TTK Üzülmez işçileri karşılaştıkları kötü muameleyi anlatıyor: Oradan köpek geçerse sen de geçersin
Belin ağrıyor, şefe gidiyorsun, ‘S… git ocağa çalış’ diyor. Bir alan var daracık, ‘Oradan geçemiyoruz’ dedim, ‘Oradan köpek geçer mi’ diye sordu. ‘Geçer’ dedim ‘O zaman sen de geçersin’ diyor adam...”
Fotoğraf:DHA
Hazırlayan: Hilal TOK - Zonguldak
Türkiye Taşkömürü Kurumuna bağlı tüm müesseselerde yer altında 6 bin 68, yer üstünde 1400 işçi çalışıyor. Sözleşmeli memur sayısı ise 1230 dolaylarında. Zonguldak’taki Üzülmez Müessesindeki işçi sayısı ise 1200. Eksi 260 kota kadar üretim yapılan maden ocağı sendikanın açıklamasına göre en az maliyetle en çok üretimin yapıldığı TTK ocağı. Buna karşın özelleştirme tehlikesi hep üzerlerinde. Görüştüğümüz Üzülmez işçileri, özelleştirme sopası gösterildiği için bir araya gelmelerinin daha da güçleştiğini, işçilerin bilinç düzeyinin toplam tabloyu değiştiremediğini vurguluyor…
MADENCİNİN NASIRLI ELLERİ…
TTK’ye bağlı Üzülmez işletmesinden 4 yıllık madenciyle sohbet edeceğimiz masaya oturur oturmaz; içi kalın, sert bir tabaka halini almış, nasırlaşan, geçen yaraların ardından kalan izlerle dolu avuçlarını gösteriyor: “Bak madenci eli böyle olur, bu iyi hali ben sana söyleyeyim.” Ardından bu avuçlardaki yaraları oluşturan koşulların kimsenin umurunda olmadığını söylüyor: “Ben açık konuşayım. Ben madenciyim; madende bir kaza olduğunda herkes bunu örtmeye bakar. Çünkü madenler özelleştirme güdümünde artık. Hükümetin burada bize tek gösterdiği yüzü de özelleştirme sopası. Bu özelleştirme sopası yüzünden hiçbir şeye sesimizi çıkaramıyoruz. Daha beter olur, burayı elimizden alırlar diye korkuyoruz. Ama her türlü gidişat özelleştirme yönünde.”
Günde 7 saat, aylık 16 bin liraya çalıştıklarını söylüyor. 1200 işçinin çalıştığı Üzülmez’de üretimin sürekli olduğunu ancak katliam yaşanan Amasra İşletmesinin gözden çıkarılan ilk yer olduğunu anlatıyor: “Amasra’yı Hema’ya sattılar. Hema hazır yerleri aldı, kömür çıkarmak için hiç uğraşmadı. Amasra hep bir üvey evlat muamelesi gördü. Özelleştirme hep gündemdeydi. Kozlu ve Üzülmez’de de Soma Madencilik’e hazırlık galerisini verdiler daha önce. Soma burada aşırı zarar ettiğini söyleyerek bıraktı. İşçileri de yüzüstü kaldı. Soma devletin ocağında adam çalıştırıyordu yani.”
"HÂLÂ GÖÇÜKTEN MALZEME SÖKÜYORUZ"
“Madenciye madenciden başka kimse sahip çıkmaz” diyerek iş cinayetlerinin de kazaların da özelleştirme hedefiyle bağlantısı olduğunu dile getiriyor: “Şimdi 6 mühendisin çalışacağı yerde 2 mühendis varsa… Şimdi düşün, benim 2 tane gözüm var. 2 gözümle en fazla seni görürüm. Burada 4 mühendis olsa ben işten kaçabilir miyim? İhmali gözden kaçırabilir miyim? Amasra’daki gibi kazalar oluyorsa demek ki eksiklikler var. Başıboşluk yukarıdan aşağıya geliyor işte. Mesela işçimiz eğitimli değil, mühendisimiz eğitimli değil. Burada işçi bir kere kendisini işçi olarak görmüyor. Niye görmüyor? Aldıkları maaştan görmüyor. Bu adam asgari ücretin iki katını alıyor. Ama gel gör ki ilk defa madenci maaşı 1000 doların altına düştü TTK tarihinde. Bunu görmüyorlar. Verilen eğitimler de yetersiz çünkü burası gözden çıkarılmış. İşçiler de ocaklarına sahip çıkmıyor. İnsanlar aşağıda dertlerini anlatamadığı için vurduğu kazmadan çıkarıyor öfkesini anca. Devlet bir kere kurumu terk etmiş… Herkesin önceliği kişiselleşiyor, bencilleşiyor. Dayanışma olmuyor. Göçükten malzeme söken işçi arkadaşım 2017 yılında öldü. Ama o göçükten malzeme söktüren yine sistemin kendisiydi.”
