Polisin orantısız şiddeti can alıyor, son bir ayda polis İstanbul’da beş kişiyi vurdu
İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, Baran Tursun Vakfı Başkanı Mehmet Tursun ve oğlu Barış Kerem'i polisin öldürdüğü Melike Taş ile polis kurşunu ile ölümleri konuştuk.
16 'yaşındaki Ömer Barış Topkara da polis kurşunuyla yaşamını yitirmişti. | Kaynak: DHA
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul
13 Kasım Pazar günü İstanbul Taksim’de yaşanan patlamanın ardından bir polis memuru İrem Esendemir’e "şüpheli" olduğu gerekçesiyle ateş etti. O günden bu yana, son bir ay içinde polis İstanbul’da 5 kişiyi vurdu. Bu vatandaşlardan üçü hayatını kaybederken biri ağır yaralandı. Baran Tursun Vakfı’nın hazırladığı rapora göre 2007-2021 yılları arasında, kolluğun makul olmayan ölçüde ateşli silah kullanımı veya kötü kullanımı sonucunda en az 410 kişi hayatını kaybetti. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, polisin silahlı yaralamaları ve cinayetleriyle ilgili “Kişinin etkisiz hale getirilmesi gereken bir durumda yaşamsal organları hedeflemeyecek biçimde, sadece kişiyi o eylemden alıkoyacak şekilde silah kullanımının söz konusu olması gerekmektedir” diyor. Polisi orantısız silah kullanımında cesaretlendiren etkenler ise sistematik cezasızlık ve faili kollayan yargı.
15 YILDA EN AZ 410 CAN
Türkiye’de polisin çeşitle sebeplerle ölümcül olacak biçimde silah kullanımı sık tartışılan bir konu. Son bir ayda İstanbul içinde polis; Zuhal Ebrar Yıldız, Mehmet A, İrem Esendemir, Göktuğ Efe Yılmaz ve Hacı Gelener’i vurdu. Zuhal Ebrar Yıldız, Göktuğ Efe Yılmaz ve Hacı Gelener hayatını kaybederken İrem Esendemir ise ağır yaralandı. Baran Tursun Vakfı’nın raporunda yer alan bilgilere göre polisin orantısız silah kullanımı 2007’den 2021’e kadar 410’dan fazla can aldı. Vakfın başkanı, çocuğu Baran Tursun’u da polis kurşunuyla kaybeden Mehmet Tursun... Zamanla sivil ölümlerinin ‘sıradanlaştığını’ söyleyen Tursun, “Cezasızlık ve idari mekanizmaların suçluyu koruma ve kollama tavırları, polislerin tereddüt etmeden silahını ateşlemesi ve açılan ateş sonucu yüzlerce sivil insanın ölümünü olağan hale getirmiştir.” ifadelerini kullanıyor.
Evrensel’e konuşan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ise durumun insan hakları bakımından da hukuken de sakıncalı olduğunu söylerken “Polisten de gelse, güvenlik kaygısıyla da olsa kişinin yaşam hakkını tehdit edecek hiçbir davranışın onaylanmayacağının altını çizmek istiyorum. Burada yaşam hakkının korunmasının en temel amaç olması gerektiği aşikar” diye ekliyor.
“YASA ‘ÖLDÜRME’ DEMİYOR”
Konunun sürekli gündeme gelmesine sebep olan yaralamaları ve cinayetleri artıran, hatta cesaretlendiren birkaç farklı etken var. Yoleri’ye göre bu etkenlerden biri polisin silah kullanma yetkisinin tanımlanmasının yasada muğlak ve geniş bırakılması. Bu ifade Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 16.maddesince destekleniyor. Birçok yaşam hakkı ihlaline sebep olan maddede “Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder.” ifadeleri geçiyor. Yoleri “Bu yasa ‘öldür’ demiyor ama ‘öldürme’ de demiyor. Sadece yakalanmasını sağlayacak şekilde silah kullanması belirtiliyor. Ve maalesef bu tarz durumlarda genellikle öldürücü atışlar yapıldığını ve sonrasında cezasızlıkla karşılaşıldığın biliyoruz.” diyor.
Mehmet Tursun da bu yasayla ilgili “Yasada geçen ‘makul şüphe, öngörü ve takdir’ gibi kavramlar soyut kavramlardır. Ölümcül güç kullanımının son çare olarak ve yalnızca gerektiğinde hayat kurtarmak için kullanılabileceğinin ilgili maddede soyut kavramlarla değil, somut kavramlarla ve net olarak ifade edilmeli, ilgili madde uluslararası standartlara uygun hale getirilmelidir” diyor.
