların molası 15 dk düşürüldü. İçerde öyle bir çalışma temposu var ki işçilerin yan yana gelip konuşma şansı yok. Üç kuruş fazla para alacağım diye ispiyonculuk prim yapmaya başladı. Özellikle bu duruma dayanamadım işten ayrıldım.
Sendika sadece lafta. Yemek yememe, servis kullanmama, mesaiye kalmama gibi bir sürü eylem yapılabilirdi. Ön ayak olmadı sendika. İşçiler kendi kaderleriyle baş başa bırakıldı. Belirli periyotlarla gelip fabrika önünde yasal süreci anlatıp, destek sunup gittiler. İşçilerle ne yapabiliriz tartışması bile yapmadı.
İşçiler de sendikanın bu tutumunun farkına varınca sesini çıkartırsam, konuşursam işimden olacağım kaygısı ve korkusuyla daha fazla bir şey yapmadı, hareket durdu. Siyasi parti gibi olmuş sendikalar, koltuk sevdası peşinde başındakiler. Emek için değil de para hırsı için gelen kişilerin yerinden edilmesi lazım.