02 Ocak 2023 04:46

İki yılın ardından Boğaziçi direnişi: Birimiz ve hepimiz

‘Vazgeçmediğimiz’ şey, yine tüm Türkiye için geçerli bir ‘özgür, özerk, demokratik üniversite’ ideali.

Fotoğraf: Aslı Kalaycıoğlu

Paylaş

Doç. Dr. Erol KÖROĞLU
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

31 Aralık Cumartesi günü sosyal medyada tesadüfen gördüm: Ankara Üniversitesi, DTCF Sosyoloji öğretim elemanları, bir kamuoyu açıklamasıyla, rektörlük tarafından ilan edilen bir doktor öğretim üyesi kadrosunun kendileri dışında, hatta istemediklerini belirttikleri halde açılmakta olduğunu söylüyorlardı. Rektörlüğün, bölümü yok sayan bu ilanı geri çekmesini talep ediyorlardı.

Bir Boğaziçi Üniversitesi mensubu ve aynı zamanda ÜNİVDER (Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği) Eş Sözcüsü olarak, DTCF’deki meslektaşlarımı gayet iyi anlıyor ve üniversite özerkliğini ihlal eden bu uygulamaya karşı çıkışlarını destekliyorum. Ancak şu nokta vurgulanmalı: Burada söz konusu olan, Ankara Üniversitesi rektörlüğünden kaynaklanan istisnai bir suiistimal ya da istismar değil. Bu, şu andaki Türkiye yükseköğretim yönetiminin standart uygulaması. 26 Aralık 2022 tarihli Artı Gerçek’teki “Gürültüye Getirilen Toplum” yazımda da belirttiğim üzere, buradaki durum bir “kayyımlık” uygulaması. Türkiye’nin tüm yükseköğretim sistemi “kayyım rektörler” aracılığıyla yönetiliyor. Bundan 40 yıl önce kurulan YÖK, zaten vesayetçi ve merkezi kontrole dönük bir sistemdi ama 2016’da rektör atama yetkisi doğrudan doğruya cumhurbaşkanına devredildikten sonra, var olan YÖK de sınırlı etkisini kaybetti ve yükseköğretimle ilgili her şey, cumhurbaşkanlığı sarayındaki ofislerden belirlenmeye başlandı.

Belki bazı Türkiye üniversitelerinde şu anda bu çok kolay fark edilmiyor olabilir. Fakat biz Boğaziçi Üniversitesinde, bundan iki yıl önce, 2 Ocak 2021’de Melih Bulu cumhurbaşkanı tarafından rektör atandığından beri kayyımlık yönetimin akla gelebilecek her olumsuz yönünü gözlemledik ve buradan kaynaklanan kamu zararı ile hasarlara tanık olduk, olmaya devam ediyoruz. Boğaziçi’nde neler olduğunun çok kısa bir özetine 31 Aralık tarihli Cumhuriyet’te Sena Tufan’ın yazısından erişilebilir. Eğer daha fazla bilgi edinmek isteyen olursa, Boğaziçi Üniversitesi direnişinin web sayfasına göz atabilirler.

Biz Boğaziçi’nde Bulu atamasına 3 Ocak’ta ortaya koyduğumuz bir açıklama metniyle “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” dedik. Kamuoyunda çeşitli kanallardan yankılanmış bu ifade, bilimsel özgürlük ve üniversite özerkliğini yok sayan bu tepeden atamayı kabul etmediğimizi ve bunu yaparken de, ta 2012’den itibaren üniversite senatosunun kayda geçirdiği “Akademik İlkeler” metnimizden vazgeçmediğimizi ortaya koyuyordu. Boğaziçi Üniversitesinin 2012 yılında formüle ettiği bu üç sayfalık kısa metin, iki senedir tüm üniversite bileşenlerinin maruz kaldığı ağır baskı ve saldırılara rağmen sergilediği direnme iradesinin başlıca dayanağıydı diyebiliriz. Yukarıda andığım web sayfamızda bu metin de yer alıyor, incelenebilir.

