Kara Dok İşçisi
Nuray Sancar, bu hafta "Kara Dok İşçisi" romanına dair yazdı.
Görsel: Kamu malı
Afrika’nın en batı ucunda, Senegal’de, uçsuz bucaksız okyanusa açılan gemilerin ardından kederle bakan ananın Fransa’da yargılanan oğlu için döktüğü göz yaşları davanın görüldüğü salonda hükümsüzdür. Üstelik sanık annesinin gözyaşlarından suçlanır. Halbuki sömürge ülkenin az gelişmiş bir bölgesinde ananın gözyaşları, oğlunun derisinin rengi yüzünden göreceği azabı düşünürken katlanan çaresizliğe akar. Siyah derili sanık sadece işlediği suç için yargılanmıyordur çünkü. Diaw Falla’nın suçuyla derisinin rengini ilişkilendirerek kendi üstünlüğünün sağlamasını yapan modern uygarlığın sömürgeyi aşağılamasının bir vesilesidir bu dava.
“Uygar olan bizler iyiyi kötüden ayırt etmeyi öğrendiğimiz anda hayvanlar dünyasından ayrılmışızdır. Biz oturup serbestçe düşünüp taşınabiliriz. Biz kaba kuvvetin yerine yasaları koymuşuz. İnsanın değerine saygı göstermeyi biliriz… Bu cinayet öylesine tüyler ürpertici, öylesine hayvancadır ki katile gerçekten yakışmaktadır. Katilin ülkesinin ormanlarındaki vahşi hayvanlardan öğrenebileceği hiçbir şey yoktur…” Bunları söyleyen savcının sadece sanığınkinin değil onun ülkesinin bedenine duyduğu nefret, hayvanlar dünyasından ayrılmış olduğunu düşündüğü bir uygarlığı ortaya çıkaran temeldir. Neleri var neleri yoksa her şeylerine el koydukları, dillerini çaldıkları bir halkı küçümseme hakkına sahip olmadan sömürgenin kendini dev aynasında görmesi mümkün olmaz.
Böylece dava savcılık ve medya aracılığıyla bir medeniyetler savaşına dönüşür. Sömürgecinin iki yüzlü uygarlığı yargılananların da bilincinde olduğu bir konudur elbette. Ezilenlerin karşı argümanı daha esaslıdır bu bakımdan.
Sanık sırasında oturan Diaw Falla Paris’te ünlü bir kadın yazarı öldürmekten suçlanmaktadır. Bu suçu inkar etmez Diaw. Son köle gemisinin batışını anlattığı Sirius’un Son Yolculuğu adlı bir roman yazmış, birçok yayınevine göndermiş ama hepsinden geri çevrilmiştir. Diaw kitabını zamanın ünlü yazarı Ginette Tontisane’ye götürmeye karar verir. Onunla birkaç kez görüşür ve Ginette kitabın basılmasına aracılık etmeyi üstlenir. İç rahatlığıyla Paris’ten ayrılır ve heyecanla beklemeye başlar genç adam. Ancak bir gün kitabının Ginette Tontisane imzasıyla basıldığını öğrenir ve Paris’e göre döner. Öyle hesaplamasa bile karşılaşmaları, aralarında küçük bir ilişkinin de yaşandığı yazarın ölümüyle sonuçlanır. Bu cinayet bütün gazetelerde sanık aleyhine ırkçı dozu yüksek bir kampanyaya yol açar.
NEYİ VARSA SÖMÜRMEK
Diaw Falla’nın işlediği cinayet kabul edilemez. Ancak Ousman Sembene, siyahi roman kahramanını bu cinayeti işlemeye kadar getiren koşulları öyle iyi kurgulamıştır ki iki dünya arasındaki kapışmanın ortasında Diaw’ın eylemi anlaşılır ve neredeyse kaçınılmazdır.
Diaw yoksuldur. Sömürge ülkesinden kalkıp Marsilya’ya gelmiş Fransa’nın en ihtiyaç duyduğu koşullarda ucuz iş gücü olarak limanlarda işçilik yapmıştır. Ağır yük indirip kaldırmış, ‘Ne iş olsa yaparsın’ diye zorlayan patronların ve paralı uşaklarının baskısı ve şiddeti altında yok paraya çalışmıştır. İşçilerin arasında Fransa’nın yaptığı savaşlarda, “Özgür Fransa’nın sömürgeci emelleri için çalışan, savaşlara katılan gemiciler vardı. ‘O zamanlar’ diyordu biri, yüzyılın başını hatırlatarak ‘Yağlayıcılık yapıyordum, ayaklarımdan sızıyordu ter ama hiç kimse çarşafları kirlettiğimi, çok pis olduğumu söylemiyordu…” Aradan 35 yıl geçtikten sonra ise emeklilik hakkı bile yoktur bu insanların. Fransa birçoğundan kurtulmak isterken ‘beceriksiz’ oldukları yazılır kağıtlarına. Geldikleri ülkelere geri göndermek ister. Çünkü işe yaradıkları sürece siz de Fransız’sınız diye pohpohladıkları işçiler Fransa’nın vatandaşı değildir.
Günün birinde sağanak yağış altında işçilerin bir iş cinayetine gitmeleri kuvvetli bir ihtimal dahilindeyken kendini bir grev önderi olarak bulur Diaw. Bu aniden gelişen iş bırakma sırasında sömürgecinin egemen bilincini kendilerinin de ne kadar içselleştirildiğini görür işçiler. İşçi Paul, ki melezdir, şöyle seslenir diğerlerine: ‘Derinizin rengini öne sürmeyin hep, bizim en büyük düşmanımız biz kendimiziz. Diğer işçilerle birlik olmaktan başka şansımız yok.’ Derinin rengi sömürülenin kompleksi olduğunda başlar yenilgi asıl.
BİR LOKMA EKMEK İÇİN
Diaw durmadan bedel ödeyen bir işçidir. Grevle birlikte işten atılır, kaldığı odanın kirasını da ödeyemeyecek hale gelir. Ayakta durmak çok zordur artık. ‘İş bulmanın kesin olmayışı korkuyu ve öfkeyi bir çıban başı gibi taze tutmaktadır.’ Akşam eve yiyecek götürenlerde de aynı huzursuzluk, bastırılan bir öfke vardır. Yıllar süren çalışma hayatı insanı kemirmekte, tüketmekte ve paçavraya çevirmektedir. Böyle bir cehennemde geçen her gün ölüme doğru atılmış bir adımdır…
Dünyanın nasıl döndüğünü işçiler, özellikle kara derili, sömürge insanları acı deneyimleri sonucunda öğrenirler. Diaw Falla cezaevinden amcasına yazdığı mektupta şunları not eder: ‘Cezamı çekmiyorum, yığının içinden çekilip alındım ben.. Ne olursa olsun acıyı çeken, can çekişen halk oluyor.’
Kişisel çıkarlarından başka şey düşünmeyenlerin sizi yönetmelerine karşı çıkın, izin vermeyin. İşçi sınıfı çok yoksul, gençler neredeyse dilenmeye zorlanıyor… Çark bir avuç mutlu azınlıktan yana işliyor diye açıklar amcasına.
Romanın Yazarı Ousman Sembene de bir Senegalli’dir. 1923 doğumlu Sembene asıl işi olan sinemaya başlayıncaya kadar küçük yaşlardan itibaren çeşitli işlerde çalıştı, işçilik yaptı. 1942 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa gemilerinde çalıştı. Savaştan sonra ülkesine döndü 1947’deki büyük demir yolu grevine katıldı. Bir yıl sonra Fransa’da Citroen fabrikasında çalışmaya başladı. Sendikal çalışmalarını burada da sürdürdü. Yer yer otobiyografik ögeler taşıyan, kendisi gibi Marsilya’da dok işçiliği yapan Diaw Falla’nın baş karakter olduğu Kara Dok İşçisi 1956’da yayımlandı. 2007’de ülkesinde ölünceye dek romanlar yazdı, filmler çekti. Eserlerinde ırk ayrımcılığını, Afrika kültürünü işledi. Kıtanın en önemli sinemacısı olarak bilinir.