İŞÇİYE KÖPEK MUAMELESİ!
Ocakların da işçilerin de modernize edilmesi gerektiğini dile getiren işçi, işçilerin bilinç düzeyinin eksikliğinin birliktelik ve disiplin duygusunu dağıttığını, bunun iş kazalarına da neden olduğunu ifade ediyor: “Yılda bir kere İSİG kursu yapıyorlar. Onda da bir adam geliyor, hatıralarını anlatıyor. Biz de dinliyoruz hoca bizi bıraksın bir an önce diye, anladın? Daha derinlerden çıkıyor artık kömür, ona göre teknoloji yok, ona göre bir çözüm üretmiyorlar. Mesela makineyi modernize ediyorsa işçiyi etmiyor. Daha iyi bir çizme vermiyor örneğin. Lağımcı nasıl olunuyor biliyor musun? Soruyor sana, barutçu olmak istiyor musun, sınav yapıyorlar, bu kadar. Çinliler geldi buraya, biz burada çalışmayız bu ne böyle kıçı başı belli değil, göçebe çadırı gibi deyip gittiler. Şef yaptığın adamın okuma yazması yok. Belin ağrıyor, şefe gidiyorsun söylüyorsun, ‘S… git ocağa çalış’ diyor. Bakma öyle, sinirleniyorum konuşurken. Düşün bir alan var daracık, ‘Oradan geçemiyoruz’ dedim, ‘Oradan köpek geçer mi’ diye sordu. ‘Geçer’ dedim ‘O zaman sen de geçersin’ diyor adam. Buyur gel! Sonra ne olacak ben oraya aidiyet duygusu hissedeceğim öyle mi? Dayanışma olacak, şu bu olacak. Sen eğitimsiz adam alırsan ocağa, laçkalaşır, o da kazaları getirir. 1848’den beri burada işçi sömürüsü almış başını gidiyor. Anne baba hesap sormayı bilmiyor.”
Türkiye’deki bütün maden ocaklarında benzer sorunlar olduğunu ancak özel ocaklarda durumun daha da vahim olduğunu, bu yüzden özelleştirmeye karşı da devletin TTK ocaklarını eritmesine karşı da mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan Üzülmez işçisi, “İşçi hakları hep geriye gitti. Mesela bel fıtığını meslek hastalığından çıkarttılar. Aslında meslek hastalığı. Eskiden mesela insanlar burada bel fıtığı olduğu zaman daha rahat servislere alınırmış. Artık öyle bir şey yok. Özel sektörde durum daha da beter. İnsanlar parasını alamıyor” diyor.
"DEVLET BİZDEN VAZGEÇTİ"
Gülerek, “Bizim ocakta sorun yok mu sanki? İki gün anlatayım, anca biter” diyen işçi, sorunların çözülmesi için bir araya gelmeleri gerektiğini söylüyor: “Yol kenarında gelişi güzel atılmış malzemeler doludur bizim madende. Her türlü atık, hurda… Sayıştay raporunda da yazıyor bu ama sor bakalım Sayıştaya ne yapacağım bu malzemeyi ben? Malzemenin dışarı çıkması lazım. Niye çıkmıyor? Ocakta yeri yok, bunun gitmesi lazım, niye orada? İşçi yok çünkü. O malzemeler yüzünden yürüyemiyorsun, su kanalına düşüyorsun, kaza geçiriyorsun kimin umurunda? Dar alanda çalışmak zorunda kaldığı için mesela manevra yapamıyorsun. Özel sektörde işçi her işten sorumludur, kazmadan çöp atmaya, yanındaki adama kadar. Devlette öyle değil. Ama şimdi de pek çok iş kolunu birleştirdiler. Eskiden tulumbacı olan şimdi makineye de bakıyor. Bir kişi zaten iki kişinin işini yaparken bir de bunlarla uğraşamıyor. İşçi azlığından dolayı bakım onarım da zayıf. Az işçiyle çok iş yapıldığı için bu üretim baskısı yaratıyor. Bu da iş kazasını artırıyor. Çünkü çember daralıyor. Dediğim gibi işçi sayısının yetersizliği, eğitimin yetersizliği sorunların temelini oluşturuyor. Bunun sebebi de devletin buradan vazgeçmesi. Kendimizi hatırlatmak tek çözüm!”