3 Ocak 2021’de harekete geçtiğimizde, Boğaziçi’ni bir istisna olarak görmediğimizi ve bu uygulamaları tüm Türkiye yükseköğretimi adına kabul etmediğimizi her vesileyle ifade ettik. Bu anlamda “vazgeçmediğimiz” şey, yine tüm Türkiye için geçerli bir “özgür, özerk, demokratik üniversite” ideali. Üniversite, insanlığın yararına olacak yeni ve özgün bilgiyi üreten, bu bilgiyi öncelikle öğrencilerine aktaran ve hemen ardından geniş toplumla da paylaşmayı hedefleyen kamusal bir kurumdur. Bunlar için tam bilimsel özgürlük olmazsa olmaz bir koşuldur. Böyle bir bilimsel özgürlük noktasından yola çıkacak akademi, akademisyenleri ve diğer çalışanları istihdam ederken, büyük çoğunluğu vatandaşın vergilerine dayanan kamusal kaynakları kullanırken, ders ve araştırma gündemlerini belirlediği akademik konularda ve en alttan en üste yatay örgütlenişinde özerk olmalıdır. Dünyadaki yükseköğretim sistemleri incelendiğinde, en başarılı üniversitelerin bilimsel özgürlük ve özerkliklerinin son derece ileri olduğu görülmektedir. Bu noktada lafı çok uzatmadan şunu söyleyebiliriz: Gençlerimizin üniversiteden mezun olduklarında aldıkları diplomaların ulusal ve uluslararası alanlarda iyi karşılanmasını istiyorsanız, özgür ve özerk üniversiteler oluşturmaya öncelik vereceksiniz.

Özgür ve özerk bir üniversite en kolay, tüm yönetim aşamalarını demokratik, şeffaf ve hesap verebilir biçimde belirleyen bir yönetim aracılığıyla mümkün olur. Bu nedenle “özgür, özerk, demokratik üniversite ideali” aslında gerçekçi ve uygulanabilir bir sistemdir. Böyle bir üniversitede istismar, suiistimal ve yolsuzluklar hemen fark edilebilir ve engellenebilir. Bu yüzden tüm Türkiye üniversitelerinde bunu talep etmeliyiz.

Tüm Türkiye için talep etmeliyiz çünkü bugün üniversitelerde rektörlükten başlayıp en aşağı birimlere kadar uygulanan kayyımlık ya da tepeden yönetim sistemi, bir bütün olarak “özgür, özerk, demokratik üniversite” modelini yıkmayı hedefler. Kayyımlık modeli, yıkmaya çalıştığı model gibi bütüncül bir sistemdir. Liyakatsizlik, kayırmacılık ve keyfilik niteliklerinden yola çıktığı için, herhangi bir noktada bunları engelleyecek bir yapıyı istemez. Eğer baştaki DTCF örneğinde olduğu gibi, bir bölüm akademik kadrosuna “paraşüt” yoluyla liyakatsiz bir kişi eklenmesini eleştiriyor ve bizim Boğaziçi’nde yapılan bu paraşütlü atamalara düzenli olarak yaptığımız gibi konuyu mahkemeye götürerek karşı geliyorsa, kayyımlık sisteminin tekerine çomak sokulabilir. O yüzden, kayyım-rektörler bu olasılıkları ve direnişleri azaltmak için ellerinden geleni yapar ya da yukarıdan müdahaleyle yapmaya zorlanırlar.

Buradaki kısıtlı söz hakkımı şu vurguyla bitirmek isterim: Boğaziçi Üniversitesi’yle ilgili bir haberle karşılaştığınızda, tüm Türkiye’de yaygın olan kayyımlık sisteminin “özgür, özerk ve demokratik üniversite ideali”ni yıkma yolunda yeni bir adım atmakta olduğunu hatırlayın. O zaman belki sadece Boğaziçi’ne değil, hepimizin geleceğine yönelik bir hasar oluşmakta olduğunu daha rahat fark edersiniz. Bu anlamda Boğaziçi Türkiye’dir, Türkiye de Boğaziçi. Pek çok konuda olduğu gibi burada da mücadele ve savunma alanı ortak. Geleceğimizi birlikte kurtarmak ve hasarları birlikte tamir etmeye girişmek zorundayız. Boğaziçi Üniversitesi direnişin üçüncü yılına girerken, bu çerçevenin tüm kamuoyunda anlaşılmasını umuyoruz. Bu anlamda, “kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.”

ÖNCEKİ HABER

Manisa'da kadın cinayeti: Tutuklanan erkek daha önce iki kadını öldürmüş

SONRAKİ HABER

Kayyumun 2 yılı: Öğrenci haklarına tırpan, akademide kıyım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa