22 Aralık 2022 00:22

ÇEVRE101: İklimi değil, sistemi değiştir!

Kapitalist krizler ve iklim krizleri “ikiz krizlerdir” ve kapitalist sistem içinde sunulan çözümler “yeşil badanacılıktan” öteye gidemez.

Kaynak:Unsplash

Paylaş

Belce UYKUSUZ

ODTÜ

 

ODTÜ Çevre Topluluğu, 14 Aralık’ta gerçekleştirdiği “Çevre 101” etkinliğinde “İklimi Değil, Sistemi Değiştir!” şiarı ile çevre hakkında birçok konuya değindi. Topluluk üyeleri yaptıkları sunumlar ile dolu dolu geçen bir etkinlik ortaya koydu. Etkinliğin beş temel alt başlığı “Kapitalizm ve Çevre”, “Truva Atı Çevre Örgütleri”, “Geri Dönüşüm”, “Enerji Türleri”, “Yerel Direnişler” şeklindeydi.

Etkinlik topluluğun tanıtımıyla başladı. 34 yıldır Türkiye ve dünya genelindeki çevre sorunlarını dert edinip bu sorunlara karşı mücadele veren bir topluluk olduklarından bahsettiler. Bu kapsamda yaptıkları etkinlikleri, arazi gezilerini, çıkardıkları fanzinleri ve “gökyüzünde savaş uçakları değil uçurtmalar uçsun” diyerek yaptıkları geleneksel uçurtma şenliğini anlattılar. “Bizce çevre sorunları düzen sorunudur” diyerek bu sorunları insanların bireysel davranışlarının değil, büyük şirketlerin kâr hırsı gözeterek yaptıklarının bir sonucu olarak gördüklerini vurguladılar. Biz de bu yazımızda etkinlikte anlattıkları konuları, aldığımız notlar üzerinden detaylıca incelemeye çalışacağız.

İKLİM KRİZİNE EN AZ KATKIDA BULUNANLAR, KRİZDEN EN ÇOK ETKİLENEN OLUYOR

“Kapitalizm ve Çevre” sunumu, kapitalizmin var olmak için sürekli büyümek durumunda olduğu yani sürekli daha fazla hammadde elde edip bunu olabilecek en ucuz şekilde ürüne dönüştürmesi gerektiği hakkındadır. Kapitalizmin bu doğası, işçiyi ve çevreyi sömürmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Kapitalist krizler ve iklim krizleri “ikiz krizlerdir” ve kapitalist sistem içinde sunulan çözümler “yeşil badanacılıktan” öteye gidemez. Kapitalist üretim tarzı temelini artı-değer üretimine yani emeğin üretkenliğinin olabildiğince arttırılmasına dayandırır. Bilim ve teknolojiyi de bu alanda kullanarak üretkenliği arttırmak için doğayı pervasızca talan etmek kapitalist sistem için bir zorunluluktur çünkü sürekli rekabet üzerine kurulu bir piyasada ancak en çok sömürenler iflas etmeden ayakta kalabilirler. Sistem içi çözümler ya Paris İklim Konferansı gibi yaptırımı olmayan bir biçimde ya da Taraflar Konferansı gibi iklim krizini de yeni bir piyasaya (karbon piyasası) dönüştüren bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Bu uygulamada dünya genelinde salınabilecek toplam karbondioksit miktarına bir üst sınır konulmuş ve bu miktar sertifikalar şeklinde ülkelere pay edilmiştir. Ancak bu sertifikalar alınıp satılabilir niteliktedir bu yüzden de kapitalizm, karbon salınımını giderek azaltmak yerine kendine yeni bir market yaratmıştır. Sertifika biriktirip satmak için doğa dostu yöntemleri tercih eden devletler, dünya genelindeki emisyon sınırına ulaşılmadığında yani atmosfere daha az karbon salındığında ellerindeki sertifikaları satamadıkları için doğa dostu teknolojilere yatırımlarını azaltmaktadır. Görüyoruz ki “daha çok çabalayıp karbon emisyonunu her geçen sene azaltmak” değil “sertifikalarda arz-talep dengesini takip etmek” aslolandır. Sonuç olarak parası olanın çevreyi kirletebildiği bir sistem olan karbon piyasası iklim sorunlarına bir çözüm olmamaktadır.

Meselenin sınıfsal boyutu da Çevre Topluluğu tarafından vurgulanmıştır. Sürekli çöpümüze, su kullanımımıza dikkat etmememiz gerektiğine, sularımızı savruk kullanırsak kuraklık olacağına dair yüzlerce kampanyanın aksine iklim krizine en az katkıda bulunan kesim halktır. Öte yandan ise sermayedarların fabrikaları, santralleri, endüstriyel tarım araçları ormanları kesmekte, suyu kirletmekte, toprağa zehirli atıklar atmakta, havaya büyük miktarlarda sera gazları salmakta, dere ve akarsuları kurutmaktadır. Yani iklim krizi hepimizin sorunudur ama hepimizin sorumluluğu değildir. Aslında bakarsak çoğu örnekte hepimizin eşit sorunu da değildir çünkü iklim krizine en az katkıda bulunan halk ondan en çok etkilenen olmaktadır. Örneğin Pakistan’da ciddi su sıkıntıları yaşayan bir şehirde çekilmiş bir belgeselde (Pakistan’s City With No Water) halkın su bulmakta oldukça zorlandığını, yarım litre suyun bile çok değerli olduğunu görebiliyoruz ama belgesel bir yandan bölgedeki zenginlerin havuzlarını doldurmak için tankerlerce getirilen suları gözlerimizin önüne sermektedir.

