İktidar Çarkı: Çılgın bir çağa iç döküş
Nuray Sancar bu hafta Max Gallo'nun İktidar Çarkı romanına dair yazdı.
Hitler ve Musoloni (Fotoğraf: Wikimedia Commons)
Nuray SANCAR
İnsanı bir yandan bir yana savuran iki büyük savaştan sonra kayıp bir oğulun hayaline anlatılan parçalanmış bir hikayedir İktidar Çarkı. Kaçmak istedikçe içine gömüldüğü karmaşık ilişkiler, kahramanımız Marco Navoli için artık bir hesaplaşma konusu haline geldiğinde hikaye geriye doğru başlar.
Birinci Dünya Savaşı’nın İtalya için sonuç alıcı Piave muharebesinden sağ çıkabilmiş olmak bu çılgın çağın ortasında yaşayan biri için bir şanstır. Marco Navoli bundan sonra da, sürüklendiği bir tarihin içinde yürümeye devam eder. Venedik yakınlarında bir toprak sahibinin oğlu, savaş sonunda evine ve çocukluk aşkına dönecekken Komutanı Ferri onun ‘Geleceğine el koyar.’ Bir süre sonra, Ferri ile birlikte çalışmaya başlar Marco. Ferri yükselmekte olan Mussolini’nin müsteşarıdır.
O sıralar Almanya’da işçiler ayaklanmıştır. İtalyan işçi sınıfının da ondan kalır yanı yoktur ve ülke grevlerle sarsılmaktadır. Mussolini’nin kara gömleklileri ile çatışa çatışa yükselttikleri mücadele dalgasının kazananı yoksul emekçiler olmayacaktır bilindiği üzere. İtalya’da faşizm bu isyankar işçilerin ölü bedenlerinin üzerine basa basa yükselir. Marco da, Ferri’nin emrinde Mussolini’ye hizmet ederken bir amnion sıvısı içindeymiş gibi yaşar her şeyi. Onun ağır çekim bir rüyada kendisini aşan güçlerin etkisi altında rol aldığı ama hem de izlediği faşizmin yükselişini içeriden, arı kovanından izler okuyucu da.
SEÇTİĞİN KADERİN MİDİR?
Marco görünüşte rolünden hoşnut değildir. Sonuçta başka bir görev talep ederek Roma’dan kaçar; Kuzey Afrika’daki İtalyan sömürgeciliğinin etkin olmayan bir üyesi olarak kıtadan uzak kaldığı altı yıl sonunda Fransa’ya gönderilir. Şimdi artık, Mussolini’nin, başını yemek istediği Eski Komutanı Ferri’nin aleyhine ajanlık yapmak üzere İtalyan büyük elçiliğindedir.
Kahramanımız unutulmaz sevgilisi Maud ile Paris’te tanışır. İspanya İç savaşı’nda Troçkist Cumhuriyetçiler arasında savaşı izleyen bir gazetecidir Maud. Orada ölümden dönmüştür. Komintern ajanı bir Rus Stalinist ile evlidir. Bu imkansız ilişkisi içinde Marco, Maud’un sürekli yüzüne vurduğu suçlarıyla sınanır. Kadın ondan bir seçim yapmasını ister. Marco ise tarihin ve talihin onun adına seçim yapmış olmasıyla avunur. Oysa Ferri bir keresinde ona ‘Demir gibi bir çağda yaşıyoruz ya onlardan olmak var ya da bizden. İkisinin ortası yok’ dediğinde onun peşinden Mussolini’nin yanına gitmiştir. Bunun bir seçim ve karar mı yoksa sürüklenme mi olduğundan emin değildir şimdi.
