30 Aralık 2022 13:59

Bir cezasızlık sürecinin anatomisi: Nihat Kazanhan

Burada anlatılan 12 yaşında öldürülen Nihat Kazanhan’ın hikayesi değil yalnızca. Bir çocuğun öldürülmesinin nasıl resmi ellerle örtbas edilmek istendiğinin hikayesi de aynı zamanda…

Fotoğraf: MA

Paylaş

Rojhat DİLSİZ*

Tarihler 14 Ocak 2015’i gösteriyordu. Uzunca bir süredir devam eden ve ağır aksak ilerleyen çözüm sürecini akamete uğratan ortamın son bulması ve çözüm sürecine uygun hareket edilmesi için farklı Sivil Toplum Örgütleri’nden bir heyet Cizre’deydi. O heyet olayların son bulması ve huzur ortamının tesis edilebilmesi için çağrı yaparken evinin hemen önünde bir çocuk arkadaşları ile oynarken başından vuruldu: 12 yaşını henüz doldurmuş olan Nihat Kazanhan. 

Beraber oynadığı arkadaşları caddenin karşı tarafında bulunan polislerin açtığı ateşle olayın gerçekleştiğini anlattılar ama resmi ağızlar öyle demiyordu. Öyle ya çocuklar resmi makamlardan daha mı iyi bileceklerdi arkadaşlarını kimin öldürdüğünü…

Önce Emniyet Müdürlüğünden açıklama geldi, sonra Şırnak Valiliğinden. “Hiçbir polis biriminin olay yerinde bulunmadığını” söylüyordu resmi ağızlar.

Aynı akşam açıklama yapan dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya göre yaşanan “provokasyon”du. Şöyle diyordu Ala: “Zaman zaman orada polise karşı silah kullanılıyor, polis silahla karşılık veriyor. Terör bölgesi, terörün olduğu yerde bu tür çatışmalar da olabiliyor. Toplumsal olaylar oluyor gaz kullanılıyor. Ama bugün bu yok. Bugün herhangi bir polis müdahalesi, silahla ya da gazla olmamış.” 

Ve nihayetinde dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, bir gazetecinin sorusu üzerine, “Burada net olarak ifade etmek istiyorum; bunun, herhangi bir şekilde emniyet görevlilerimizin kurşunlarıyla öldürülmesi söz konusu değil. Orada ne fiili bir müdahale ne de gaz kullanımı söz konusu oldu” diyecekti.

Soruşturma aşamasında sürdü bu tavır. Diyarbakır Kriminal Laboratuvarı inceleme sonucunda hazırladığı raporu “bu tür av tüfeklerinin emniyet envanterinde bulunmadığı, 6-7 Ekim Kobanê eylemleri sırasında yağmalanan av tüfeği bayilerinden göstericiler tarafından alındığını” söylüyordu. Rapora göre “bahse konu şahsın ölümüne sebep olan nesnenin bu faaliyetler esnasında ‘birileri’ tarafından kullanılan bir silahtan çıktığı “kesin” olarak saptanmış”tı. Raporu ‘malum’ medyanın servis ettiği birtakım haberler izledi.

12’sinde bir çocuk sokak ortasında arkadaşları ile oynarken öldürülmüştü ve benzer durumlarda gördüğümüz siyasal refleks devredeydi. Tüm ‘resmi kurumlar’ cinayeti örtbas etmek için kollektif bir çaba içerisindeydi.

CEZASIZLIK İTİRAFI: ‘TUTUKLANACAĞIMIZI DÜŞÜNMÜYORDUK’

Tüm Türkiye’nin gözü önünde, İçişleri Bakanı ve Başbakan "Polisler kesinlikle o esnada olay yerinde değillerdi" dedikten bir gün sonra görüntüler ortaya çıktı. Görüntüler net bir şekilde polisin, hedef gözeterek, çocukların üzerine toplumsal olaylarda kullanımı yasak olan silahla ateş açtığını gösteriyordu. Ellerinde çekirdeklerle kendi aralarında şakalaşırlarken görünen polisler, birdenbire yaşları 10-13 arasında değişen çocuklara karşı "tahrik" olmuştu ve milli bir bilinçle kullanımı yasak olan silahla ateş açmıştı.

