Almanak 2022 | Cumhuriyetin 100. yılına doğru Türkiye’nin kendi doğasıyla olan savaşı
İkizdere’de, Kaz Dağlarında, Cerattepe’de ya da Akbelen’de gerçekleşen destansı doğa savunusu örnekleri, geleceğin savunuculuk açısından hiç de karanlık sayılamayacağını ortaya koyuyor.
![Almanak 2022 | Cumhuriyetin 100. yılına doğru Türkiye’nin kendi doğasıyla olan savaşı](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/220429.jpg)
Fotoğraf: Evrensel
Doç. Dr. Sedat GÜNDOĞDU
29 Ekim 1923’te Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından doğan Türkiye Cumhuriyeti henüz tam olarak yüz yaşında olmasa da kısa bir süre sonra bu önemli eşiği atlatacak. Bu önemli eşiğin atlatılmasından önce başka bir önemli eşik daha söz konusu. Haziran 2023 seçimleri! Bu seçimin sonucu Türkiye Cumhuriyetinin 80 yılda şekillenen yapısının ikinci yüzyılda nasıl şekilleneceğinin de belirleyicisi olacak denilebilir. Üstelik sadece politik olarak değil ekolojik olarak da önemli bir dönüm noktasına doğru yol alındığı açıkça ortada.
Muadillerinin ardılları için endüstriyel bir sıçrama tahtasına dönüştüğü düşünüldüğünde, Osmanlı İmparatorluğu herhangi bir endüstriyel gelişim gösterememiş, fakir ve az gelişmiş bir bakiyeyi yeni cumhuriyete miras bırakmıştır. Bakir coğrafyası, gerek sömürgeleşmemiş olması ve gerekse de merkezi otoritenin gazabına uğramamış olması nedeniyle önemli bir doğal zenginliğin de muhafazasını beraberinde getirmiştir. Temel gayesi Osmanlı bakiyesinden, önemli bir hamle ile yavaş yavaş sanayileşme ve modernleşme yoluna girmek olan ve Batı ile eş değer ülke olabilmek olan Türkiye’nin macerası 2000’li yılların başından itibaren bir kayma yaşamış vaziyette. Bu zamana kadar izlenen stabil ilerleme artık yerini kontrolsüz ve agresif neoliberal ekonomik büyümeye ve başıboş sanayi hamlesine bırakmış ve bu sürecin en önemli etkileneni de şüphesiz 2000’li yılların başına kadar bakir kalabilmeyi belirli ölçüde başarabilmiş Türkiye’nin doğası olmuştur. Türkiye’nin artık yeni bir eşikte olduğu, son ağacın kesilmemesi ve son balığın ölmemesi için ülke sathında ekopolitik bir kıpırdanmanın hiç olmadığı kadar yaygın olduğu görülebilmektedir. Son araştırmalara göre, nüfusun ezici bir çoğunluğu hiç olmadığı kadar iklim değişikliğinin etkileri ve ormanların yok edilmesi konusunda endişe duymakta, çöp ithalatından, maden talanına, kontrolsüz çöp depolama alanlarından kuruyan sucul ekosistemlere kadar çok sayıda alanın kaderi konusunda kaygılanmaktadır. Büyüme fetişizminin yarattığı talan dalgasının şaşırtıcı olmayan bir sonucu olan bu endişelenmenin toplumsal bir harekete dönüşmesi ise öyle sanıldığı boyutta gerçekleşiyor denilemez! Bu durumun, doğa üzerindeki dayanılmaz baskının benzerinin toplum üzerinde de gerçekleşiyor olmasıyla doğrudan bir ilişkisi olduğu açık ve net.
DOĞAL EKOSİSTEM GERİ DÖNÜŞÜ OLDUKÇA ZOR OLAN BİR DÖNEMEÇTE
Ülkenin çöp sömürgeciliğinin bir adresi haline gelmesi, madencilik faaliyetlerinin açık bir ekokırım faaliyetine dönüşmesi, Ergene, Susurluk ve Ceyhan’da gözlenen sanayi faaliyetinin ekokırım etkisi, müsilaj ve aşırı balıkçılığın artık deniz balıkları stoklarının sürdürülemez bir düzeye gerilemesine neden olması gibi somut sonuçlar 100. yılında Türkiye’nin doğal ekosisteminin geri dönüşü oldukça zor olan bir dönemeçe de girdiğinin göstergesi niteliğindedir. Son 30 yıllık süreçte Türkiye’nin çevresel yönetişimi yavaş yavaş tasfiye edilmiş, devletin toplum adına doğal varlıklarının bekçisi pozisyonunu terk edip sermayeye aracı konumuna evrilmesi, günün sonunda devleti ne yazık ki yatırım olarak sunulan sermaye müdahalelerinin de koruyucusu haline getirmiştir. Bunun yanında liyakatsizliğin geçer akçe olmasıyla beraber de, Paris İklim Anlaşması’nın karbon salım hedeflerinden sadece artışta azalım hedefleriyle birlikte onaylanmasına ve poşet ücretine zam yapmamayı başarı hikayesi gibi sunan gerçek ötesi bir aşamaya da geçiş yapmış bulunuyoruz. Bununla da sınırlı değil elbette! Örneğin atık yönetim altyapısının artık kanıksanmış ve başarısı kesin olan bir parçası olan depozito sistemini bile getirmeyi layığıyla başaramamak gibi, hâlâ belediye çöplerinin yüzde 90’ını çöp depolama sahalarına gömmek gibi, bacası filtreliyken bile sorunlu olan termik santrallerin filtresiz olanlarının çalışma süresini uzatmak gibi pratikler de bu liyakatsizliğin ve doğa düşmanı konumlanmanın birer göstergesi durumunda! Karşı karşıya kalınan tüm doğal kaynak sömürüsüne, kural kaide tanımazlığa, vahşi endüstriye ve bu vahşiliğin hamiliğine rağmen, İkizdere’de, Kaz Dağlarında, Cerattepe’de, Erzin’de, Çambükü’nde ya da Akbelen’de gerçekleşen destansı doğa savunusu örnekleri, geleceğin savunuculuk açısından hiç de karanlık sayılamayacağını ortaya koyuyor.
Cumhuriyetin 100’üncü yılına giderken bir kararı daha beraberinde vereceğiz. Bu karar ya dünyanın artık yavaş yavaş farkına vardığı ve yöneldiği yenilenebilir enerjiye, ya plastiksizleşmeye ya da doğa koruma alanı sayılarının arttırılmasına dönük olacak ya da tam tersi istikamete, yani daha fazla kömüre, daha fazla plastiğe ya da daha fazla doğa sömürüsüne dönmek olacak. Bunu belirleyecek olan da toplumsal muhalefet ve daha sağlıklı bir gelecek için amansız mücadele edenler olacaktır.
* Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
Mikroplastik Araştırma Grubunun kurucusu
Evrensel'i Takip Et