Doç. Dr. Murat Sevinç: Hukuk, referansını hiçbir inançtan alamaz
Devlet inançlar karşısında olabildiğince yansız olmalı. Anayasada dini referansa yer vermek, bir hükmün gerekçesini inançla temellendirmek laikliğin tabutuna koskoca bir çivi çakmak demek.
Fotoğraf, Murat Sevinç'in kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
Siyasi bir araç olarak kullanımı son yıllarda gerilemeye başlayan başörtüsü konusu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Ekim 2022’de sosyal medyadan “Başörtüsüne yasal güvence getireceğiz” paylaşımı yapması, içinde goller, paslar geçen söz düellolarını başlatmakla kalmamış, iktidar blokunun ailenin de eklendiği iki maddelik anayasa değişikliği teklifi olarak önümüze gelmişti. Hafta içindeki gelişmeler, teklifin, Meclis yolculuğunun hızlanacağını gösterdi.
Söylemlerinde anayasaya, laikliğe, demokrasiye vurgu yapan, yaşam tarzına müdahalenin söz konusu dahi olmayacağının altını çizen düzen muhalefeti, anayasaya da, laikliğe de, demokrasi ve yaşam tarzına da yeni darbeler vuracak olan iktidar hamlesini reddetmeyi değil, “Nasıl rötuşlar yapılabileceğini” tartışıyor.
Kulislere göre, kadın örgütleri başta olmak üzere, hukukçuların, toplumsal muhalefetin “Bu teklife hayır deyin” çağrısını duymayan altılı masa, “Başörtüsü konusunu seçim malzemesi olmaktan çıkaracak ve referanduma götürülmesinin önüne geçecek” bir formül arayışında.
Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta, seçim ne zaman yapılacak, aday ne zaman açıklanacak, ülkeyi altı kişi birden mi yönetecek, HDP aday çıkarırsa ne olur tartışmaları arasında kaybolup giden anayasa değişikliği teklifinin içeriğini, yol açacağı sorunları anımsamak ve muhalefetin tutumunu irdelemek için alanın yetkin isimlerinden, Diken Yazarı Doç. Dr. Murat Sevinç’e başvurduk.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi anayasa hukuku öğretim üyeliği görevine 2017 OHAL KHK’siyle son verilen Barış Akademisyenlerinden Murat Sevinç’le, referandum, Erdoğan’ın hangi şartlarda aday olabileceği gibi diğer güncel başlıkları da konuştuk.
İktidar blokunun Anayasa’nın 41. ve 24. maddelerinde* değişiklik için hazırladığı iki maddelik anayasa değişikliği teklifinin ilkiyle, “başörtüsüne anayasal güvence”yle başlayalım. Anayasaya kadınların kıyafeti üzerinden dini referansların girmesi nasıl sorunlara yol açar? Özellikle laiklik ve eşitlik ilkeleri açısından ne anlama gelir?
Laik ya da seküler, dini kuralların dünyevi işlerden ayrı ele alınmasını amaçlayan bir sistemi tanımlamak için hangi terimi kullanırsak kullanalım, ortak nokta, devleti herhangi bir inancın tahakkümünden olabildiğince kurtarmak. Dikkat ederseniz ‘olabildiğince’ sözcüğünü tercih ediyorum. Bunun nedeni, laik-seküler devletlerdeki uygulama farklılıkları ve bunların gerekçesinin hemen her zaman tarihsel oluşu. O ülkenin tarihi o şekilde ilerlemiştir ve kendi tarihinde laikliği ancak o şeklide tesis edebilmiştir. Bu nedenle, Fransa laikliği ile Britanya ya da ABD sekülerliği, Almanya’nın laiklik pratiği arasında farklar olur. Avrupa’da din savaşları var, ABD’nin deneyimi farklı, devletlerin kuruluşu, bir araya gelişi vs. Avrupa’da büyük ve kanlı kavgalar sonunda din işleri büyük ölçüde kiliseye devredildi. Din hâlâ etkili olsa ve siyasetçiler dindar kesimlerin gönlünü yapmak zorunda hissetse de yönetimlerde belirleyici bir gücü kalmadı. Bu nedenle, örneğin İngiltere’de hükümdar aynı zamanda Anglikan Kilisesi’nin başı, ya da Norveç’te monarşinin başı bir mezhepten olmak zorunda. “ABD’de başkan göreve başlarken İncil üzerine yemin eder” gibi örnekler oraların özgül nitelikleri ve bu nitelikler, laik-seküler devletlerde hukuk kurallarının referansını dinden alamayacağı ilkesine halel getirmiyor.