“Polisler orada değildi” diyenlere ne oldu denilirse bırakın soruşturma geçirmeyi, yargı önüne çıkmayı, özür bile dilemediler…

Soruşturma aşamasında biz, delillerin karartılmaması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için mücadele ederken, tutuklanan bir polis olayın ayrıntılarını cezaevinden yazdığı mektupla anlatıyordu. Mektuba göre olaydan hemen sonra tüm güvenlik görevlileri, amirleriyle beraber toplanarak bu olayı nasıl örtbas edebileceklerine ilişkin ciddi bir çalışma içine girmişler ve sorumluluğu bir polis memuruna yükleyerek diğerleri suçtan kurtulmaya çalışmışlardı.

Şöyle diyordu sanık polis: “Biz kendi aramızda konuştuk, hem kamera görüntülerinin olmaması hem de arkadaşımızın yanmaması için olayı kapatmaya çalıştık. Çünkü tutuklanmayacağımızı düşünüyorduk.”

Görevleri bizi korumak olan güvenlik güçleri, 12 yaşında bir çocuğu öldürmüş ve bunu nasıl örtbas edeceklerini konuşmuşlardı.

Bu benzer şekilde öldürülen ve failleri açığa çıkarıl(a)mayan yüzlerce çocuğa ilişkin cezasızlık politikasını da gözler önüne seriyordu.

MÜNFERİT DEĞİL KOLLEKTİF…

Soruşturma süresince gerçek faillerin ortaya çıkarılması için olabildiğince sağlıklı bir çalışma yapılması gereğini dile getirmemize rağmen eksikliklerle beraber iddianame hazırlanıp yargılama aşamasına geçildi. Baro olarak yapmış olduğumuz çağrıya istinaden Türkiye’nin her yerinden onlarca Baro dosyaya müdahillik talebinde bulundu ve bu talepler mahkemece kabul edildi.

Türkiye’nin dört bir yanından onlarca avukat, sivil toplum örgütü, insan hakları aktivistleri dosyayı takip etti. Zira bu dosyanın da benzer dosyalar gibi akamete uğratılmaması ve gerçek faillerin ortaya çıkarılması konusunda ciddi bir talep ve heyecan vardı.

Çünkü bu olay münferit bir olay değildi. Nihat Kazanhan cinayeti tek bir güvenlik görevlisinin tahrik altında işlediği bir cinayet değildi. Zira bu olayın planlı bir şekilde işlendiğine dair kuvvetli veriler vardı:

  • Olay günü Sivil Toplum Örgütlerinden oluşan bir heyetin barış çağrıları yaparak çözüm sürecine uygun hareket edilmesi çağrısı yapması,
  • Kullanımı ve bulundurması yasak olan bir silahın her nedense kullanılmak üzere zırhlı araca alınması, ortada hiçbir olay veya hareketlilik yokken çocukların üzerine hedef gözeterek ateş açılması ve akabinde alelacele toplanılıp suçun ve faillerin gizlenmeye çalışılması,
  • Olay sonrasında alelacele olay yerinden ayrılmaları ve Nihat’ın hastaneye yetiştirilmesi için çaba sarf edilmemesi 
  • Tüm resmi makamlarca aynı anda 24 saat güvenlik görevlilerinin bulunduğu bir alanda ‘olay yerinde hiçbir güvenlik görevlisinin olmadığına’ dair açıklamalarda bulunulması ve bu açıklamaların kaynağını oluşturan raporları hazırlayanlar hakkında hiçbir adli-idari işlem yapılmaması,
  • Özel harekat birimlerinden alınan silah ve mühimmatların eksik teslim edilmesine rağmen eksiksiz teslim edildiğine dair sahte tutanak tutulması…

Yargılama süreci boyunca karşılaştığımız benzer onlarca şüpheli durum bu olayın münferiden değil kollektif bir çalışma sonucu esas olarak çözüm sürecini akamete uğratmak ve provokatif bir sürecin başlangıcını oluşturma gayesiyle hareket edildiği şüphesini bizde uyandırıyordu.

ADALETSİZLİK DUVARINA ÇARPA ÇARPA…

Biri tutuklu beş polisin yargılandığı Nihat Kazanhan cinayeti davasında Cizre 1. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklu sanığa müebbet hapis cezası verdi. Ancak mahkeme cezayı önce "haksız tahrik"ten 16 yıla, sonra "iyi hal"den 13 yıl 4 ay’a indirdi. Tutuksuz yargılanan dört sanık polise ise kamu personeline suçu bildirmemekten 5’er ay hapis cezası verildi ve hükmün açıklanması ertelendi.