"BUNLAR KADERİMİZ Mİ YANİ?"
13 yıllık bir başka Üzülmez işçisi ise her gün ölmeden mezara girdiklerini söylüyor: “İnsanlar ölünce iki metreye gömülür. Biz her gün canlı canlı metrelerce mezara giriyoruz. İşçi sayısı az. İki kişilik işi bir kişi yapıyor, üstümüzde psikolojik baskı oluyor. Bedensel yorgunluk oluyor. Norm kadroyu her seferinde düşürüyorlar. 7 bine düştü işçi sayısı. 14 bin işçi ile çalışmamız gerekiyor oysa. Amasra’da benim de arkadaşlarım vefat etti. İhmal var. Orada iki üç aydan beri sürekli gaz yükselmesi oluyormuş. Bizim en çok kullandığımız şeylerden biri, ‘Bir şey olmaz.’ Önlemler alınsaydı böyle bir facia yaşanmazdı. Ölüm her yerde ölümdür ama bu kader gibi bir şey değil. Denetimler var ama yeterli değil. Bizim çalıştığımız ortamlar, tozlu, rutubetli ortamlar. Meslek hastalıkları oluyor. Zaman zaman iş kazaları oluyor. Bizde meslek hastalıkları çalışırken değil de emekli olduktan sonra çıkıyor asıl olarak ortaya. Bunlar kaderimiz mi yani?”
"SÜREKLİ ÇABA GÖSTERECEĞİZ Kİ DEĞİŞSİN"
"Peki bu işçiler neden yan yana gelmiyor, sendikanın buradaki tutumu ne?" diye soruyoruz. Üzülmez işçisi yaka silkip “Allah o sendikayı başımızdan eksik etmesin(!)” deyip, devam ediyor: “Şu ülkede olması gerektiği gibi bir sendika görmediğim için burada sendika nasıl olmalı bilemem. Ama böyle olmayacağı kesin. Sendikacılar burada nezaretçilerden, şeflerden seçilir. Bizim sendikacıların temel ihtiyacı para. Bizde TİS sürecinde asla özlük hakları konuşulmaz. Para konuşulur. Amasra’daki patlama sonrası sordum sendikaya biz neden eylem yapmıyoruz diye. Sendika ‘Yevmiyen kesilir’ dedi. İşçi de öyle bakıyor meseleye, ‘Yevmiyem kesilir.’ Zonguldak’ta hiçbir şey olmadı anlayacağın. Sanırsın 42 tane tavuk kesmişler o kadar. Genel Başkan Hakan Yeşil kurumu savundu. Kaza alanında mıymış ki? Nereden biliyor? Yasal prosedürler var ama ne kadar işleniyor? Sendikacıların aşağı inmişliği mi var? Aşağı inecekse niye sendikacı olsun ki? Sorsan 20 yıllık madenciyiz derler.”
Sendikanın nasıl değişeceğini sorduğumuzdaysa, “Kim değiştirecek, ben, biz” diyor: “Ama parayla oy alıyorlar oy. Nasıl değişsin bu sendika? Grizu gibidir maden işçisi, bir konuşma yaparsın alev alır, ama sonra hemen söner. Onu harekete geçirecek bir güç lazım. Eskiden madenci yürüyüşü de öyleydi. Kitleyi harekete geçiren bir sosyalist güç vardı. Şimdi o yok. Onu var etmek gerekiyor. Sonuçta ben de sınıfsız, sömürüsüz bir dünya istiyorum. Şimdi alttan gelen bir ses var, bunu bir yöne kanalize etmek lazım. Demokrasiyi getirecek olan yine işçi sınıfı sonuçta. Biz bu insanlarla konuşacağız, sürekli çaba göstereceğiz ki değiştireceğiz. Başka türlü değişmez. Demokrasi için gereken koşulları işçi hazırlayacak, başkası hazırlamaz. Kar tanesi gibi toparlanacağımız günler olacak böyle böyle. Bilinçli olmayan işçiden bile korkuyorlar, bir de bu işçinin bilinçli olduğunu düşünsene, arkasına bakmadan kaçar gider patronlar. Yani demem o ki, biz bir gücüz ve bu gücün farkına vardıkça da çoğalacağız.”
Yarın: Özel ocakta kara tablo!