Almanak 2022 | Organize suçun ardında bir metot var
Her türlü suçun kesiştiği bölgesel bir kavşağa dönüştü Türkiye. Kara para, siyasi rejimin finansmanının ana kolonlarından birisi haline geldikçe, suç ağı da sokaktan devletin tepesine kadar örüldü.
Fotoğraf: Twitter/@CakmaktasUzeyir
Bahadır ÖZGÜR
Türkiye’de 2022’ye damga vuran olay uyuşturucu ticareti ve organize suç faaliyetleriydi. Sedat Peker’in açıklamaları, kokain ticaretindeki patlama, kara para trafiği, İstanbul’un küresel mafya örgütlerinin hesaplaşma alanına dönmesi ve hukukun bütün olanlar karşısındaki kayıtsızlığı… Toplumu felç edecek kadar ürkütücü bir manzara. Nasıl bu hale geldi Türkiye?
Bertolt Brecht’in “Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi” adlı oyununda sebze piyasasında hakimiyet kurmak isteyen karnabahar tröstü, mafyayı devreye sokar. İşler bir süre sonra belediye ihalelerine ve oradan siyasete sıçrar. Siyaset-ticaret-mafya arasındaki ilişki giderek simbiyotik bir hal alır ve rejimin karakterini belirlemeye başlar. Brecht’in oyunu bize mafya konusunda iki önemli ipucu sunar: İlki, mafya asla sermayedarlardan güçlü olamaz. İkincisi, mafya piyasanın işleyişini hızlandıran bir işleve sahiptir. Dolayısıyla ancak bu ilişkiler içinde anlam kazanır.
5 gazeteci arkadaşımla beraber yazdığımız ve siyaset-mafya bağlantısını incelediğimiz “Duvar” adlı kitapta Peker ile yapılan söyleşide de benzer bir ifade dikkat çekiciydi. Güç matrisine dair bir soruya özetle şu yanıtı veriyordu Peker: “En tepede sermaye vardır. Sonra siyaset, ardından mafya gelir.” Yani Türkiye’de organize suça bakarken, aynı zamanda siyasal ve iktisadi dönüşümlere de bakmak gerekir.
***
Kamuoyu suç faaliyetleri ile siyasetçi ve bürokratların içli dışlı hallerini resmi ağızdan ilk kez 1989’daki MİT raporuyla öğrenmişti. 1996’daki ikinci MİT raporu ve devletin teftiş kurulunun hazırladığı Susurluk Raporu da devlet içine nüfuz etmiş bu ilişkileri anlatıyordu. Çeyrek asır sonra AKP iktidarında benzer bir manzara yine karşımıza çıkıyor. Yani siyaset-ticaret-mafya üçgeninde cereyan eden 40 yıllık kesintisiz bir akışa bakıyoruz. Bu sürekliliğinin sebebi nedir peki?
İngiliz Şair ve Oyun Yazarı William Shakespeare’in oyununda, babasının katilini bulmak için deli numarası yapan Hamlet’i şaşkınlıkla izleyen Başvezir Polonius, şöyle der: “Bu bir çılgınlık olsa bile, arkasında bir metot var!” Türkiye’deki suç ilişkileri de siyasi ve iktisadi yozlaşmanın sonucunda ortaya çıksa bile, ardında da bir sistem vardır.
12 MART’TA DİZAYN EDİLEN DEVLET
Organize suçun devletle bütünleşmesi, siyasi ve iktisadi rejimin zor yoluyla değiştirilmesiyle neredeyse eş zamanlıdır. 1970’lerde ithal ikamecilikle tekelleşmiş sermayenin arzuları, emekçi kesimlerin gelecek tahayyülüyle çelişiyordu. Çelişki, 12 Mart darbesiyle devletin tamamen topluma karşı bir örgütlenme biçiminde dizayn edilmesiyle çözüldü. Özel harp çekirdeğinin etrafına ülkücü komandolar, dinci-gerici yapılanmalar da eklemlendi. Organize suç örgütleri ise finansal kaynaklarıyla katılıyordu karnavala.