YARGI YİNE FAİLİ KOLLUYOR
Bu yaşam hakkı ihlallerinin sonunda en sık karşılaşılan durum ise cezasızlık ya da maktul ailelerinin deyimi ile "ödül gibi cezalar". Soruşturma ve yargının her aşamasında yargı, fail polisi kollamaktan yana tutum alıyor. Gülseren Yoleri bu tür soruşturmalarda bazı özel soruşturma biçimleri kullanılması gerektiğini söylüyor: “Polis tarafından işlenmiş bir suçun delillerinin toplanması polise bırakılırsa koruyucu birtakım davranışların ortaya çıkacağı bilindiği için uluslararası alanda ve hukukta bu tür soruşturmaların sürdürülmesi özel usullere bağlanır. Ama maalesef Türkiye’de bu böyle değil.”
Bu aklayıcı tutumlardan biri soruşturma sürecinin ilk basamaklarından olan delil toplamada gerçekleşiyor. Bu durumun yol açtığı örneklerden birkaç tanesi Baran Tursun Vakfı’nın raporunda şöyle yer almış: “İzmir’de Baran Tursun’u öldürdükten sonra, ateş etmeyi gizlemek suretiyle trafik kazası raporu düzenlenmesi, Ankara’da 20 yaşında ki Soner Cankal’ı öldürdükten sonra, cesedinin üzerine kurusıkı tabanca bırakılması, Antalya’da motosikletiyle gezerken öldürülen 17 yaşındaki Çağdaş Gemik’in cesedinin yanına birkaç gram uyuşturucu bırakılması, Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı öldürdükten sonra cesedinin üzerine silah bırakılması gibi delil yaratma fiilleri diğer vakalarda da yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu fiilleriyle amaçlanan şey; kendileri veya arkadaşlarının fail olduğu kötü muamele veya öldürme vakalarının esası olan delilleri gizlemek, aklama yönünde delil üretmektir”
CEZASIZLIK SİLAH KULLANIMINI ARTIRIYOR
Mehmet Tursun ve Gülseren Yoleri bu kollayıcı tutumun neye sebep olduğu konusunda hemfikir: Silah kullanımında cesaret. Tursun durumu “Bu tarafgirlik ve müsamaha, zanlı polislerin fiilen cezasız kalmalarını kolaylaştırıyor. Polisin aşırı ve orantısız güç kullanması sonucu meydana gelen yaşama hakkı ihlallerinde mahkumiyetle sonuçlanan davaların oranının çok düşük olması, polisin soruşturmaların tarafı olduğu birçok olayda, delilleri toplaması, tanıklık yapması ve aktif görevlerinde kalmalarına izin verilmesi yaşama hakkı ihlallerini artırmıştır” sözleriyle açıklıyor.
Gülseren Yoleri ise “Yargının pozisyonu tamamen failin korunmasına yönelik oluyor. Çünkü devletten aldığı yetkiyi kullanıyor güvenlik güçleri ve devlet tarafından güçlendirilerek bu suçları işleyecekleri bir pozisyon yaratılıyor. Dolayısıyla pek çok başka durumda da olduğu gibi fail korunuyor çünkü aslında bu sistem sürdürülmek de isteniyor” diyor.
“OĞLUMU ÖLDÜRENLERE CEZA VERİLSEYDİ, BAŞKALARINI VURAMAZLARDI”
Polisin vurarak öldürdüğü isimlerden biri de Barış Kerem’di. 14 Nisan 2017 akşamında Barış, Oğuzhan ve arkadaşları Gazi Mahallesi Kent Ormanı’na doğum günü kutlamaya gitmişlerdi. Çıkışta polisin "dur ihtarı"nda panikleyen gençler ilk anda duramamış, 40-50 metre sonra durmuşlardı. Yanlarına koşan polislerden biri, uzun namlulu otomatik silahla arabaya yakın mesafeden kurşun yağdırmıştı. Barış Kerem ve Oğuzkan Erkul polisin silahından çıkan çok sayıda kurşunla hayatını kaybetti. Zanlı polisler Erkan Ekmekçi, Kenan Akıl, Zafer Sağlam ve Davut Bakır’a 6 yıl hapis cezası verildi. Verilen ceza 24.300 TL’ye çevrilerek 24 ay takside bölündü.
Barış’ın annesi Melike Taş’la da polis kurşunuyla ölümlere dair konuştuk. Taş “Polis rahatça çoluğu çocuğu vurabilir, elini kolunu sallaya sallaya. Benim oğlumun davasında polisler hapis cezası bile almadı, ödül gibi cezalar aldılar. Eğer benim çocuğumun davasında ya da daha önceki bir davada polisler gerçekten ciddi cezalar alsalardı polisler bu kadar rahat biçimde silah kullanamazdı” diyor.