Dolayısıyla, devletlerin inançlar karşısında eşit olması işin esaslarından birini oluşturuyor?
Evet, hukuk, referansını herhangi bir inançtan alamaz, demek ki devlet inançlar karşısında olabildiğince yansız olmalı. Ortak nitelik bu. Türkiye’nin laikleşme macerası ise kendine özgü. 1924’ten itibaren sınırları Diyanet eliyle belirlenmiş bir Sünnilik, kontrol edilen ve şekillendirilen bir dindarlık söz konusu. Bizde de laiklik uygulamalarının aşamaları var tabii, son 20 yıl da bu aşamalardan birini temsil ediyor, siyasal İslamcılık aşamasını. Türban yasağı-sorunu AKP ile başlamadı kuşkusuz, AKP bu sorunun dalgasından yararlandı, iktidara geldikten sonra uzunca bir süre gündeme getirmedi, ardından bir anayasa değişikliği yaptı ancak 10. ve 42. maddelerdeki değişiklikler AYM tarafından 2008’de tartışmalı bir kararla iptal edildi. Yasak, 2010’larda CHP’deki yönetim değişikliğinin ardından yaşanan yumuşamayla, bir tür toplumsal uzlaşmayla kalktı. Üniversitelerdeki yasak yasalardan değil, uygulama ve mahkeme kararlarından kaynaklanıyordu, yoksa memlekette türbanı yasaklayan bir düzenleme zaten yoktu. Ayrıca 28 Şubat günlerinde o yasağı ciddiye almayan, Mülkiye gibi, Boğaziçi gibi kurumlar da vardı ve dinciler, Türkçülerle birlikte bu iki kurumun canına okumak için her şeyi yaptı, yapıyor şimdilerde.
Güncel sorun, sorunuzdaki ‘dini referanslar’ tartışması. Kadın ya da erkek kıyafeti fark etmez, tekrar edeyim, laik sistemde bir düzenlemenin referansı inanç olamaz.
Tabii bir de laiklikten artık ne kadar söz edebildiğimiz konusu da var, ne dersiniz?
Doğru. Siyasal İslamcılar, yıllar içinde Anayasa’nın ikinci maddesindeki ilkeleri askıya alırken en çok laiklik ilkesini hırpaladı. Türkiye’de idare, açıkça bir inancın tarafını tutuyor ve devlet din karşısındaki yansızlığını terk etti. Şimdi bir de anayasada dini referansa yer vermek, bir hükmün gerekçesini inançla temellendirmek laikliğin tabutuna koskoca bir çivi çakmak demek. Türkiye’de anlatılması en zor konulardan biri, laikliğin yalnızca bir inançla ilgili olmadığı ve kılık kıyafet konusunun salt inançlar bağlamında ele alınamayacağı. Biz ne üzerine konuşuyoruz? İslam dininin bir mezhebinin, bir yorumunun gereklerini mi, yoksa laik hukuk sisteminin türlü dini ya da siyasi semboller karşısındaki tutumunu mu? İkisi arasındaki fark iki ayrı dünya anlamına gelir. Bir kıyafetin serbest olup olmayacağına yönelik kararı din kurulları mı, yoksa tabi olunan laik-seküler hukuk sisteminin kendi ilkeleri mi verecek? Soru çok basit aslında.
Soru basit, ancak yanıt gelmiyor.
