‘Ye inciri, kır zinciri!’
"Ofisin temizliğini ben yaparım, çay kahve servisini ben yaparım, koliler gelir ben taşırım, patronun ve fabrikanın araçlarını ben yıkar temizlerim, fabrikanın etrafını temizlerim… "
Fotoğraf:Gözde Meydan/Evrensel
Gebze’den bir işçi
Patron canı yanmış gibi seslendi:
- Ahmet, Ahmet!
Hemen yanında olabilmek için fırladım yerimden.
- Geldim efendim, buyurun.
- Çok önemli misafirlerim gelecek, ofisi tertemiz yapmanı istiyorum. Pencerenin kenarındaki tozları almayı sakın unutma. Hadi bakalım, hemen başla işe.
- Emredersiniz efendim.
- Ne o? Son zamanlarda ses tonun değişik? Bir şeylere mi sinirlisin?
- Hayır efendim, haddime mi sinirlenmek, değilim.
- İyi! Ben de öyle tahmin etmiştim.
Aslında patron benden daha iyi biliyordu neye sinirlendiğimi. Fabrikanın ofis bölümünde çalışıyordum. Buraya gireli iki ay falan olmuştu. Bu kadar işsizliğin içinde en sonunda kuru ekmek alabilecek bir işe girdim diye seviniyordum. Patron Kamil Bey, işe girerken yaptığımız görüşmede evrakları getirip götürmek, fotokopi çektirmek, kargoyu takip etmek gibi işlerle uğraşacağımı söylemişti. Asgari ücrete anlaşmıştık. Olsun demiştim kendi kendime, bunca işsiz varken ve ortada çok iş yokken, iş beğenmemezlik etmemeyim, üstelik Reis’in diline de sakız olmayayım diyerek kabul ettim.
Ancak hiç anlaştığımız gibi olmadı. Bir haftada patron canımdan bezdirdi. Ofisin temizliğini ben yaparım, çay kahve servisini ben yaparım, koliler gelir ben taşırım, patronun ve fabrikanın araçlarını ben yıkar temizlerim, fabrikanın etrafını temizlerim… Bir isteği daha vardır patron Kamil Bey’in. İtirazı sevmez, ne derse “Hay hay efendim, emredersiniz efendim!” karşılığını almak isterdi. Ha, o karşılığı vermezsen, o zaman başkaları verirmiş. Benim gibi binlerce insan varmış sırada! Ne diyeyim, el mahkum ses çıkartamıyorum bu adama!
Misafirler gelmeden bir saat içinde ofisi tertemiz yaptım. Dip bucak temizledim. Bir tane toz gösterecek adamın alnını karışlarım! Bal dök yala misali temizlik yaptım. Tam bir nefes alayım derken patron çıkageldi.
- Hım, evet fena değil, temizlik idare eder, bizim küçük bir kırmızı halımız vardı Ahmet. Onu çıkar da ser yere.
- Emredersiniz efendim!
- Halıyı serdikten sonra, odama gir masamı da bir toplayıver.
- Emredersiniz efendim.
Dediklerini yaptım. Patronun misafirleri geldi. Patron onları karşılarken öyle çok eğildi ki az daha yerdeki parkeleri öpecekti.
- Sor bakalım misafirlere ne içecekler? Yok yok, sen onlara bol köpüklü bir kahve yap. Özen göster.
- Hay hay, emredersiniz efendim.
Misafirler bir süre oturup gittiler. Patron bana misafirlerin çamur ettiği yerleri bir daha silmemi emretti. Ben yerleri silerken uzaktan seslendi:
- Ahmet, biz sana sigorta yaptık mı?
- Yaptınız da efendim on beş gün gösteriyorsunuz.
- Onu birkaç ay göstermesek olur mu? Malum işler kesat, bir de asgari ücret anormal çok arttı! Çok çalışın, çok çalışın ki maaşlarınızı ödeyebilelim! Nefes alıyor musun Ahmet?
- Eh çok şükür, arada bir alıyorum efendim.
- Alma, o nefesi de mesai saatleri dışında al. Mesai saatleri dışında al ki işler aksamasın!
İçimden “Lan bu zinciri nasıl kıracağım?” diye düşünürken, bir söz geldi aklıma: “Ye inciri, kır zinciri!” Karar verdim, mesai bitince incir alıp yiyeceğim. Mesai bitti, kartı basıp çıktım. Arkadaşlarla çay için buluştuk. Yaşadıklarımı anlatıp, incir alacağımı söyledim. Arkadaşlar yüzüme bakıp manidar bir biçimde: “Oğlum Ahmet, etme zahmet!” deyip “Sen incirin kaç para olduğunu biliyor musun? Zinciri kırmak istiyorsan incir değil, Bekaert işçilerine bak” dediler.
Şimdi ben ne yapayım?