Çağlayan’da bir at sineği
Şebnem Hoca ve onun arkadaşları, dostları olarak oradan çıkan herkes, bu davanın galibi gibi çıktı. Yaşasın at sineği!
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Fatih POLAT
Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nin önündeki alan polis bariyerleri ve bir polis ordusu ile kapatılmış. Bir önceki duruşmada olduğundan biraz daha geniş bir alanı kapatmışlardı bu kez. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın, kimyasal silah kullanımı iddialarının araştırılması gerektiğine dair açıklaması nedeniyle tutuklu yargılandığı davanın ikinci duruşması görülecek.
TTB yöneticileriyle, avukatlarla ve tanıdık meslektaşlarla yaptığımız sohbetin temel sorusu şu: “Tahminin ne?” Şebnem Hoca’nın ceza verilerek tahliye edilebileceğine dair düşünce ifade edenler, tutukluluğa devam kararı çıkacağını düşünenlere göre daha az. Gezi davasına dair mahkumiyet kararlarının istinafta onanması ve Fincancı ile TTB yönetimi hakkında bu kez “terör örgütü” üyeliği suçlamasıyla yeni bir soruşturmanın gündeme gelmiş olması, tüm bunların üzerine İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ve sonraki gelişmeler iyimser bir tahminde bulunmayı güçleştiriyor.
Duruşmaya dair haberler bu yazıdan önce yayımlanmış olduğu için, burada onları tekrar etmekten ziyade, ortadaki duruma ve toplam havaya dair gözlemleri paylaşmak daha anlamlı olabilir.
İkinci duruşma için de Türkiye’nin birçok barosundan avukat ve baro başkanları, milletvekilleri, siyasi parti temsilcileri, uluslar arası delegasyonunda aralarında bulunduğu kalabalık bir grup Çağlayan’daydı. Avukatların, üç avukat sınırlamasına ilişkin itirazları önceki duruşmada olduğu gibi yine mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Çok kolay karşılanabilecek olan, duruşmanın, salgın koşullarında dip dibe küçük bir salonda yapılması yerine daha büyük bir salona alınması yönündeki talep de reddedildi.
Ağır Ceza Mahkemesi heyetlerinin eski dönemlerdeki kıdem ve yaş standartlarına göre çok daha genç bir heyet var karşımızda. Mahkeme başkanının tavrı ise, talep ve itirazları mümkün mertebe sakin karşılayıp, sonra yanındaki iki üyeye, dudak okunması yapılmaması için yüzünü eliyle kapatarak dönüp yaptığı kısa konuşmaların ardından salona dönerek, taleplerin reddedildiğini bildirme. Buradaki üslup, ‘taviz vermemek’ takıntısı ile asabi üslupla tutum sergileyen mahkeme başkanlarından farklı olarak, kararı zaten kafasında olan ve mahkemenin usule dair gerekleri alt sınırdan da olsa yerine getiriyormuş gibi davranarak savunmaları dinlemek ve ardından da kararı bildirmek.
Bunu avukatlar da, Şebnem Korur Fincancı da biliyor zaten. Hatta Fincancı’nın avukatı Meriç Eyüpoğlu, yaptığı savunmanın ardından taleplerini sıralamadan önce, heyetten olumlu bir karar beklemediklerini ifade ederek tüm mahkeme heyetinin reddini talep ederken, ‘hadi bizi şaşırtın’ demeye getirdi.
Şebnem Korur Fincancı ise, önceki duruşmadaki beyanında dile getirdiği, ikinci duruşmada da yinelediği vurgu ile tam bir ‘at sineği’ formunda. Antik Yunan Filozofu Sokrates’in kendisine yakıştırdığı tabir olan ‘at sineği’ni, ‘devlete musallat olmuş at sineği’ olarak kendisi için kullanan Fincancı, bu metafor ile aslında, bir siyasal kararın hükmü için orada bulunduğu izleniminden başka bir şey hissedemediğimiz mahkeme heyetinin, dahası, duruşmanın gerçekleştiği ‘Adalet Saray’ının, önündeki tüm o polis bariyeri ve ablukasının karşısında, hepsinin üzerine çıkarak konuşuyor.
“Bu dava ile topluma korku salmak istiyorsunuz” diyor, kendisine yönelik suçlamalarla hakikat bükücülüğü yapıldığını söylüyor, ‘vatansız’ ilan edilmesini savunan iktidar ortağına yanıt verirken, dünyanın pek çok ülkesinde adli tıp uzmanı olarak kötü muamele ve işkence konusunda yaptıklarını hatırlatıyor.
Kendisi ile dayanışmak için duruşmaya gelmiş olanları tebessümle selamlarken, hem çevresine ‘ben iyiyim’ mesajı göndererek umut saçıyor, hem de suçlu olduğunu düşünmediği için savunma ifadesi yerine kullandığı beyanını yaparken, özgüvenli vurgularıyla hem savcıya hem mahkemeye heyetine dair sözlerini sıralıyor. Kendinden emin, güçlü bir ses tonuyla beyanını yaparken, tarzı olmayan bağırma çağırma ve ajitasyona filan da hiç meyletmiyor. Ama gür bir ses tonuyla tane tane sözünü söylüyor.
Duruşmasını ısrarla küçük bir salona hapsedenlere karşı sergilediği güçlü duruşu ile bırakın o salonu, o adliye sarayına da sığmıyor. ‘Siz hepiniz bir, ben tek’ dercesine konuşuyor ama elbette arkasında hem örgütü TTB’nin, TİHV’in ve hem de oradaki temsilcileriyle birlikte bizlerin, hepimizin olduğunu da bilerek.
Şebnem Hoca, tıpkı Sokrates’in yaptığı gibi, karşısındaki örgütlü hamasete karşı bilimin gücüyle savaşıyor. Aslında yarına bakarak konuşuyor. Zaten beraatini de istemiyor, “O duvarınız, vız gelir bize, vız” diyerek noktalıyor ve hakkındaki tüm suçlamaları reddettiğini haykırıyor.
Evet Çağlayan’dan bugün bir at sineği geçti. Önceki duruşmayla birlikte aslında ikinci kez. Mahkeme Başkanı, verilen aranın ardından, Şebnem Hoca’nın avukatının tüm mahkeme heyetinin reddi ve beraat talebine dair kararını açıklarken, red talebinin reddine ve tutukluğun devamı kararına kimse şaşırmıyor. Salondan bir hayal kırıklığı sesi de duyulmuyor. O, öyle dik dururken, kimse kendisini bırakamazdı. Kararın salon dışında duyulmasının ardından, “Şebnem Hoca yalnız değildir”, “TTB’ye dokunma” sloganları yükseliyor. Çağlayan adliyesi bu sloganlarla çınlıyor.
Şebnem Hoca ve onun arkadaşları, dostları olarak oradan çıkan herkes, bu davanın galibi gibi çıktı. Yaşasın at sineği!