Evet, müesses nizam siyasetçileri yanıt vermiyor. Önümüzdeki anayasa değişikliği bu soruyu kendince yanıtlamış ve mealen demiş ki, ‘Yasa koyucu olarak referansımı dinden alıyorum.’ Anayasasında laik yazan bir ülkede. Peki diğer konularda neden referansımız din olmasın, nedir bunu engelleyecek olan? Yinelemek isterim, laikliğin farklı uygulamaları vardır ve olağandır, Türkiye laikliğinin kendine özgülükleri de tarihseldir, hepsi anlaşılabilir, ancak halihazırda yapılmak istenen o kendine has niteliklerle açıklanamaz. Toplumsal uzlaşmanın sonucu ve Türkiye koşullarının ürünü olan bir farklılıktan değil, iktidar tarafından dayatılan ve referansını dinden alan bir değişiklik girişiminden söz ediyoruz.
İktidar sözcüleri, “Tercih edilen dini kıyafet” ibaresindeki belirsizliğe dayanarak “Bir hakim cübbesinin altına burka giymek isterse” sorusunu yöneltenlere hayal güçlerini fazla çalıştırmakla suçluyor. Teklifte yaş belirtilmediği için söz konusu ibarenin kız çocuklarının burka dahil dini kıyafetlerle okullaştırılmasının da önünü açması hayal gücü mü, ne dersiniz?
Eğer üniversitede çalışıyor olsaydım çok güzel bir anayasa sınav sorusu olurdu bu konu. İktidar sözcülerinin ne söylediğiyle ilgilenmeyeli çok zaman oldu inanın, işittiğim ya da okuduklarımı da fazla dikkate almıyorum. İktidar değişirse hepsi, bugün söylediklerinin tam tersini söyleyecektir. Böyle tipler. Hayal güçlerini fazla çalıştırmakla itham edilen insanlar, geçmiş 20 yıla bakarak yapıyor değerlendirmesini. Sütten ağzı yanan bir toplumla karşı karşıyayız. İktidar mensupları 2000’lerin başından itibaren memleketin aklı başında kesimlerinin kendilerine açtığı krediyi tüketeli çok oldu. Bu sözleri o yıllarda ciddiye alan birileri vardı, ancak şimdi herkes hayal gücünü çalıştırıyor ve doğru tahminler yapıyor. İktidarın neler yapabileceğinin, neleri göze alabileceğinin farkındayız. ‘Olur’ ile ‘olabilir’ arasındaki farkı açıklamaya gerek var mı? Biri yapar ya da yapmaz boş verelim, önerilen düzenlemeye göre bir devlet memurunun çarşaf ya da burka giymesinin önünde ne engel var? Bir kez dini inancı referans alırsanız çarşaf tercih eden bir memura ne diyeceksiniz? Değişiklik önerisinde, “…Devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir” ifadesi kullanılıyor. Hem ‘dini inanç’ diyor, yetmezmiş gibi bir de ‘başını örtmekten’ söz edip tek bir inanca indirgiyor. Ama laik devletiz, din devleti olsak ne yazılırdı bu maddeye? Ahaliyle dalga geçiyor gibiler. Biri bu hükmü okuyunca sizin hatırlattığınız soruyu yöneltir, ne gariplik var bunda. Ayrıca, erkeklerin günahı nedir, neden sarıklı ve cüppeli bir memur olmasın? Makul bir açıklama var mı, onlarınki inanç değil mi? Bugün hayal edilen her şey yarın olabilir, kuşkum yok. Bugüne dek olmadı mı?
ÖNERİNİN GEREKÇESİ BİLE ANAYASA’YA AYKIRI
İkinci maddeyle ilgili de görüşlerinizi almak isteriz. “Ailenin korunması”yla ilgili teklifin gerekçesi “aileyi sapkın akımlardan korumak!” İktidarın LGBTİ’leri son yıllarda açıkça hedef göstermesi, düşmanlaştırmasıyla örtüşen bu teklifin ruhu için ne söylersiniz?
Ne söyleyeyim, ruh gibi ruh işte! 1982 Anayasası’nda ‘anayasanın ruhuna’ uygunluktan söz edilir, 12 Eylülcülerin ruhudur o. Bu ruhtan kurtulamıyoruz ne yazık ki. Nasıl olur da bir anayasa değişikliği önerisi toplumun bir kesimini böyle aşağılar, hedef gösterir ve onlara sapkın der, akıl alır gibi değil. Önerinin gerekçesinde, “Bu suretle her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı ailenin korunması için ilave anayasal güvence sağlanmakta ve ailenin, toplumu ve milleti temelden ifsat edecek anlayışlardan korunması amaçlanmaktadır” ifadesi var. Bir grup siyasetçi bir araya gelmiş, düşünmüş taşınmış ve sonunda bizleri, aynı ülkede yaşadığımız, aynı haklardan yararlandığımız, aynı hukuka tabii olduğumuz ve vergi veren muhtelif yurttaş gruplarının “tehdit, tehlike, saldırı” ve “sapkınlıklarından” korumaya karar verip böyle bir öneri hazırlamış. Önerinin gerekçesinin dahi Anayasa’nın temel ilkelerine ve demokrasiye külliyen aykırı olduğunu düşünüyorum. Her şey bir yana, bu arkadaşlar, bir anayasa değişikliği önerisinde kendi yaşam tarzları için benzer sözcüklerin kullanıldığına tanık olsa ne düşünürdü, bir hayal etseler keşke ama hayır, kibirden burunlarının önünü görmüyorlar.
Teklifin yasalaşması halinde, erkek çok eşliliğinin önünü açmasından çok, çocuğuyla yaşayan kadın ya da erkeğin aile sayılmayacağı gibi sonuçlara dikkat çekiliyor. “Sapkın akımlar” argümanı bu sonuçları gizleyen bir örtü işlevi mi görüyor?
Ben de böyle düşünüyorum doğrusu, eşcinsellerin nikah salonları önünde kuyruk olduğuna dair bir haber okumadım, ancak ülkede farklı yaşam tarzları benimsemiş sayısız insan ve evet, çocuklu, evli olmayan kadın ve erkekler var. Anayasa değişikliği kabul edilirse, hepsinin hayatını zorlaştıracak başkaca düzenlemelerin takip edeceği kanısındayım.
MÜTEDEYYİN SEÇMENDEN OY ALMA ARZUSU MUHALEFETİ ESİR ALDI
HDP’den sonra CHP ve İyi Parti de AKP’nin “teklifi görüşmek” için istediği randevuyu “Milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmesi” gerekçesiyle reddetti. HDP’nin gerekçesinde de partinin kapatılması ve hazine yardımına blokaj kararının alınması vardı. Bu ilk anda “Muhalefet teklife hayır mı diyecek” şeklinde yorumlandıysa da öyle olmadı. HDP, altılı masa neden teklife “hayır” demiyor?
Milletvekilleri için fezleke olmasa reddetmeyecekler miydi? Ayrıca, ilk tur görüşmeyi neden kabul ettiler? Hepsi bir yana, HDP neden kabul etmişti? Geçtiğimiz ay HDP ile AKP’nin arası iyi miydi? Ben bu büyük siyasetten anlamıyorum Serpil Hanım, herhalde biz sade yurttaşın pek bilmediği bir şeyler oluyor, siyasi taktikler deneniyor vs. Altılı masa teklife hayır diyemiyor belli ki. Masa homojen değil zaten, Saadet Partisi hemen koştu öneriye, çok sevinmiş görünüyorlar bizleri sapkınlıklardan koruyacakları için. Gelecek Partisini bilmiyorum. Diğerlerinin değişikliği istediğini ve umursadığını zannetmiyorum, görünen o ki Kılıçdaroğlu’nun tutumu nedeniyle zor durumda kaldılar ve altından kalkmaya çalışıyorlar. Mütedeyyin seçmenden oy alma arzusu muhalefeti esir aldı ve o kesimin sabah akşam böyle işlere kafa yorduklarını zannediyorlar sanırım. Oysa tarikatlar vs. dışında hiç kimsenin umurunda olmadığını düşünüyorum, tuvalet kağıdı satın almak bile maceraya dönüştü, ne anayasa değişikliği Allah aşkına!
KILIÇDAROĞLU’NUN ADAYLIK TUTKUSUNUN SONUCU
Kulislere bakılırsa, bir süredir başörtüsüyle ilgili kendi tekliflerini hazırlayan Altılı Masa, iktidar teklifine çeşitli rötuşlar içeren çalışmasını yakında tamamlayacak. “Yoruma açık ifadelerin çıkarılması” gibi rötuşlar laiklik ilkesine çakılacak çiviyi çıkarmaya yeter mi?
O çivi tam olarak çıkmaz artık. Bakın, yasak olmayan bir kıyafeti güvence altına almaya çalışmak zaten başlı başına saçma bir çaba. Benim sizinle söyleşi yapmam için bir yasaya gerek var mı, örneğin, “Serpil Hanım’ın, Murat isimli akademisyen eskisi ile söyleşi yapabilmesine dair yasa” çıkarmak isteseler, gereksiz olmaz mı? Türban ya da başörtüsü, ne dersek diyelim, yasak değil ki neden yasa çıkaracaksınız? Hem bunu yalnızca laiklik ilkesinin aldığı yara olarak düşünmeyin lütfen, seçime aylar kala böyle bir anayasa değişikliği üzerine görüşmek, anayasa tarihimizde hiç hayırla anılmayacak. Bu kadar ucuzlatmamak gerek her şeyi.
Kılıçdaroğlu’nun kendisinin yol açtığı sorundan çıkış yolu aradığı yönünde de çeşitli yorumlar var ancak gidişatı nasıl izliyorsunuz? Laikliğin koruyucusu olarak sunulan CHP’nin “onurlu çıkışı” ne olabilir?
Hani biri taş atmış da diğerleri çıkarmaya çalışmış, biraz böyle görüyorum doğrusu. Kılıçdaroğlu hiç fena gitmiyorken, birdenbire hiç kimsenin beklemediği bir çıkış yaptı ve bana kalırsa o günden itibaren toparlayamadı. Hadi bir kaza oldu diyelim, şimdi “Biz zaten bir yasa önerisi sunmuştuk” diyerek anayasa değişikliğini toptan reddedebilecekken, bunu da yapmıyor ve AKP önerisi üzerine kendi önerilerini getirmeyi planlıyorlar. Benim akıl erdirebildiğim işler değil bunlar. Diğer yandan, ülke siyasetçisinin kumaşı hakkında bir fikir verdiği kanısındayım. Tahmin ediyorum, Kılıçdaroğlu’nun adaylık tutkusunun sonucu bunlar. Çevresindekiler de yeniden milletvekili olmak istiyordur herhalde, pek ses çıkardıklarını sanmıyorum. CHP taraftarı gazeteciler de olup bitende bir siyasi manevra becerisi buldu. Daha ne olsun. Böyle bir ülke burası.
MUHALEFET GENEL KURUL GÖRÜŞMELERİNE KATILMAMALI AMA BUNU YAPMAYACAKLAR
Malumunuz, Erdoğan teklifi referandum konusu yapmakta ısrar ediyor. Erdoğan’ın neden cumhurbaşkanının ve milletvekillerinin seçileceği günde halkın önüne bir de referandum sandığı koymak istediği sorusuna sizin yanıtınız ne?
Çünkü bu bir parti-devlet rejimi ve muktedir güç her konuyu halkoylamasına sunmak isteyebilir, plebisiter yol yordam böyle rejimlerin alametlerinden. Bonapartist yönelimler hâlâ gözde aslında ve yalnızca Türkiye’de de değil. Sürekli kendilerini oylatmak istiyorlar, meşruiyetlerini anayasa ve hukuktan çok o oylamalardan alıyorlar. Bizde, 1960’lardan miras kalan milli iradecilik ideolojisi de bu eğilime uygun. Erdoğan için konusu türban olan bir sandık bereketli olabilir tabii, onun yerinde olsam ben de isterdim. Seçim sürecinde bolca türban konuşmasını yapmasını sağlar ki en sevdikleri konuların başında, malum. Kuşkusuz ters de tepebilir ve tepki gösterenler hayır oyu verip umulmadık sorunlar yaşanmasına neden olabilir, bilinmez. Olan da genellikle olduğu gibi yine kadınlara olur. Halkoylaması seçeneğini mütemadiyen gündemde tutuyorlar. Oysa zorunlu halkoylaması için önerinin 360-400 arasında oy alması gerekiyor. Bu ne demek? Muhalefet desteklerse halkoylamasına gerek kalmaz, çünkü oylamada 400’ü geçmiş olur. Desteklemezse 360’ın altında kalacağı için zaten kabul edilmez. Peki neden sürekli halkoylaması ihtimalinden söz ediyorlar sizce? Hatırlatmakta yarar var, 175.maddenin açık hükmüne göre anayasa değişikliği oylaması ‘gizli’ yapılır. Dolayısıyla kimin hangi yönde oy verdiğini bilmek mümkün değil. Muhalefet sırf 400’ü geçsin diyerek o oylamaya girerse ve yine de 400’ün altında kalırsa zorunlu olarak halkoylamasına sunulur. Kimin oy vermediğini de hiçbir zaman bilemeyiz. Karşımızda AKP var, anlatabildiğimi umuyorum. Üstelik 400’ün üzerinde kabul oyu çıksa da cumhurbaşkanı isterse halkoylamasına sunabilir. Aksini, kim nasıl garanti edebilir? Dolayısıyla muhalefetin yapması gereken genel kurul görüşmelerine dahi katılmamak. Ancak bunu yapmayacaklar, ne yazık ki.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER DUYGUSALLIK VE PARTİZANLIĞA MAĞLUP OLMAMALI
Kısaca, hak ve özgürlükler neden referandum konusu olamaz?
Çünkü son derece risklidir, Venedik Komisyonu’nun da bu yönde ilke kararları var. Halkı yönetime katmak, bilmediği konularda önüne sandık koymak değildir. Yönetime katılmak çok katmanlı bir konu ve yaşamsal önemde, ancak katılımı sandığa indirgediğinizde olumsuz sonuçlar alınabilir. Hak ve özgürlükler duygusallık ve partizanlığa mağlup olmamalı. 1987’de Turgut Özal’ın anayasaya aykırı biçimde halkoylamasına sunulmasını sağladığı anayasa değişikliği siyasi yasakların kalkmasını öngörüyordu ve Özal ‘hayır’ propagandası yapmıştı. Zar zor, çok az oy farkıyla ‘evet’ çıktı ve 12 Eylülcülerin yasak koyduğu siyasetçiler siyasete dönebildi. Konu hakkında bilgilendirilmemiş ve yönlendirilmiş bir halkın tercihi her zaman hayra vesile olmaz. 1982 Anayasası’nın yüzde 90’ın üzerinde oyla kabul edildiğini hatırda tutalım. Bu oranı yalnızca sert önlemlerle açıklamak kolay değil, halkın siyasetçilere ve 12 Eylül öncesine duyduğu öfke sandığa yansıdı ve tarihimizin en antidemokratik anayasası büyük iltifatla kabul edildi. Bu nedenle temel haklara ilişkin değişikliklerin halka sorulması tavsiye edilmez.
Gözleminiz ne, anayasa değişikliği aylardır siyasetin, siyaset elitlerinin gündeminde ama halkın gündeminde mi? Geçim derdi başta olmak üzere son derece yaşamsal sorunların hâkim olduğu bir ortamda ve “aday kim olacak” gürültüsü içinde anayasa değişikliği söz konusu olabilir mi?
Vallahi tarikatlar vs. haricinde tek bir yurttaşın bile gündeminde olduğunu zannetmiyorum, hiç kimsenin umurunda değil. Tekrar edeyim, zaten yasak yok, bu sorunu toplum ve siyaset kendi içinde çözdü. Tanık olduğum, herkesin sabahtan akşama dek pahalılıktan ve cumhurbaşkanı adaylığından söz ettiği. İnsanlar deli mi, bunca derdin arasında neden böyle gereksiz bir anayasa değişikliği üzerine konuşup kafa yorsunlar. Halkın pek çok açıdan siyasetçilerin önünde olduğu kanısındayım.
BİR+BİR=BİR, YALNIZCA KARELİ CEKETLİLERİN ULAŞTIĞI BİR SONUÇ!
Seçim tarihinin öne alınma ihtimalinin güçlenmesi, Erdoğan’ın aday olup olamayacağı tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Erdoğan hangi şartlarda aday olabilir?
Tek bir şartta. TBMM erken seçim kararı alırsa. Diğer ihtimallerde üçüncü kez aday olması mümkün değil. Bu kadar basit ve açık. “Bu yeni bir sistem olduğu için, ilk seçim sayılmaz” diyen iktidar cenahı, anayasa hukuku bakımından anlamlı bir şey söylemiyor. Bir+bir=İki. İki kez seçildiyseniz ve anayasa, bir istisna dışında üçüncü kez aday olamayacağınızı hükme bağlamışsa, o istisnai durum dışında üçüncü kez aday olamazsınız. Tartışılacak bir şey yok, ‘bir+bir=bir’ yalnızca kareli ceketlilerin ulaştığı bir sonuç.
Muhalefet neden bunu tartışmaktan kaçınıyor hatta “Aday olamaz ama bunu kullanmasın, biz nasılsa yeneceğiz” gibi bir tutum alıyor?
Yanıtı siz veriyorsunuz, tam da söylediğiniz gibi, aday yapılmazsa bunu kullanır şeklinde anlaşılmaz bir tutumları var. Bunu bir siyasi analist anlayabilir belki, ancak bir anayasacının kavraması ve hak vermesi olanaksız. 15 yaşında gençlerin oy vermek istediğini ve muhalefetin, “Hadi kullanın, sonra laf ederseniz” dediğini düşünün, hiçbir farkı yok. Kazanırlarsa bir süre sonra unutulur belki bu anormallik, ancak kaybederlerse, aday olamayacak birinin adaylığına karşı çıkmadıkları için kaybetmiş olacaklar. Şu cümle bile yeteri kadar saçma aslına bakılırsa.
Seçimin öne alınmasında ekonomik desteklerin etkisinin kaybolmaması kadar, adaylığı anayasal hale getirme ihtiyacı da söz konusu mudur?
Eğer TBMM erken seçim kararı alırsa, evet, tek gerekçesinin bu olduğunu düşünüyorum. Yoksa, seçimi bir-iki ay erkene almanın ne alemi var. Gerçi zamanında yapılacak bir seçimde de YSK’nin iktidarı üzecek bir karar vereceğini sanmıyorum. Nitekim geçenlerde YSK başkanı bazı açıklamalar yaptı ve konuyu bir anayasa hukukçusu arkadaşıyla istişare ettiğini belirtti. YSK başkanının anayasacı arkadaşlarının olduğunu öğrendik böylece.
YENİ YASANIN UYGULANMASI İÇİN SEÇİM KARARININ 6 NİSAN’DAN SONRA ALINMASI GEREKİR
Geçtiğimiz yıl değiştirilen Seçim Yasası’ndaki değişiklikler, nisan-mayıs aylarına alınacak seçim tarihinde uygulanabilir mi?
Birkaç gün önce bu konuda Diken’e bir-iki satır yazdım ve seçimin, oy verme günü değil, seçim kararının alınıp ilan edildiğinde başladığını anlatmaya çalıştım. Özetin özetiyle yinelemek gerekirse; 2001’de Anayasa’nın 67.maddesinin sonuna eklenen fıkra gereğince, seçim yasalarında yapılan değişiklikler bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamaz. Türkiye bir erken seçime gidecekse ve yasa değişiklikleri bu seçimde uygulanacaksa, o seçim kararının 6 Nisan 2023 tarihinden sonra alınması gerekir. Bu tarihten önce alınırsa, 2022’de seçim yasasında yapılan değişiklikler uygulanamaz. Dolayısıyla muhalefetin lehine bir durum doğar. Bu tartışmalara dair nihai kararı YSK’nin vereceğini bir kez hatırlamakta yarar var.
* AKP-MHP-BBP’nin 24. Madde için verdiği değişiklik teklifi şöyle:
“…Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz. Hiçbir kadın; dinî inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasî faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tâbi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dinî inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.”
İktidar bloku, 41. Maddeyi de şöyle değiştirmek istiyor:
Aile, Türk toplumunun temelidir. Evlilik birliği, ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.