Taş, Barış’ın davasında yaşadıkları yargı sürecini şöyle anlatıyor: “Mahkeme boyunca 4 tane hakim değişti. Son mahkemede de bizi sadece konuşturdular ama karar çoktan verilmişti. Bizi sadece formaliteden dinlediler. Hakime de savcıya da “bu cezayı vermek için kaç para aldınız bilmiyorum, ama böyle giderse çocuklar vurulmaya devam edecek. Böyle giderse olacak olan bu” dedim davada. Hukuk kurallarına göre yönetildiğini söyleyen bir ülkede bir suçlu hak ettiği cezayı almıyor. Adaletten bahsediyoruz, hani nerede? Adalet sarayında adaletsizliği yaşadık biz ve hala yaşanıyor.”
Melike Taş haberlerde Zuhal Ebrar Yıldız’ın Beyoğlu’nda ‘polis kurşunun yanlışlıkla isabet etmesi’ sonucunda öldüğünü görmüş. Taş “Polisin kurşunun nereye gideceği belli olmuyor. Adresi yok. Genç kızın yakını da “Gerekli başvuruları yaptık, bize sorumluların cezalandırılacağına dair söz verdiler” diyor haberde. Safça inanmışlar dedim kendi kendime. Çünkü biz tecrübe ettik ki olan sadece gidene ve gidenden geriye kalanlara oluyor. Kendin yaşadıysan eğer, 18 yaşında gencecik bir kadının öldürüldüğünü görünce aklına kendi oğlun geliyor. O acıyı da kendiniz hissediyorsunuz” diyor. Eğer cezasızlık devam ederse bu sayının artacağını söyleyen Taş “Böyle giderse bir ayda 5 insanı değil 20 insanı da vururlar. Ben o zaman da her mahkemede çağrı yaptım çünkü benle kalmayacak bu demiştim. Benim şu an 3,5 yaşında oğlum, 5-6 yaşında yeğenlerim var. Korkuyorum artık ‘bir polis kurşunu da onları bulur mu’ diye. Çünkü silah kullanmaktan, çocukları öldürmekten çekinmiyorlar; para alıyorlar bunun için” diye ekliyor.
“YAŞAM HAKKI SALDIRILARI SİSTEMATİK”
Yaşam hakkının ısrarla ihlal edildiği durumlar ise ne münferit ne de kolluk kuvvetlerine özgü. Ama hepsinin ortak özelliği çürümüş bir sistem, bozuk bir yargı ve ‘normalleşmiş’ insan hakları ihlalleri. Durumun tek bir polisin , ‘yanlış’ bir hamle yapmasıyla veya keyfi tutumuyla ilgili olmadığını söyleyen Gülseren Yoleri “Türkiye’de yaşam hakkına yönelik saldırılar sistematiktir. Bunlar karşımıza kadına yönelik şiddetten iş cinayetlerine, polisin dur ihtarına uymayanı vurmasına kadar bütünlüklü bir politikanın sonucu olarak karşıya çıkıyor. Ülkeyi yönetenler sert hak ihlallerini kendilerine hak gördükleri müddetçe bu sorunlarla daha çok karşılaşacağız. Devletten alınan yetkiyle işlenen suçlarda cezasızlık sistematiktir” diyor.
KAYBEDİLEN CANLAR İÇİN ORTAK MÜCADELE
Taraflı yargı, cezasızlık ve devletin almadığı önlemler karşısında Gülseren Yoleri, basının ve insan hakları savunucularının alması gereken tutumun ‘vakaları görünür kılmak olduğunu’ söylüyor ve “Gerek hukukçular gerekse toplumsal muhalefet güçlerinin bu tür olaylarda etkin bir tavır almalı. Medyada görünürlük de bazı olayların daha güçlü tartışılmasını mümkün kılıyor. Sivil alanda ve basın alanında bu olayların etkin takibinin yapılması bu olayların daha fark edilir olmasını sağlayacak ve daha güçlü bir mücadeleyi beraberinde getirecektir” diye ekliyor. Mehmet Tursun da toplumsal muhalefet oluşturulan vakalardan daha etkin cezalar çıktığını hatırlatıyor ve “Kadın, LGBTİ+, mülteci hakları alanında çalışan STK temsilcileri de dahil olmak üzere hukuk uygulayıcı kamu otoriteleri ile konuyla ilgili çalışan STK'lar arasında düzenli yuvarlak masa toplantıları düzenlenerek kolluğun eylem ve işlemleri tartışılmalıdır” diyor.