Dosyada bulunan mevcut delilleri de hatırlatarak haksız tahrik indirimi uygulanmasına istinaf ve Yargıtayda itiraz ettik. Ve bütün itirazlarımız reddedildi. Bu kez dosyayı Anayasa Mahkemesine taşıdık. Anayasa Mahkemesine taşıdığımız dosyada esas olarak benzer tüm dosyalarda uygulanan cezasızlık politikasının failleri cesaretlendirdiğini ve bu pratiğin mevcut durumda bu ülkede bir cezasızlık kültürünün oluşmasına sebebiyet verdiğini ifade ederek ayrıntılarıyla açıkladık. Ve nihayet Anayasa Mahkemesi "yaşam hakkının ihlal edildiği ve haksız tahrik indiriminin uygulanamayacağına ve bu durumun benzer ihlallerin önüne geçilmesi amacına matuf caydırıcılığı da engellediği" gerekçesiyle ihlal kararı verildi.

Başvuru yaptığım dönemde Şırnak Barosuna bağlı bir avukat olarak çalışıyorduk. Geçen 7 yılda AYM’nin "ihlal" kararını Şırnak Baro Başkanı olarak almak kısmen bizi mutlu etmiş olsa da tatmin etmiyor.

Baro Başkanı olarak meslektaşlarımızla takip ettiğimiz benzer onlarca dosyada halen cezasızlık kültürünün devam ediyor oluşu, cezasızlığın sadece devlet bekası için kullanılan bir güvenlik tedbiri değil iyice siyasallaşmış bir kültür olduğunu bize gösteriyordu.

Esasında bizim amacımız ısrarla her platformda dile getirdiğimiz üzere bölgede hak ihlallerinin son bulması ve bu hak ihlallerinin yaşanması neticesinde güvenlik güçlerinin faili olduğu dosyalarda süregelen cezasızlık geleneğinin bozulmasıydı. İlk defa net bir şekilde inkar edilemeyecek görüntüler ortaya çıkmıştı. İlk defa gerçek faillerin ortaya çıkabileceğine dair bir umut belirmişti. Bu umut Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bu kararla az da olsa canlanmış olsa da adaletin toplumsal anlamda tesis edilebilmesi için yeterli değil kuşkusuz.

CEZASIZLIĞIN KADERİMİZ OLMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ

Son 20 yılda benzer durumlarda 350’den fazla çocuk öldürüldü. Failleri bulun(a)madı. Gerçi bulunsa da bunları ulvi ve milli duygularla işlemişlerdi. Bu ulvi ve milli duygularını kaşıyan, bu duygularını kışkırtanlar olursa "tahrik" altında kalıp istemeden de olsa bu suçları işleyebiliyorlardı.

Zira Cizre’de yaşanan sokağa çıkma yasaklarında görev alan kimi kolluk görevlilerinin sosyal medyaya düşen görüntülerinde boş sokaklara ve evlere silah atışı yaparken "Yansın Cizre yansın, yeter ki devlet baki kalsın" dedikleri bu ulvi duygularına da şahit oluyorduk.

Bu nedenle sadece taş attığı için yıllarca cezaevlerinde tutuldu çocuklar. Türlü işkencelerden geçirildiler. Sincan’da şiddete uğrayıp işkence gördüler, Pozantı’da onlarca "görevlinin" tecavüzüne uğradılar, Şırnak’ta banyo yapamadıkları için hastalık kapıp karantinaya alındılar, bedenlerini ateşe verdiler ve tüm bunlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda bu suçları işleyenler değil, onları yargı önüne çıkması için mücadele verenler yargılandı. 

Tıpkı şimdi çocuk tecavüzcülerinin aklanmaya çalışılması gibi… 

Tıpkı Nihat Kazanhan dosyası gibi onlarca çocuğun dosyasını başından sonuna kadar takip eden, çocuk alanında çalışan ve emek veren kimi derneklerin sebepsiz ve gerekçesiz kapatılması gibi…

Ancak şunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Cezasızlık politikası bu ülkede bir rutin haline gelmiş olsa da kaderimiz olmasına asla müsaade etmeyeceğiz…

Nâzım'ın dediği gibi "Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman, çocuklara kıymayın efendiler".

* Şırnak Barosu Başkanı

ÖNCEKİ HABER

Tanıkları polis olan davada hak savunucularına ceza

SONRAKİ HABER

İtalya 2022: Çürüyen burjuva demokrasisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa