"Beni ‘acar muhabir’ diye yaz": Metin olmak
Hakan Güngör, ölüm yıldönümünde Metin Göktepe'yi yazdı.
Kolaj: Evrensel
Hakan GÜNGÖR
Bu yazıya başlamak zor.
Bu yazıyı yazmak zor.
Onu hangi arkadaşından dinlediysem, hep aynı şeyi duydum. Ne güzel güldüğünü, gülümsediğini…
Sennur Sezer, “Gözleri, dişleri, yüzüyle gülerdi. Ondan belki, ışıldar gibi görünürdü” diyordu onun için. Sennur Sezer o günlerde her pazar portre yazıları yazıyordu. Her denk geldiklerinde Metin, Sennur Sezer’e takılıyordu:
“Abla beni hangi pazar yazacaksın?”
Sennur Sezer espriyle karşılık veriyordu:
“Oğlum ben ünlüleri yazıyorum, işinde usta olanları. Seni ne diye yazayım?”
“‘Acar muhabir Metin Göktepe’ diye yaz.”
“Acar yeni demektir. Yeni adamları yazmıyoruz dedik ya!”
“Göreceksin, yazdıracağım sana ‘Acar Muhabir Metin Göktepe’ diye…”
Espriliydi, dostlarının aklına hâlâ o gülümsemesiyle gelişi bundan.
Onu dinlerken en çok duyduğum, hepimizin zaten bildiği bir diğer yanı gazetecilik heyecanı ve inadıydı.
O SABAH
8 Ocak 1996 sabahı, gündem toplantısında takip edilecek haberler konuşulurken konu başlıklarından biri Alibeyköy’deki cenaze töreniydi.
Ümraniye Cezaevinde öldürülen tutukluların cenazesinde büyük bir eylem yapılacaktı. Haberi izlemeye Serpil İlgün ve Şeref Yılmaz gidecekti. “Bu haberi mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar” dedi. Arkadaşları bu talebe alışkındı. Onun gazetecilik inadıyla ve heyecanıyla mücadele etmek olası değildi, karar verildi, habere üçü gidecekti.
Plan yapıldı, ikiye ayrıldılar. Metin önce adli tıbba gidecekti. Polis cenazelerin kalkacağı cemevini ablukaya almıştı. Serpil İlgün, cemevine bir kilometre kala durduruldu, polisler içeri girmesine izin vermedi. Tuhaftır, o esnada kaldırımda parçalanmış bir Evrensel gördü. Bu şekilde alana girmek mümkün değildi, geri döndü. Tekrar bir araya geldiklerinde korteje katılıp alana öyle girmek geldi akla.
Serpil İlgün’ün anlatımıyla devam edelim:
“Sana bizimle gel demiştim. Reddetmiştin. Çünkü yeniden durdurulacağımızı, dolayısıyla haberi kaçıracağımızı düşünüp ben diğer arkadaşlarla gelirim demiştin. Bu seni son görüşümüzdü. Planımız işe yaramıştı. Mezarlıktaydık. Ama seni göremiyorduk.”
TEHDİT EDİLEN SOSYALİST GAZETECİ
Arkadaşları şaşırdı, Metin’in orada olacağına, bir şekilde gireceğine eminlerdi. Sonra öğrenildi ki, mezarlığa az bir mesafe kala, polislerce durdurulmuştu. Polislere gazeteci olduğunu söyledi, sokmadılar. Israr etti, bu kez basın kartını sordular. Yanında Evrensel’in kendisine verdiği ve gazeteci olduğunu belirten kurum kartı vardı, bunu kabul etmedikleri gibi, bu kez yaka paça gözaltına aldılar.
Henüz 27 yaşındaydı ama gözaltına alınmak bilmediği bir şey değildi. 1989’da İstanbul Üniversitesinde maliye bölümüne girmiş, 1992’de Gerçek dergisinde muhabirliğe başlamıştı. Evrensel’in kurucu kadrosundaki genç isimlerden biriydi.
Gazi Mahallesi’nde yaşananları ve sorumluların bir türlü yargılanmayışını haberleştiriyor; eğitimdeki özelleştirme adımlarına, YÖK uygulamalarına karşı öğrencilerin itirazlarını yazıyordu. Polis dayağıyla çocuğunu düşüren kadının; İkitelli’de, Ümraniye’de evleri yıkılanların sesi oluyordu. İşçi eylemlerini takip ediyordu.
Gazeteciydi, sosyalistti.
Tehdit de almıştı. 15 Ağustos 1995’te Mardin’de öldürülen Albay Rıdvan Özden’in eşiyle yaptığı röportaj 4 gün önce yayımlanmıştı. Özden, eşinin çatışmada değil, bir başka asker tarafından öldürülmüş olabileceğini söylüyordu.
Gelen tehdit telefonunda, “Seni de Tomris Özden’i de bir yerde hallederiz” denmişti.
‘BEN METİN GÖKTEPE, GAZETECİYİM’ DİYE BAĞIRDI
Gözaltındaki şiddet yolda başladı. Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü, burada devam etti. “Ben Metin Göktepe, gazeteciyim” diye bağırdı, polislerin darbeleri çoğaldı. O bağırdıkça, direndikçe polis ağzını kapamaya çalışıp şiddeti artırdı. Gözaltında olanlardan bir başka kişi Metin’e doğru bakınca bu kez polisler ona yöneldi, “Sen de devrim şehidi mi olmak istiyorsun” deyip copla saldırdılar.
Metin direniyordu ama polisler durmadı. Darbeler özellikle kafasına ve karın boşluğunaydı. Bir an geldi, Metin bayıldı. Su döküp ayılttılar, coplarla ve kazma sapıyla devam ettiler. Kafasını duvara vurdular.
Gözaltında olanlardan biri dayanamadı, Metin’i savunmak istedi, polisler itip onun da kafasını duvara vurdu.
Metin’i lavaboya götürdüler, lavabo kandan ve pıhtıdan tıkandı. Polislerden biri, “Bu ölecek, bunu hastaneye kaldıralım” dedi. Başka bir polis, “Bırakın, ölecekse ölsün, duvardan düşüp, sandalyeden düşüp öldüğünü söyleriz” diye karşılık verdi. Metin kan kaybetmeye başlamıştı.
(Biliyorum, çok zor bunları okumak, yazmak da öyle, ama yaşananları aklımızdan çıkarmamak sorumluluğumuz.)
Bir tanık sonrasını şöyle anlatıyordu:
“Metin öldüğünde spor salonundaki kömürlükteydi, orada bıraktılar cesedini. Ölmüş olmasına rağmen gelen her polis tekme atmaya devam ediyordu.”
O sırada bir amir geldi, yerde yatanı sordu. “Bunu alıp yakın bir yere götürün” dedi.
Metin’i öldürmüşlerdi.
YALANLAR
Arkadaşları Metin’in öldürüldüğünü gazeteye gelen telefonla öğrendi. Neler hissettiklerini tahmin edersiniz, hatta belki hissedersiniz…
Metin’in ölümünün şoku sürerken devlet olayı sümen altı etmek için çalışmalara başlamıştı bile.
İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, gözaltına alınanlar listesinde olmadığını, kamera görüntülerinde de rastlamadığını iddia etti.
Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan, Metin’in çay bahçesinde otururken fenalaştığını, sandalyeden düşüp öldüğünü iddia etti.
İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan, spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.
Hepsi yalandı.
‘İŞTE CİNAYET BELGELERİ’
Evrensel, 10 Ocak’ta “Metin katledildi, susmayacağız!” manşetiyle çıktı, sonrasında da manşetlere ve haberlere devam etti. Arkadaşları 10 Ocak 1996 tarihli Evrensel’de tüm haberlere Metin Göktepe imzasını attı. Sonraki günlerde Evrensel başta olmak üzere çok sayıda gazeteci, muhabir, yayın Metin’in ölümüne isyan etti.
Kısa süre içinde otopsi raporuna ulaşıldı; Evrensel 13 Ocak 1996’da “İşte cinayet belgeleri” manşetiyle çıktı. Metin Göktepe’nin morgda çekilen fotoğrafı ve otopsi raporu birinci sayfada yer alıyordu. İşkence vardı, “şüphe”ye yer yoktu. Dahası tanık ifadeleri vardı. O gün gözaltına alınanlar Metin’in nasıl işkenceye uğradığını ve öldürüldüğünü anlatıyordu.
Tanıkların anlattıklarıyla otopsi raporu birbirini doğruluyordu: darp izleri, kaburga kırığı, beyin kanaması, doku içi kanama, cop izleri…
Metin’in İstanbul’daki cenazesine 25 bin kişi katıldı. Buradaki eylem 7 saat sürdü. Başka eylemler de oldu. Örneğin, Tuzla’daki deri fabrikalarında çalışan 4 bin işçi, “Metinler ölmez, özgür basın susturulamaz” sloganları attı. Türkiye ayağa kalktı.
BİZ SENİ NASIL YAZALIM METİN ABİ?
Sennur Sezer’le şakalaşmalarından bahsetmiştim, Sennur Sezer o yazıyı Metin öldükten sonra yazabildi, tıpkı Metin’in istediği gibi, “Acar Muhabir Metin Göktepe” başlığıyla:
“O, 10 Nisan 1968’de doğmuştu. Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde. Bense 53 yaşındaydım. Onun yaşının çok üstünde insanları yazmıştım. Çoğu ölmüştü, öldürülmüştü. Genç bir adam için yazı yazmanın bana neler çağrıştıracağını bilemezdi. Kötü bir önsezi miydi, ‘Seni yazmayacağım işte’ diye direnmem... (…) Gel bir akıl ver şimdi ablana Metin. Ben senin ölümünü nasıl yazayım?”
Biz seni nasıl yazalım Metin Abi? Biz seni nasıl yazmayalım?
Tüm bunları bir acıyı tazelemek için yazmadım.
Öfkemizin taze, hafızamızın diri olduğunu belirtmek için yazdım.
Metin Abi, gazeten burada, fotoğraf makinen arkadaşlarının elinde, “Mutlaka ben izlemeliyim” heyecanın bugün çok sayıda muhabirin yüreğinde.
Yüreğin susmadı Metin Abi.
Arkadaşların ve hiç tanımadığın kardeşlerin, metin oldu, Metin oldu.
HUKUK MÜCADELESİ
Metin Göktepe’nin ailesinin, Evrensel’in, kitle örgütlerinin, yurttaşların gerçeği ortaya çıkarma mücadelesi sürüyordu.
Metin’in ağabeyi İbrahim Göktepe şikayetçi oldu, Evrensel İmtiyaz Sahibi Vedat Korkmaz da şikayet dilekçesi verdi.
Soruşturma dosyası hazırlandı hazırlanmasına ama süreç uzatıldı, zorlaştırıldı. Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasını Eyüp Kaymakamlığına gönderdi, Eyüp Kaymakamlığı valiliğe… Nihayetinde İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı.
Dava önce Aydın’a nakledildi, ardından Afyon’a…
Dava o dönem medyada en yaygın şekilde görülen, haberi yapılan, hakkında yazı yazılan davalardan biri oldu. Fatih Polat’ın belirttiği üzere, dönemin gazetecileri kendi yazı işlerine “Yarın Afyon’da Metin Göktepe davası var, izlemeye gideceğim” diye haber verir, kimse de itiraz etmezdi. Davanın sahiplenilmesi konusunda basın emekçileri arasında büyük bir dayanışma örgütlenmişti.
Türkiye’nin dört bir yanından insanlar duruşmayı takip etmek için geldi. Yani davayı kaçırmak da bazıları için “çare” olmadı.
Nihayet tüm çabaların, direncin sonunda, beş polise “Kastı aşan insan öldürmek” ve “Faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek” suçlarından yedişer yıl altışar ay hapis cezası verildi. Bir polis ise Yargıtayın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetlerinden uzaklaştırma cezası aldı.
Mahkum polisler cezalarını tamamlamadı çünkü Aralık 2000’de Rahşan affı çıktı.
Cinayet “faili meçhul” kalmadı. Gösterilen çabayla ve dirençle, Türkiye’de ilk kez, gözaltında öldürülen bir gazetecinin katilleri yargılandı.