04 Ocak 2023 06:00

Bir olay: Anayasa taslağı tartışmaları Bir kavram: Anayasa

İdealist tarih anlayışı, anayasanın toplumun güç ilişkilerini ve devlet kurumlarındaki güç dinamiklerini tek yönlü olarak belirlediğini öne sürer. Halbuki, esas olan tersidir.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Bir olay: Anayasa taslağı tartışmaları

Seçime yaklaşırken hem iktidar kanadından hem altılı masa kanadından karşılıklı açıklamalar yükselmeye devam ediyor. Her ne kadar öncelikli gündemi aday tartışmaları oluştursa da “parlamenter sisteme geçiş” amacı çerçevesinde altılı masa da anayasa taslağı ile ittifakın amacının somut bir çıktısını öne sürdü. Diğer yandan AKP ise CHP’nin gündeme getirdiği başörtüsü tartışmasına sıkıştırdığı genel bir anayasa değişikliği üzerinde çalışıyor.

Daha önce 2010’da ve 2017’de gerçekleşen anayasa değişikliği referandumları iktidarın elini güçlendirmiş, Türkiye’nin bugün içinde olduğu duruma sürüklenmesinde bürokratik ve hukuki zemin hazırlaması bakımından dönüm noktaları olmuştu. Burjuva muhalefet, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik darboğazın gerekçesi olarak “hukuksuzluğa” işaret ederken bu söylem geniş kitlelerde de karşılık buluyor. İki burjuva siyasi kanadın anayasa düzenlemesi çevresindeki tartışmaları seçime doğru daha da ses getirecek gibi dururken biz de bu tartışmaların ön gününde Bir Olay ve Bir Kavram sayfamızda anayasa kavramını ele alıyoruz.

 

Bir kavram: Anayasa

Lewis Henry Morgan, 1877’de yayımladığı “Eski Toplum” adlı çalışmasında devlet düzeninin insan toplumuna mülkiyetin ortaya çıkmasıyla dahil olduğunu bulgularla göstermiş*, Marx ve Engels’in yaklaşık çeyrek asır evvel öne sürdüğü tezleri doğrulamıştı. Daha sonra Engels, Marx’ın notlarına dayanarak devlet düzeninin toplumsal sınıfların belirmesiyle ortaya çıktığını ve bu sınıf mücadeleleri paralelinde değiştiğini detaylıca tartışacaktı**. Daha sonra, farklı bir perspektifle olsa da bir başka antropolog Pierre Clastres da mülkiyet ilişkilerinin olmadığı çeşitli yerli toplulukların yazılı yasaya karşı ritüellerini ele aldığı çalışmasında, toplumsal örgütlenmenin bürokratik bir yasal devlet düzenine karşı şekillendiğini ele alacaktı***. Genel yaklaşımının doğru ya da yanlış olmasından bağımsız olarak Clastres da yazılı yasanın politik gücün bir yansıması olduğuna dikkat çeken bulgular sunmuştu. Bunlarla ilişkili olarak, anayasanın modern devlet yapısının temel taşı olduğu, temel hak ve özgürlükleri tanımlarken toplumun genel örgütlenme tarzını ifade eden dayanaklar olduğu söylenebilir.

Tarihin, doğrudan insan eylemlerinin bir ürünü olduğunu gözetmeyen idealist bakış açısı, anayasanın toplumun güç ilişkilerini ve devlet kurumlarındaki güç dinamiklerini tek yönlü olarak belirlediğini öne sürebilir. Oysa bilimsel bakış açısı ve materyalist tarih görüşü, anayasanın güç ilişkilerinin bir sebebi olduğu kadar, hatta daha çok, onun bir ifadesi olduğunu ve toplumsal mücadele düzeyine göre anayasaların da değişebileceğini tanıtlar. Toplumun farklı çıkarları olan zümrelere bölündüğü sınıflı toplumda devlet ve onun temel dayanağı olan anayasa, bu çıkar çatışmasını egemenlerin lehine koruyacak toplumsal kurumlar olarak şekillenir. Zira maddi imkânları elinde bulunduran sınıf, bu yolla hem politik hem fikrî gücü elinde tutar ve bürokratik düzenlemelere yön verebilir.

DEMOKRATİK ANAYASA İÇİN MÜCADELE

Bu şartlar altında oluşturulmuş bir anayasa, özü itibarıyla halkın çıkarlarını korumak için değil, egemenlerin çıkarlarını korumak için yazılmıştır. Gerçekten demokratik bir toplumun ihtiyacını ve geniş kesimlerin hak taleplerini karşılamaz. Örneğin, mülkiyet hakları sıkı biçimde korunurken herkese konut sağlamak, herkese iş sağlamak gibi kitlelerin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ödevler aynı derecede güvenceye alınmaz. Çünkü bugünün toplumunda anayasayı belirleyen baskın güç burjuvazidir ve ancak halk yığınlarından politik bir toplumsal baskı ile halkın çıkarına yasal düzenlemeler yapılabilir. Bu bağlamda, demokratik ve müreffeh bir toplum için anayasanın uygulanması yeterli değildir, anayasanın demokratik bir yolla geliştirilmesi, değiştirilmesi şarttır.

Mevcut şartlar altında uygulanan hukuk, egemen sınıfın hukukudur ve ezilen sınıfın mücadele yoluyla edindiği haklar, ilk fırsatta göstermelik yasalara dönüşür. Yani anayasa da toplumsal güç ilişkileri gibi değişkendir ve sınıflar mücadelesinin düzeyi ile belirlenir. Türkiye’de bugün anayasa tartışmalarının her iki burjuva siyasi kanat tarafından da dar tartışmalara indirgendiği görülmektedir. Esas sorun kimin ne giyebileceği, kimin ne kadar süre bir makamda oturabileceği, kaç kişinin kimler tarafından nerelere atanabileceği sorunu değildir. Esas sorun iş güvencesidir, gelecek kaygısıdır, konut sorunudur. Yargı, yasama ve yürütme organlarının bürokratik işleyişlerine yönelik yüzeysel değişiklikler, burjuvazinin çeşitli klikleri arasındaki politik savaşıma ve hatta toplumdan yükselen şikayetlere dair önemli fikirler verse de halkın talepleri ile çıkarları bunlarla sınırlı değildir.

Bu nedenle demokratik bir anayasa için mücadele yürütülmesi, her kesimin bu mücadeleye katılması ve taleplerini dile getirmesi tek yoldur. Burjuva partilerinin “daha demokratik” görünümlü anayasa savaşlarının yerini, halkın siyasetinin dayattığı hak ve denetim temelli talepler almalıdır. Bu da ancak siyasetin halkı temsil ettiğini, onların çıkarlarını savunacağını iddia eden burjuva partilere bırakılmadan halkın doğrudan katıldığı politik mücadele ile yürütüldüğü bir düzlemde mümkündür.

 

*: Lewis Henry Morgan’ın 1877 yılında yayımladığı Eski Toplum kitabı birçok çevre tarafından ilk bilimsel antropolojik eser olarak kabul edilir.

**: Friedrich Engels – Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (1884)

***: Pierre Clastres – Devlete Karşı Toplum (1974) (bkz: İlkel Toplumlarda İşkence başlıklı makale)

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

KYK’nin aba altından sopası: interneti kesmek

SONRAKİ HABER

İzmir ve Muğla’da emekliler: Sahte yüzdelik değil, insanca yaşayacak ücret istiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa