Godot’yu değil, Şebnem Hoca’yı bekledik ve aldık
"Eğer, en üst sınırdan ceza talep edilirken tahliye ile noktalanan bir cezaya vardıysak, bu da bir mücadele ile oldu."
İllüstrasyon: Murat Başol
Fatih POLAT
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı ve yazarımız Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın karar duruşması olan üçüncü duruşması için Çağlayan’a doğru yol alırken, bir yandan da bugün Evrensel’de yayımlanmış olan Hapishane Günlükleri’nin 13’üncüsünü okuyorum. Cezaevinde kitaba ulaşmak konusundaki zorlukları ve daha bir dizi şeyi anlattıktan sonra yazısını bağladığı yer yine umuda dairdi: “Godot’yu beklemeyin, gelmeyecek. Godot siz, biz hepimiz. Bizim irademiz, bizim dayanışmamızdan sızan umuttur.”
Bilmeyenler için hatırlatalım. Samuel Beckett’ın 1949 yılında Fransızca olarak yazılan ve ilk kez 1953’te Paris’te sahnelenen ünlü eseri kısa sürede başka dillere de çevrilerek dünyaca ünlü bir oyun haline gelir. Varoluş sancıları çeken ve Godot adında bir şeyi bekleyen insanların, kendi, eylemsizliklerine, umutsuzluklarına yenilmelerinin sembolüne dönüşür kısa zamanda.
Adliyenin önü önceki iki duruşmada olduğu gibi tamamen polis bariyerleri ve çok sayıda polis tarafından kuşatılmış durumda. Davanın doğrudan iktidar cenahının hedef göstermesiyle açılmış olması ve iktidarın uzun bir süredir ajandasında bulunan TTB’nin yönetiminin değiştirilmesi hedefine doğru genişletilmesi, duruşmadan çıkabilecek sonuç açısından da iyimser düşünmeyi zorlaştırıyordu. Şebnem Hoca, aslında duruşma ile aynı gün yayımlanan yazısında ‘umut bizim dayanışmamızda’ diyordu ama o da yüksek sınırdan ceza vererek cezaevinde tutmaya devam etmeyi muhtemelen en yakın olasılık olarak görüyordu. Adliye’nin önündeki metronun çıkışında açıklama öncesi konuştuğum Şebnem Korur Fincancı’nın arkadaşları, kıdemli hekimler de benzer düşünüyorlardı. İlk iki duruşmada ceza alsa da tahliye verilir diye düşünenlerde de bu kez kötümser bir ruh hali hakimdi.
Salona girdiğimizde Şebnem Hoca hepimizi çok sıcak ve umutlu karşıladı. Neredeyse tek tek herkes ile selamlaştı. Yabancı delegasyondan arasında da tanıdığı pek çok kişi vardı. Onlara da İngilizce olarak, onları duruşmada tekrar görmüş olmaktan mutlu olduğunu söyledi.
Duruşmadaki beyanı da yine yüksek bir bilinçle edebiyat ve felsefenin harmanlandığı coşkulu, kararlı bir konuşmaydı.
Tek tek söz alan avukatlar, duruşmanın daha büyük salona alınması ve üç avukat sınırlamasının kaldırılmasını istediler. Mahkeme heyetinin bu taleplere direnmesinin ve Şebnem Korur Fincancı için bir ifadesi nedeniyle, propaganda suçunun en üst sınırından ceza istenmesinin AİHM kararları ile bağdaşmadığını çok sayıda örnekle uzun uzun anlattılar.
Uzun süredir, Sait Faik’in adliye öykülerinde rastladığımız türden adalet ile merhameti, davranışlarında birlikte temsil eden mahkeme heyetleri zaten görmüyoruz. Bu mahkemenin heyetinde ise başından beri, kararını önceden vermiş ve yargılamayı usulen gerçekleştiren bir eda hakimdi.
Bu arada, basın ve ifade özgürlüğü davalarının kıdemli çizeri Murat Başol da bu duruşmayı salondan çizdi.
Karar için verilen aranın ardından mahkeme başkanı ‘Terör örgütü propagandası’ suçundan 2 yıl 8 ay hapis cezası ile birlikte tahliye kararını açıklayınca salonda sevinç alkışları ve “Şebnem Hoca onurumuzdur” sesleri yükseldi. Çağlayan Adliyesi, yine “Şebnem Hoca onurumuzdur”, “TTB’ye dokunma” sloganları ile çınladı.
Karar açıklandıktan sonra, pek çok mücadelede önde gördüğümüz Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile bir yandan yürürken bir yandan da, hem ceza alıp hem de yanında gelen tahliyenin sevinci üzerine konuştuk. Bu, belki bir yandan sıkıştırıldığımız yerin bir ifadesiydi. Olmaması gereken bir davada ceza alındığı halde tahliyenin sevinç yaratması. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek… Ancak elbette sadece bununla açıklanamaz. Bir de, pes etmemenin, davaya asılmanın, dik durmanın yarattığı bir kazanma duygusu da var. Eğer, en üst sınırdan ceza talep edilirken tahliye ile noktalanan bir cezaya vardıysak, bu da bir mücadele ile oldu.
Günün sonunda, sabah Şebnem Hoca’nın yazısını bağladığı yere geldik. Godot’yu beklemek anlamsız. Öyle oturup karamsar bir ruh hali ile beklemek olmaz. Bize de uymaz, yakışmaz. ‘Godot bizim dayanışmamızdan sızan umuttur.’