Burada küresel düzeydeki hakim siyasi konsepti de anmak lazım. ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği ‘yeşil kuşak’ siyaseti ve Afganistan’daki Taliban hareketine desteği, iki belayı musallat etti: Siyasal İslam ile uyuşturucuyu. Devamında iktisadi rejimin emek aleyhine sürekli dönüşümüyle, devlet düzenindeki mafyöz bozulma ve toplumun gerici/sağcı deformasyonu hep paralel ilerledi.
12 Eylül darbesiyle beraber dışa açık ekonominin temellerini atmaya başlayan Turgut Özal’ın ilk işi de 1984’te, İsviçre’de kaçakçılarla toplantı yapıp ellerindeki dövizi ekonomiye sokmanın ‘yasal’ yollarını açmaktı. Olayın kahramanlarını sonrasında ‘ünlü’ turizmci, inşaatçı, tekstilci vb. olarak gördük. ’90’larda ise çete ilişkilerinin özelleştirmelere, kamu bankası kredilerine, medyaya uzandığına tanık olduk. Bütün bunlar aydın cinayetlerinin, Kürt siyasal hareketine karşı kontra şiddetinin, Madımak, Gazi Mahallesi gibi kitlesel kıyımların yoğunlaştığı politik bir momentle el ele yürüdü. İşte bir yozlaşma, siyasetin ‘Yoldan sapması’ gibi görünen ilişkilerin ardındaki ekonomi politik sistem buydu.
Şimdi sistemin, yeni hakim zümrelerin elindeki işleyişini, yeni biçimlerini, küresel bağlantılarını ve bütün bunların siyasi, iktisadi ve toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini izliyoruz. Tıpkı daha önce yaşandığı şekliyle, organize suçun devletteki tezahürü bir ekonomik kriz anında kendini açığa çıkarıyor. O krizi anlamak, suç ekonomisini de anlamak demek.
TEPEDEN TIRNAĞA BİR SUÇ REJİMİ
2002-2007 arasındaki görece istikrarın temelinde, küresel koşulların sağladığı sıcak para hareketi, dış borçlanma ve özelleştirmeler yatıyordu. 2007 sonrası ise büyük sermaye ile AKP’nin iktidar bileşenini oluşturan sermaye kesimleri arasındaki paylaşımın kızıştığı bir dönemdi. Üzerinde sınıf uzlaşması sağlanmış rejimin rotasının ne olacağına dair kavganın sebebi, küresel koşullardaki değişimdi. Sürdürülemez noktaya gelen çelişki, gerilimli/çatışmalı/bombalı sürecin sonunda 2016’daki bir ‘hükümet darbesiyle’ giderildi.
Türkiye bir tür oligarşik yönetime evrildi. Böylesine bir rejimi ayakta tutmanın yolu güçlü mali kaynakları ve onun muntazam paylaşımını gerektiriyordu. Kamu ihaleleri, devlet bütçesi, Varlık Fonu, bürokrasideki makam ve mevkilerin dağıtımı derken dışarıdan kesilen finansal kaynağın yerini, ‘varlık barışı’ gibi çeşitli düzenlemelerle yolu açılan kara para aldı. Suriye’deki vekalet savaşlarının yarattığı ‘silah pazarını’ da ekleyelim. Her türlü suçun kesiştiği bölgesel bir kavşağa dönüştü Türkiye. Kara para, siyasi rejimin finansmanının ana kolonlarından birisi haline geldikçe, suç ağı da sokaktan devletin tepesine kadar örüldü.
Bugün devlette hakimiyet kurmuş siyasal ittifakla simbiyoz halinde bir suç ağından bahsediyoruz. Dolayısıyla suçun en azından ‘doğal sınırlarına’ geriletilmesi ancak siyasi rejimi değiştirmekle mümkün. Ama 40 yılın tarihi de bize öğretti ki, dış kaynağa muhtaç bir ekonomide, suç geliri daima sermaye birikiminin ve onun siyasi yönetiminin finansman ihtiyacı için seferber edilmeye hazır bir kaynak olarak kalacaktır.