Marco’nun roman boyunca hissedilen boş vermişliği, çıkamadığı bir çemberde oradan oraya savruluşu, kitabın yazıldığı dönemde özgürlük-seçim-karar gibi kavramlar üzerine çok düşünen Fransız entelijansiyasının ikilemiyle bağlantılıdır. Varoluşçuluğun ana yurdunda o sırada insanın seçimlerinden sorumlu, özgürlüğün de bu seçimle ilişkili bir kavram olduğu tartışılmaktadır. Max Gallo’nun, faşizmle sosyalizm, Troçkizm ile Stalinizm gibi kavramlar aracılığıyla ortasından ikiye bölünmüş dünyada varoluşçuluğa ait kavram setini romanında test etmesi çağın ruhuna uygundur. Fakat tek tek faşistler seçme özgürlüğüne sahip midir gerçekten? Seçimleri belirleyen kriterler nelerdir? Maud’un sık sık tekrarladığı gibi, ‘çılgın bir hayat’ ortasında bu sorunun yanıtı Marco’nun özelinde sınıfsaldır. Şöyle düşünür: ‘Ne savaşı ben çıkarmıştım ne de faşizmi yaratmıştım. Babamın şu ufuk sınırlarına kadar uzanan toprakları vardı. Ben doğuştan kazananlar arasındaydım. Ne seviniyordum böyle olmama ne de acı duyuyordum. Ama niçin kalacaktım o topraklarda, niçin. Pazarlıklı hinoğlu hin herif diyordu bana Alatri. Dilerse öyle sansın…’
TOPRAK VATAN İKTİDAR
‘İktidar iktidar’ diye kendinden geçen Mussolini’nin yanına kolay bir geçiş olmuştu Marco’nunki. ‘Sanayicilerin, milletvekillerinin Duçe’nin ayağına kadar ziyarete geldiği’, kara gömleklilerin yol kenarında toplanan on binlerce kişinin tezahüratı arasında yürüdüğü bir sırada niçin kalsındı o topraklarda. Toprak vatan demek değil miydi. Vatan Duçe demek değil miydi? Bir toprak ağasının oğlunun hazır cevapları ona o zamanlar faşizmi seçtirmez miydi?
‘Senden bir oğlum olacak’ diyerek kendisini terk etmişti Maud Marco’yu. Hayatını, yıllar sonra, henüz hiç görmediği oğlunun hayaline anlatırken bir seçime zorlandığı dönüm noktalarını da anar Marco. Aynı siperde savaştığı komünist arkadaşına onu bir saldırıdan kurtardığı için vefa duyar. Ama sıra ona geldiğinde, arkadaşı için kılı kıpırdamayacaktır. Babasının topraklarını işleyen komünist toprak işçisine yönelik tehditleri sonlandırarak öder minnetini. Meclisteki Komünist Milletvekili Mattiotti’nin hunharca katledilişine tanık olan Amerikalı kadın gazeteciyi, gördüklerini, ‘İnsanlar bu cinayeti unutuncaya kadar’ yazmasın diye evinde hapseden de odur.
Sevdiği kadınların, kendi iç sesinin, faşist komutanının; kısaca bütün düzeneğin ona seç, seç diye bağırdığı öyküde Marco’nun kendisi ‘seçilmiş’tir aslında. Çağın döndürdüğü iktidar çarkı küçük adamlardan bir kahraman icat etmeye çalışırken Marco gibileri çarkın dişlilerine takılır. Faşizme hizmet etsin diye onu seçen faşist komutanın, komutanına ajanlık yapsın diye onu seçen Mussolini’nin ve hatta doğmamış oğluna baba diye onu seçen Maud’un, Komutan Ferri’ye ulaşmak için onu sevgili seçen Elsa’nın oyuncağıdır nihayetinde Marco.
Max Gallo’nun eseri İki dünya savaşı ve arasındaki fırtınalı dönemin almanağı gibidir. İtalya, Berlin, Paris gibi Avrupa’nın üç büyük kentinde faşizmin yükselişi, zamanın bu şehirlere savurduğu roman karakterlerinin birbirleriyle ilişkisi içinde anlatılır. Yüzyılın bilinen olayları ve isimleriyle ilgili perde gerisinde Marco’nun özel ve siyasi hayatını eksen alan özgün bir anlatı akar durur.
Max Gallo’nun İktidar Çarkı Semih Tufrul’un çevirisiyle E Yayınlarından çıkmıştı.