ÇEVRE ÖRGÜTLERİNİN SERMAYE BAĞI

“Truva Atı Çevre Örgütleri” sunumunda da öğrendik ki TEMA, Greenpeace ve PETA gibi kuruluşların sermaye bağlantıları bulunmaktadır. TEMA; Koç, Sabancı, ERG holding tarafından kurulmuş bir oluşumdur ve aldığı pozisyon çevre sorunları hakkında dikkat dağıtmaktır. Çevre sorunlarını çözmek için odaklanılması gereken nokta kapitalizmde hâkim sınıf olan sermayedarlar ile mücadele etmek iken TEMA gibi kuruluşlar halkın odağını sadece fidan dikmek gibi aksiyonlara çekip onlara umut tacirliği yapmaktadır. 2014 yılında TEMA İzmir birimi, bölgedeki RES projesini protesto ettiği için kapatılmıştır* çünkü RES şirketlerinin sahibi Ersin Özince, TEMA Mütevelli Heyeti üyesidir! Greenpeace, maaşlı “gönüllülerden” oluşup Rockerfeller gibi dünyanın en zengin sermayedarları tarafından fonlanmaktadır. Rockerfeller dünyanın en büyük petrol baronlarından biridir, Greenpeace ise çevreci bir örgüt olarak petrol endüstrisine karşı olduğunu iddia ederken Shell’den hisseler satın almış, bu durumu hissedarlar toplantısına katılarak petrolün ekolojik zararlarını anlatmak için yaptıklarını iddia etmiştir. Bu durum ne kadar inandırıcıdır, petrol baronları bu ekolojik zararları bilmemekte midir ya da öğrendiklerinde bu milyar dolarlık sektörden çekilecekler midir? Kaldı ki bu bir yandan “bir çevre örgütünün nasıl olur da Shell’den hisse alabilecek bir bütçesi olur?​” sorusunu getirmektedir. Zenginlik olarak baktığımızda Greenpeace, bir döviz spekülasyonunda kaybettiğini iddia ettiği 52 milyon dolar para için bütçesinin ufak bir kısmı diyebilecek bir servete sahiptir**. Bu oluşum BP firmasının Meksika körfezindeki petrol sızıntısı hakkında türlü eylemler gerçekleştirirken Shell’in Nijerya’daki kazası hakkında ancak 2-3 yıl sonra konuşmuştur, o da yoğun tepkiler üzerine! PETA ise “hayvanlar acı çekmesin” mottosuyla hayvanları yemenin, üzerlerinde deney yapmanın ve kürk/derilerini kullanmanın karşısında olsa da her yıl kendi barınaklarında sahiplenilmeyen binlerce hayvanı bu şekilde acı çekmedikleri iddiası ile öldürmektedir.

ATIK SORUNU SİSTEM SORUNUDUR

“Geri Dönüşüm” başlığına gelindiğinde, geri dönüşüm kavramının ilk ortaya çıkışı 70’li yıllarda çeşitli çevre örgütlerinin plastik atıkların zararı üzerine yaptığı protestolar sonucu halka “plastiğin geri dönüştürülebilir olduğu ve eğer bireyler bu konuda sorumluluk alırsa çevreye bir zararının olmayacağı” telkini üzerineydi. Bugüne baktığımızda plastik geri dönüşümü meşakkatli bir süreç olduğu, geri dönüştürürken kalite kaybı yaşanabildiği ve günümüz sisteminde masraflı da bulunduğu için çok kısıtlı uygulanabilmektedir. Üretilen birçok plastik baştan geri dönüşümü mümkün olmayan maddelerden üretilmektedir ve plastik atıkların çok az bir kısmı geri dönüştürülmektedir. Örneğin 2015 yılındaki verilerde Türkiye’deki atık plastiklerin sadece %1’i geri dönüştürülmüştür. 2013 yılındaki plastik atıklar üzerine yapılan bir araştırmada da atık plastiklerin %40’ının toprak doldurmada kullanıldığı ve %14’ünün de yakılarak atmosfere karıştırıldığı (yaklaşık 11 milyon ton), sadece %8’inin daha düşük kaliteli plastik olarak geri dönüştürüldüğü saptanmıştır***. Aynı zamanda bu geri dönüşüm meselesi de bir piyasa haline getirilerek “geri dönüştürülebilir” ürünler daha pahalıya satılmakta ve bireylerin üzerine bir sorumluluk yıkarak çevre kirliliği gibi konularda hedef şaşırtılmaktadır. Topluluk, atık sorununun da bir sistem sorunu olduğunu vurgulamıştır. Mevcut sistem içerisindeki geri dönüşüm politikalarının göz boyamadan fazlası olmadığının altını da çizmiştir.

YENİLENEBİLİR ENERJİLER NE KADAR ÇEVRE DOSTU?

“Enerji Türleri” konusunda, çevre dostu olduğu iddia edilen yenilenebilir enerji kaynaklarını inceleyip bunların sanıldığı kadar masum olmadıklarını anlatmışlardır. Sunumdan yola çıkarak, jeotermal, hidroelektrik, dalga enerjisi vb. için gerekli santraller, gerek yapım süreçlerinde gerekse çalışma süreleri boyunca ciddi ekolojik tahribatlara yol açmaktadır diyebiliriz. Biokütle enerjisinin üretimi çöplerin yakılıp atmosfere zehirli gazların salınması sonucu oluşmakta, güneş enerjisi panelleri ise zararlı ağır metaller içermektedir. Ağır metal sorunun başlıca sebepleri denetimsiz üretim ve solar panellerinin ömürleri bitince gelişigüzel çöplüklere atılarak toprağa ağır metallerinin karışmasıdır. Bu enerji türleri arasında, kuşların göç rotasına denk gelmeyecek şekilde denetlenerek yapılırsa çevreye en az zarar verecek ve halkın ihtiyacını karşılayabilecek enerji türü rüzgâr enerjisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Enerji tartışmalarının önemli bir konusu olan nükleer enerjiye değinerek önümüzdeki dönem bu konuda daha detaylı bir sunum da yapacaklarını aktarmışlardır. Nükleer enerji temiz bir enerji değildir, bu santrallerde her sene radyoaktif sızıntılar olmaktadır ve santraller sürekli artan maliyetlere sahiptir. Nükleer enerjiye harcanan para ile çok daha fazla rüzgargülü yapılarak halkın ihtiyacı karşılanabilmektedir. Yapılan araştırmalar bir megawatt saat enerjinin maliyetinin güneş enerjisi ile 36-45 dolar arasında, rüzgar enerjisi ile 29-56 dolar arasında, nükleer enerji ile ise 112-189 dolar arasında olduğunu saptamıştır. 2019 yılında Dünya Nükleer Enerji Durumu Raporu’na göre, son 10 yılda bir nükleer enerji santralinin inşa edilip kullanım ömrü sonuna kadar kullanım maliyeti yüzde 23 artarken aynı dönemde güneş enerjisinin maliyeti yüzde 88 ve rüzgarınki de yüzde 69 düşmüştür****. Bir yandan da sürekli daha fazla enerji tüketmemiz gerekiyormuş gibi bir algı oluşturulmuştur ama daha fazla enerji tüketmeye ihtiyacımız gerçekte yoktur. Kapitalizmde enerji ihtiyaca göre üretilmez, bir meta olarak kâr elde etmek için üretilir. Türkiye’deki Akkuyu Nükleer Santralini de hatırlatan topluluk, bu santral etrafında ciddi bir rant döndüğünü, sermayenin bu ranttan da kazandığını açıklamıştır.

YEREL DİRENİŞLER VE RANT YOLU

Etkinliğin son konusu olan “Yerel Direnişler”de bu direnişleri, öncelikle bulundukları bölgede, sonra da ülkede kırıma ve talana karşı çıkmanın en temel biçimi olarak tanımlayabiliriz. Ülkemizdeki Bergama, İkizdere, Validebağ gibi bazı yerel direnişleri anlatarak buralardaki direnişleri selamlayan ODTÜ Çevre Topluluğu, RANT YOLU***** direnişini tüm süreçleriyle beraber anlatmıştır. ODTÜ arazisinin içinden geçmesi planlanan ve ODTÜ bileşenlerince kabul edilmeyen Rant Yolu hakkında herkesi mücadeleyi büyütmeye çağırmıştır.

Etkinlikle aynı gün, İkizköy’deki zeytinlikleri maden sahalarına açan düzenlemeleri protesto etmek için çeşitli ekoloji örgütleri TBMM’ye gitmişti. Etkinlik sonlarına doğru Çevre Topluluğuna gönderdikleri video mesaj ile haklı direnişlerini kazandıklarını duyurdular ve Rant Yolu mücadelesini selamladılar.

 

* evrensel.net/haber/88917/izmir-tema-neden-kapatildi

**evrensel.net/haber/88259/greenpeace-52-milyon-dolari-yok-etti

***evrimagaci.org/plastik-ise-yarar-bir-sekilde-geri-donusturulebilir-bir-malzeme-degildir-11017

**** tr.euronews.com/2019/09/24/nukleer-enerji-iklimi-korumak-icin-hem-cok-yavas-hem-de-cok-pahal

*****Rant Yolu direnişi için bkz. yazhocam.com/one-cikanlar/rant-yolu-nedir/

ÖNCEKİ HABER

Türk sinemasının parlak geleceğine göz kırpan film: Kurak Günler

SONRAKİ HABER

İçişleri Bakanlığının İBB soruşturması raporu başsavcılıkta | İmamoğlu: Nafile, ok yaydan çıkmıştır

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa