Dünya nüfusu 8 milyara ulaştı, Türkiye ise eşitsizliklerle yaşlanıyor
Asıl yıkıcı demografik sorunlar bölgesel eşitsizlikler. Türkiye 29 OECD ülkesi arasında bölgesel eşitsizliklerin en fazla yaşandığı ülke.
Fotoğraf: DHA
Öndercan MUTİ
Population Europe / Max Planck Demografi Çalışmaları Enstitüsü
Türkiye’nin yoğun gündemi arasında, geçtiğimiz ay dünya nüfusu 8 milyara ulaştı. Daha doğrusu nüfus bilimi (demografi) hesaplamalarına göre, insan sayısını 8 milyara taşıyan bebek yeryüzünün bir köşesinde sessiz sedasız dünyaya geldi. Gezegenimizin geleceği için önemli olan bu eşik aslında insan nüfusunun artışının yavaşladığını işaret eden bir milat: 1974’te dünya nüfusu 4 milyara ulaşmıştı ve yarım yüzyıl geçmeden insan sayısı ikiye katlandı. Birleşmiş Milletler’e göre ise 21. yüzyıl insan nüfusunun arttığı son yüzyıl olabilir ve sayımız 50 yıl içinde 10 milyarı geçtikten sonra yavaş yavaş azalacak.
Sayımız şimdilik çoğala dursun yerkürenin farklı yerlerinde karşıt nüfus değişimlerini gözlemek mümkün: Dünya kaynaklarından ve nimetlerinden daha fazla yararlanan kuzey yarımkürede nüfus azalıp yaşlanırken gıda, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel haklara erişimin kısıtlı olduğu güney yarım kürede nüfus artmakta. Sayımızı 8 milyara ulaştıran bebeğin doğduğu yer, aile ve toplumsal cinsiyet rejimi hayatı boyunca sahip olacağı seçenekleri azaltan ve çoğaltan faktörler olacak. Teknoloji ve bilimin sağladığı olanaklarla uzun ve sağlıklı bir yaşam sürebilecek mi? Yeterli beslenebilecek, istediği eğitime erişebilecek, sahip olduğu yetenekleri geliştirebilecek mi?
Bu bebeğin kaderini belirleyecek demografik değişimler ve eşitsizlikler sadece küresel ölçekte gerçekleşmiyor. Aynı coğrafyada, ülkede, bölgede ve hatta şehirde farklı nüfus hareketlerine tanık olabiliyoruz: Büyük şehirlerin dış mahalleleri ile merkezleri, aynı ülkenin kırsal bölgeleri ile üretim merkezi şehirleri ve komşu ülkeler arasında nüfus artışı ve yaşlanma dinamikleri büyük farklar gösterebiliyor. Misal, Türkiye’de ve dünya genelinde şehirlerin nüfusu artarken kırsal bölgelerde ve köylerde nüfus hızla azalıyor ve yaşlanıyor. Birçok büyük kentte hayat pahalılığı nedeniyle şehir merkezleri yerine dış mahallelerde nüfus yoğunlaşıyor. Beyin göçü sadece Türkiye’nin gündeminde değil, Avrupa’nın doğusundaki ve güneyindeki gençler Orta Avrupa’nın büyük kentlerine göç ediyor, bu ülkelerin kırsal bölgeleri hızla yaşlanıyor, nüfus ve ekonomik bakımdan küçülüyor.
Küresel veya yanı başımızdaki nüfus değişimleri sadece sosyal ve ekonomik gelişmelerin sonucunda gerçekleşmiyor, bunları da tetikliyor: Endüstri devriminin ve bilimsel düşüncenin sağladığı teknolojik ve tıbbi gelişmeler bebek ve anne ölümlerini düşürürken yaşam süresini uzattı. Bu refah ve nüfus artışının ardından kadınların ekonomik ve sosyal hayata daha güçlü katılımı ve doğum kontrol yöntemlerinin gelişimiyle nüfusun dengelendiği ve azaldığı görülür. Fakat son yüzyılda artan sayımız yeryüzü ve yeraltı kaynaklarının fütursuzca kullanılmasına ve geleceğimizi tehdit eden iklim değişikliklerine neden oldu. Kaynaklar ve üretilenler eşit bölüşülmeyince artan nüfus sosyal eşitsizlikleri ve sorunları tetikleyebiliyor.
Ekonomik refah ve hayat kalitesi de nüfus hareketleri gözetilerek planlanmak durumunda: İnsanlar daha uzun yaşıyor; emeklilik, sağlık ve bakım gibi sosyal harcamalar artıyor. Bunları karşılayacak toplumsal destek ağı yeterli sayıda insanın çalışıp vergi ödemesine bağlı. Artan hayat kalitesinin işaretleri olan yaşlanma ve düşen doğum oranları planlı bilinen ülkelerde bile emek piyasasında boşluklara neden olabiliyor: Almanya’daki havalimanları yazın yaşanan çalışan açığını Türkiye’den personel alımıyla aşmaya çalışmıştı. Almanya’da birçok sektörde iş gücü açığı mevcut. Fakat Almanya ve Orta Avrupa’da çalışan nüfusun gerilemesine tek başına dış göçün yanıt olması imkansız. Sosyal devletin yaşlanan ve azalan nüfustan olumsuz etkilenmemesi için bir dizi faktörün beraber ele alınması ve farklı çözümlerin aynı anda uygulanması gerekiyor.[1]
TÜRKİYE’DE YAŞAM SÜRESİ ARTIYOR, NÜFUS YAŞLANIYOR
Nedir bu çözümler ve genç işsizliğin arttığı Türkiye’yi ilgilendiriyor mu? Evet, Türkiye’nin nüfusu büyüyor ve bir süre büyümeye devam edecek. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ve Birleşmiş Milletler 2030’a gelmeden nüfusun 90 milyonu aşmasını bekliyor. Fakat demografik tablo bu artışla sınırlı değil: Ortalama ömür uzuyor, emeklilik yaşı gelen 65 yaş üstü insanların toplam nüfusa oranı artıyor. 1974’te Türkiye’nin yarısı 19 yaşın altındayken, bugün nüfusun yarısı 33 yaşın altında. Çocuk sahibi olma pahalandıkça doğum oranları düşüyor, nüfus daha yavaş büyüyor ve yaşlanıyor. Azalan doğum oranlarının kadınların çalışma hayatına katılımlarını ve seçeneklerini artırdığı gibi yaşlanma da uzun ve nitelikli bir hayat vaad edebilir. Nüfusun yaşlanması şayet bu gerçeğe göre hareket edilmezse, buna göre politikalar şekillendirilmezse soruna dönüşüyor.
Bölge ofisi İstanbul’da bulunan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Doğu Avrupa ve Orta Asya Dairesi doğum sayılarında azalmaya, yaşlı nüfus ve dış göçteki artışa bağlı olarak nüfusu azalan ve yaşlanan ülkelere bir dizi öneride bulunuyor. Demografik değişimlerin yıkıcı sosyal etkilerini azaltmaya yönelik bu önerilerden bazıları, çalışan nüfusun oranı küçülen ve yaşlanmaya başlayan Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Özellikle kadınların emek piyasasına ve iş hayatına katılımı: Dünya Bankası verilerine göre, çalışma yaşındaki kadınların sadece yüzde 40’ı ücret karşılığı çalışıyor. Bu oran komşu Bulgaristan’da yüzde 69 ve Ermenistan’da yüzde 50, yine OECD üyesi Meksika’da yüzde 49. Türkiye’de kadınların çoğu çocuk ve yaşlı bakımının yanı sıra ev işlerini tek başına omuzluyor. Daha fazla kadının çalışma hayatına katılması için bakım hizmetlerinin artmasının yanında toplumsal cinsiyet ve rollere dair önyargıların kırılması şart. Bu uzun erimli bir süreç ama erkeklerin ev içi ve bakım sorumluluklarının artması eşitlikçi aile politikalarına ve toplumsal değerlerin ve rollerin değişmesine bağlı.
Bir diğer adım 65 yaş üstü insanların ‘aktif’ biçimde hayatlarını devam ettirebilmesi: Gençlerin ve yetişkinlerin hayatları boyunca eğitime ve bilgiye ulaşmalarını sağlamak ileriki yıllarda sahip olunan seçenekleri artırdığı gibi bakım ve sağlık olanaklarına erişimlerini kolaylaştırıyor. Zaten 65 yaş üstü nüfusun önemli kısmı torunların bakımı gibi aile içi sorumlulukları üstleniyor. Yaşlanan nüfusun ihtiyaçları dikkate alınır insanların sağlıklı yaşlanmasına yönelik adımlar atılırsa, toplumun yaşlı üyeleri sosyal ve ekonomik hayata katkı sunan ‘aktif’ bireyler olmaya devam edebilir. Türkiye’nin genel eğitim harcamaları ise OECD ortalamasının altında.
SORUN NÜFUSUN YAŞLANMASI DEĞİL, BÖLGESEL EŞİTSİZLİKLER
Asıl yıkıcı demografik sorunlar bölgesel eşitsizlikler. Türkiye 29 OECD ülkesi arasında bölgesel eşitsizliklerin en fazla yaşandığı ülke: Ülkenin doğusu ve batısı arasındaki ekonomik makas açılıyor. Ancak bölgesel eşitsizlikler bununla sınırlı değil. Bölgesel ağırlığı artan büyükşehirler hem iç hem de dış genç göçü çektikçe, ekonomik anlamda önemini yitiren kırsal bölgelerde nüfus tehlikeli bir hızla yaşlanıyor. Türkiye’de daha fazla insan köylerini, kasabalarını terk etmek zorunda kalıyor. Tarımda makineleşmeyle insan emeğine ihtiyaç azalıyor ama tarım politikasındaki hatalar kırsal bölgelerde gençlerin seçeneklerini iyice daraltıyor. Fakat kırsal bölgeler sadece tarım demek değil, buralar ‘yeşil dönüşüm’ün merkezleri olabilir, turizmden temiz enerjiye bir dizi yeni istihdam alanları oluşturulabilir. Ancak bu adımlar ulusal planlamalar dahilinde yerel inisiyatiflerin ve yönetimlerin desteklenmesiyle mümkün.
Ayrıca kırsal bölgeler yaşlanan nüfusun sağlık ve bakım hizmetlerini karşılamakta güçlük çekiyor. Türkiye halihazırda hastane yatak sayısı bakımından OECD ortalamasının altındayken ülkenin doğusu ve batısı arasındaki fark büyük. Hastane, yatak, sağlık araçları gibi fiziki koşulların yanında nüfusu azalan ve yaşlanan bölgeler ve kentler yetişmiş personel için daha az cazip durumda. Bu birçok alanda hizmetlere ulaşımı engelleyen bir kısır döngü: Kırsal bölgelerde ve küçük kentlerde zaten eğitim, sağlık, ulaşım, kültür gibi alanlarda olanaklar ve yatırımlar sınırlı. Gençlerin buralardan büyük şehirlere göçü bu hizmetlerin bir kısmını karşılayabilecek yerel yönetimlerin bütçelerini düşürürken özel sektör buralara yatırım yapmakten kaçınıyor.
Tüm dünyada, sağlık ve bakım olanaklarına ulaşımın zor olduğu bölgeler için sağlık teknolojileri ve uzaktan erişim olanakları çözüm olarak tartışılıyor ve deneniyor. Hastaların hastaneye gitmeden dijital iletişim araçlarıyla doktora ulaşabilmesi, sağlık durumlarının uzaktan takip edilebilmesinin yanı sıra yaşlanan insanların rahat ve bağımsız hareket etmesini sağlayacak imkanlar var. Ancak Türkiye’de teknoloji yatırımı sınırlı, kırsal bölgelerde sağlık teknolojilerine yapılacak yatırımları kamunun üstlenmesi ya da buralara yönelik teşvik programlarının uygulanması şart. Bu tür yenilikçi çözümler uygulanırken tepeden inme politikaların beklenen etkiyi yaratmaması muhtemel, çünkü atılacak adımların kaderini yerel dinamikler ve inisiyatifler belirliyor. O yörenin sorunlarını ve dokusunu en iyi yerel yönetimler ve sivil toplum biliyor. Merkezi yönetimin ve kurumların yerel yönetimlerle sorumluluğu paylaşması ve yöre insanının bu sürece dahil edilmesi gerekiyor.
Ezcümle, demografik gelişmelerin büyüttüğü bölgesel eşitsizliklerin gidermek, kalabalıklaşan ve pahalılaşan şehirlerin yanında kırsal bölgelerde hayat kalitesini yükseltmek ne tek başına merkezi hükümetlerin ne de yerel aktörlerin yönetebileceği süreçler. Öncelikle sorunların ve sorumlulukların müzakere edilmesi, sonrasında ulusal ve yerel politikaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Böylece bölgesel eşitsizlikleri törpüleyen uzun soluklu ama kalıcı sonuçlar elde edilebilir.
_________________________________
[1] 8 milyar miladının gezegenimiz ve farklı bölgeler için anlamını merak edenler Population Europe tarafından Kasım ayında düzenlenen ve önde gelen demografi uzmanlarının katıldığı şu toplantıyı İngilizce takip edebilir: https://www.youtube.com/watch?v=aoFaQfqO2Hg